Öğlenden beri Alice'in Tavşanı'nı oynuyorum, gözüm sürekli saatimde, sürekli koşturmam gerekiyor ve sürekli geç kalıyorum. Çünkü yarın özel bir gün. Bir kahve içimlik ve iki satır çiziktirmelik ara verdim ve çok severek takip ettiğim İmgeleme! bloğundan öğrendiğim BASE İstanbul'daki beselected sergisini gezdim. Muhteşem eserler var, keşke sanal değil de gerçekten görebilseydim. 12 Haziran'a dek benim için siz gezebilirsiniz belki?
Gidebilseydim, özellikle Mardin'li sanatçı Tıfak Arslan'ın "Mavi gökyüzünde bir kadın" ismindeki şu eserinin önünde dururdum dakikalarca:
Fakat Kuş Kafesi (Kübra Kılıç), Öpücük (Aslışah Erdem) ve Batıl Serisi, Anane Babanne (Anıl Önen) de çok hoşuma gitti. Ufak paragraflar almışlar sanatçıların röportajlarından, hepsi çok genç ve hepsi çok yetenekli bence.. İçim açılıyor bu gençlerin eserlerine baktıkça..
Akşam. Kıpır kıpırım. Evdeyse bir sessizlik hakim. F. her zamanki gibi metaverse dünyasında, çocuklar uyuyor ve ben çilekli pastanın kekinin pişmesini bekliyorum. Muhteşem kokuyor mutfak. Mutluluk kokuyor.
Ve ben kekin başucunda beklerken, Paul Auster ile Coetzee'nin birbirlerine yazdıkları mektupları, "Here and Now" (Şimdi ve Burada)'yı okuyorum. Birden karşıma şu cümle çıkıyor:
"Do things like this happen to you, or am I the only one?"
O an işte, çilek püresinin kokusuna vanilyalı kekin kokusu, bir ilk yaz gecesinin ılık ıhlamur kokusuna ise özlem karışıyor. Tüm bu koku ve hisler bulutu her yere yayılıyor. Dalga dalga.. Dayanılmaz bir hâl alıyor.. Böyle geceler diyorum, herkese oluyor mu? Peki herkes nasıl başa çıkıyor?