Zweig, Satranç'ta Gestapo tarafından sorgulanmak üzere tek başına aylarca bir hücreye kapatılan, bu hücrede çıldırmamak için, sorgulardan biri sırasında askıda kurumaya bırakılan bir gardiyan ceketinin cebinden konusunu bilmediği bir kitap çalan ve bu kitabın bir satranç kitabı çıkması sonucu satrançla ilgilenmeye başlayan bir adamın, tehlikeli bir uyarılmadan kaynaklanan bir bilinç bölünmesi yaşayarak kendi zihninde hem siyah hem beyaz olarak oynamaya başlaması ve iki "ben"den birinin ötekine meydan okuması hattâ yenilmesi sonucu hissettiklerini, gittikçe daha da takıntılı bir şekilde satrança bağlanmasını (satranç zehirlenmesi) muhteşem bir dille anlatır.
Bir obsesyon, takıntı, akıl hastalığı olarak okuyabilirsin bunu ve çok etkilenirsin.
Ama bir de şöyle okuyabilirsin:
Hem siyah, hem beyaz olmak; tek bedende iki zıt kutup olmak ve bunun insanın üzerindeki ağırlığı..
Nadiren de olsa, bazen hem siyah hem beyazı görmek, tanımlayabilmek, anlayabilmek bile bu kadar yorarken beni, bunun ötesine geçip hem siyah hem beyaz olmanın nasıl bir his olabileceğini düşünemiyorum..
Tanrısal..?
Ekleme: Bu kitabı ikinciye okumak yerine Okan Bayülgen'in sesinden Storytel'de dinledim, bu kadar mı güzel okunur, tonlanır, içine girilir?! Muhteşem.....
Ekleme 2: Kediler bu yaz son Bursa ziyaretimizde doğan, ikidebir araba jantlarının arasından çıkartıp durduğum yavrular.. Babam yollamış, sadece 3 ayda nasıl da kocaman olmuşlar..