İçerik

15 Şubat 2022 Salı

Gün başlarken..

Ufak bir veranda var bahçenin önünde. Salondan çıkılıyor. Her sabah, yaz kış demeden, uyanır uyanmaz, çıplak ayaklarımla bu birkaç adımlık taş verandayı geçip, çimene basarım. Buz gibi, kırağı çalmış çimenlerin ayak parmaklarım arasında ezilip büzülerek, yine de kadere baş eğmeden göğe bakmaya çalışmalarını izlerim. Ayaklarımı kaldırdığımda yeniden, yavaş yavaş, yukarı doğru yükselmeye başlamalarını.. Vazgeçmemelerini.

Elimdeki fincanın sıcaklığını, havanın soğukluğunu, çimenlerin ıslaklığını hissetmeyi severim. Her sabah. 

Bu sabah, uzun zaman sonra ilk defa günün doğuşuna şahit olmayı başardım. Günler sonunda uzuyor! diye bir sevinç nidası dalgalandı içimde.. Bundan sonra karanlığa uyanmayacağım.. 

Öyle güzel başladı ki bu sabah. Sen de turuncu, ben diyeyim nar çiçeği. Eninde sonunda kameranın alabildiği renk skalası gözün çok altında elbet; kavuniçi dedi çıktı o da. Bir mutabakata varamadık belki ama ortak düşüncemiz: sabahın bu sessiz, yalnız ve havada asılı kalmışçasına durgun saatinin, dünyanın en mükemmel ânı olduğunda fikir birliği ettik. Sen de gör istedim:


Daha sonra, gün yavaşça aydınlanıp yaş çimene basan ayak parmaklarım adamakıllı üşümeye ve hissizleşmeye başlayınca, yine aynı birkaç adımlık verandayı - bu sefer taşın aslında hiç de soğuk gelmediğine şaşırarak - geri yürüdüm, kapının önündeki paspasta ıslak - ama nedense hiç çamur olmayan - ayaklarımı kurulayıp, eve geri girdim. Pencereleri açtım, evi havalandırırken, bir yandan da demlenen çayın kekremsi kokusunda eski bir dosta kavuşmuşcasına huzur duydum. 

Çay kokusunun görülmeyen ama hissedilen yoldaşlığında, yavaş ama alışkın devinimlerle çocuklarımın beslenme çantalarını hazırladım, uykulu odaların kapılarını açtım ve günaydın! dedim.

İşte böyle başladı günüm..