Ben demiştim, benim gibilere işsiz uğraşsız kalmak yaramaz diye. Hastalığın 48. saatinde, aralıksız seyretmesi 19 saat süren bir diziyi bitirince, gözlerime acıdım ve biraz da kulaklarım çalışsın diyerek, uzun zamandır kullanmadığım storytel'i yeniden açıp, uzun zaman önce okuduğum bir kitabı (bir kış gecesi eğer bir yolcu, italo calvino) dinlemeye başladım.
Bir yandan da elimdeki duble espresso bardağıyla oynuyorum..
Şöyle bir şeyler çalındı kulağıma, okurken fark etmediğim: "espresso makineleri, lokomotiflerle uzak akraba olmalarıyla övünür.."
Artık makineler çok sessiz çalışsa da, eski zamanlara özgü o sesi duymayı sevenlerden misin sen de?
Sırf o sesi duymak için gittiğim çok eski bir kahveci vardı. Şu kahvecilerin hepsinin kendini efendi ilan etmediği ve her şehirde bir sokağı ele geçirmedikleri zamanlardan kalma.. Eski bir sahibi vardı dükkanın; dirseklerine dek sıvanmış, jilet gibi ütülü bembeyaz bir gömleği vardı. Kıvırcık kır saçları, tepeden kel yumurta biçiminde kafası, burnunun ucuna indirdiği siyah çerçeveli kocaman gözlükleri vardı. Belinde siyah beyaz, küçük kareli bir önlük olurdu hep. Belden aşağısını bilmiyorum, hiç görmedim ama hayâl edebilirim. Siyah pantolon, pırıl pırıl parlayan siyah makosenler.. Levantendi. Çok kibar, efendi değil beyefendi bir adamdı... Nerden nereye.......
O tetikledi. Bir süre kahve yazacağım sana.
Umarım seviyorsundur..
Sevmiyorsan çayını alarak da okuyabilirsin, bence hepsi bir, süt ve şeker katılmadığı, özenle hazırlandığı, saygı ve sevgiyle sunulduğu sürece..