İçerik

25 Ekim 2024 Cuma

Mükemmel Günler

Birkaç gündür tek sorunum şu: 

"Başkaları mutsuzken, ben mutlu olmaya nasıl cüret edebilirim? Bu küstahlık değil midir?"

Bu hissi yaşıyor musun :( Nasıl üstesinden geliyorsun ne olur söyle........

(Bloğu tarihinde ilk ve son defa yoruma açtım, kimlik bırakmak zorunda değilsin, ben artık bu duygunun altından tek başıma kalkamıyorum......)

Meraklısına. Sevgili İ.’nin gönderdiği 48 saatlik mubi deneme üyeliği sayesinde sonunda ben de Perfect Days’i izledim - ki en doğru zamandı, çünkü bir eserin (film / kitap özellikle) çıktığı ve popüler olduğu o ilk ateşli zamanlarının geçmesini beklerim hep - ve katman katman derinliğine daldığımı hissettim. Bu hoşuma gitti. İzninle biraz uzatacağım bugün..... Doluyum, boşaltamıyorum. 

Bloglarda ya da başka mecralarda bazı yorumlara maruz kalmıştım tabii, az çok biliyordum da bu kadar derin ve yine maalesef doğru anlaşılamamış bir filmle karşılaşacağımı tahmin etmemiştim.

Ben filmden genel anlamdan daha farklı bir anlam çıkarttım; çünkü bir iki bilgi kırıntım daha var filmi tamamlayabilecek. Japonya’da bir atasözü vardır misal; mutlu olmak için başkasının tuvaletini temizlemek gerektiği ile ilgili, çift anlamlı. Bu söz bilinmeden nasıl anlaşılabilir bir adamın zengin ve avantajlı bir hayatı basit ve rutin şeyler için geride bırakma isteği. Ya da son sahnede; gülerken ağlamak.. Ya da rutinin biraz aksadığı da ve küçük şeyler’e vakit bulunmadığında herkes gibi sinirli mutsuz bir insana dönüşmek! 

Faulkner’ın Çılgın Palmiyeler’i ve diğer tüm yan medya aslında bir nakış gibi işlenmiş, tam yerine atılmış bir düğüm her biri; tüm bunları okumadan, o şarkıları gençliğin boyunca dinlemiş olmadan, zengin ve varlıklı bir yaşamdan basit ve dar bir yaşamı seçmiş olmadan, nasıl anlayabilirsin ki bu filmi. O nedenle anladım neden bu kadar az insanın filmin gerçek anlamını anlayabildiğini.. Çünkü yaşamadan bilemezsin bazı şeyleri. Sevgili İ., her ne kadar "ben yaşamı filmlerle öğreniyor, anlamlandırıyorum" dese de - o başka bir zeka türü mutlaka.... Ben yaşayarak öğrenebiliyorum, hoş onu da yarım yamalak işte.......

Hani diyor ya: ölüyorum ve hayatta anlayamadığım çok şey var… Öyle bir şey işte. Öyle bir şey..

24 Ekim 2024 Perşembe

Durak

23.10.24

“Hayat böyle duraklarla doludur. Durursunuz, biraz soluklanırsınız, sonra soluk soluğa bir keder, koştura koştura bir karanlık, herkes ne kadar mutsuz, sokaklar ne kadar kalabalık!” - Veciz Sözler, Barış Bıçakçı.

23 Ekim 2024 Çarşamba

Gri ağlak günler

Güncelleme: İnsanın dileğini gerçekleştiren uzaktaki yakınları olması ne güzel şey! 2 filmim birden oldu, çok teşekkürler :)

..

Böyle pis bir gri. Hüzünlü ağır bir gri. Bulamaç gibi. Benzerlerinin ilki diyebilirim, mevsim ve coğrafya şartları düşünüldüğünde. 

Üyesi olduğum pek flix kanalın vasatlığında, yeni arayışlar içindeyim gecelerimi şenlendirmek için. Bu gece güzel bir doğu alman dizisi izliyorum Kleo. Fakat biter yakında.. Bana ara sıra film mi göndersen? Ama virüssüz ve illegal olmayan bir link eşliğinde :)) Böyle böyle adım mükemmelliyetçiye çıktı, peh. Halbuki çok şey mi istiyorum? Bu coğrafyada adım adım yaklaşmakta olan kış akşamlarında, başka nasıl hayatta kalır insan....?

22 Ekim 2024 Salı

Boşver, anlamazsın..

Meral ile, Fransa'dan yeni gelen Sinan arasındaki konuşma:

..

"Kim yaktı?"

"Faşistler dendi ama geistler de olabilirdi, hepsi o kadar aynı ve bağnaz ki. İşte her şey o zaman yeniden başladı. Bir süre sonra hayvanları yaktılar. Hayır hayır, önce profesörü öldürdüler, sonra hayvanları yaktılar. Ondan sonra gazeteciyi öldürdüler, sonra kızı vurdular, ondan bir yıl önce zaten işçiyi öldürmüşlerdi. Yine de kız en acısıydı. Yirmi yaşında, gencecik. Daha kötüsü var. Kızın annesiyle babası gencecik çocuklarını vuran otoriteye karşı tavır alacaklarına, "kızımızı bu yola kim düşürdü?" diye dövündüler!"

"Hangi yola?"

"Yani 1 Mayıs'ta yürüyüş yapmak düşüncesini kim ona aşıladı diye arandılar. Boşver, anlamazsın.. Kızdan bu yana neler oldu zaten.. Her gün birini öldürüyorlar. İşin ucunu kaçırdım ben, ilgilenmiyorum. Ama nasıl başladığını biliyorum. Önce ormanları yokettiler. Sonra denizleri kirlettiler, havayı solunmaz hale getirdiler, suları tükettiler, kitapları yaktılar, okumayı öldürdüler, yazıyı öldürdüler, gazeteleri öldürdüler....."

Sinek Sarayı, Mine G. Kırıkkanat.


mavi helikopter böceği <3 nasıl güzel bir canlı, anlayana..
bu da yakından hali :)) 
doğa bazen..... 

21 Ekim 2024 Pazartesi

Turuncu :) şaka şaka

Korkma bu haftayı da turuncuyla geçiştirmeyeceğim (aslında belli de olmaz benim işlerim) fakat Almanya’ya iki çift lafım var bugün.

Almanya bu ne yaaa? Gözünü seveyim bu ne? 

Stephen King’ten uyarlanan Mist (Sis) filminin seti gibi bir tavırlar, haller. Bu ne Allasen?

Bana bunlarla gelme. Ben Akdeniz kadınıyım, ben buyum bu sabah. Sana rağmen buyum!

20 Ekim 2024 Pazar

Kırmızı - 6

Kırmızıyı bırakmıştım ama o beni bırakmamış :)

Pastırma yazının renklerini kaçırmıyorsun değil mi?

*

Ve minicik bir soru, güne: “Hadi o kadını yıllarca görmedik, unuttuk diyelim. Kendimi nasıl görmeyeceğim?” - Behçet Çelik

19 Ekim 2024 Cumartesi

Yazıcı

Günün tek olayı, yazıcıyla sınanmak olmamalı diye düşündüm ama evet, aramızdaki münasebet koca günümü yedi yahu. Yazıcıyla inatlaşmak, gidip gelip yine başarısızlığa uğramak ve “yahu neden bırakamıyorum, ille çözmeye çalışıyorum” gibi genel ve varoluşsal bir yaşam felsefesine bağlamak dışında, başka hiçbir şey yapamadım bütün gün! Hayatımdan bir günü çaldın yazıcı!!

Mizah da olmasa…. :))


90’lar ne enerjikti tey tey tey..

18 Ekim 2024 Cuma

Kırmızı - 5

Bugünlerde sokaklar kırmızıya boyalı..

Bu şehirde sokaklara edebiyat ve müzikten isimler veriliyor, bunu seviyorum. Ama daha çok sevdiğim, bir zamanlar Beyoğlu'ndaki sokak isimleri.. Bilmiyorum hâlâ aynı mıdır, Beyoğlu'na gitmeyeli tam 16 sene oldu! Yolu düşen olursa, benim için Sormagir Sokak ile Pürtelaş Sokağını bulursa, ne güzel olur........

Meraklısına. Beyoğlu ve çevresindeki tuhaf isimli sokaklar için buraya tıktık. "Bu isimleri nereden buldular?" sorusunun cevabını ise şöyle tahayyül ediyorum. Ahmet Efendi; 1960 yıllarında, ortayaşlı, bezgin bir İstanbul Büyükşehir Belediyesi memurudur ve bir gün amiri ondan Beyoğlu ve çevresindeki sokakları tasnif etmesini ister. Ahmet Efendi de uzun siyah paltosu, tel çerçeveli gözlükleri ve dökülmüş saçlarını gizlemek için taktığı fötr şapkası eşliğinde yola koyulur. Fakat bu bezgin halinin gerisinde, aslında yazar olmak isteyen bir katibin, biraz sisteme küskün, biraz hayata dargın haleti ruhiyesi gizlidir ve Ahmet Efendi özünde esprili bir insandır.. Aklına güzel bir fikir gelir; sistemle dalga geçmek ve bürokrasiye dil çıkarmak ister. Her bir sokağı, o sokakta karşısına çıkan insanlardan feyz alarak, tek tek tasnif eder ve en baştan adlandırır devlet evrakında bu sokakları. Bilir ki; nasılsa devlet içinden kimse bu evrağı bir on onbeş sene kontrol etmeyecektir. Tahmini tutar, 1990’larda tabelalar yenilenene dek kimse bu sokaklara ait evrağı kontrol etmez. Edildiğinde ise artık çok geçtir; tabelalar basılmış, hazırlanmış ve asılmıştır ve yetkili hiç kimse de en baştan tabela bastırmanın maddi yükünü İBB’nin karşılayamayacağıno bilir. İşte bu sokaklar Ahmet Efendi’nin 35 senelik memuriyet hayatında vatandaşlar adına devlet babaya taktığı en güzel kazıktır :))

Budur işte; "çatık kaş sokağı", "merkep bağırtan sokağı", "gece kuşu sokağı" ve nicelerinin hikayesi ;) 

Olamaz mı, olabilir?

17 Ekim 2024 Perşembe

Kırmızı - 4

Kırmızı denince aklına ilk gelen kelime? 

Benimki ruj. Makyaj yapan biri değilim ama ara sıra kırmızı rujumu sürüyorum ve bu bana kendimi nedense daha mutlu hissettiriyor. Sürmediğim zaman bir eksiklik hissediyor muyum? Hayır. Ama sürdüğümde sanki dünya daha canlı renklere bürünüyormuş gibi geliyor bana.. 

Kim demiş görme organı göz diye? 

Görme; biçim biçim. 

Meraklısına. Zaten çok sevdiğim Mine Söğüt’ten şahane bir podcast serisi dinliyorum bu sıra. Görme biçimleri ile başlamak istersen buraya.

16 Ekim 2024 Çarşamba

Kırmızı - 3

Sabah erken ya da akşam geç trafiğini; saatlerce dur kalkı değil tabii, ama kısa mesafe ve yarım saati geçmeyen “tıkalı” yolları; severim. Gecenin karasına, kırmızı farların ışıltısının katılmasını, egzost buharlarının hayalet danslarını ve iyi bir radyo programının (Türkiye’de TRT3, burada Avusturya radyosu FM4, çocuklar yoksa Klassik Radio Bayern) tüm bunlara tatlı tatlı eşliğini severim. 

Bugün önümdeki araçta, bana her zaman aşırı itici gelmiş olan “dikkat bebek / preMses” yazısının sevimli bir versiyonu vardı. Dikkatli bakarsan göreceksin; “iki ebeveynli, iki çocuklu ve bir köpekli aileyiz biz” demiş araç sahibi. Sabah sabah, kırmızı kırmızı, sevimli mi sevimli buldum.

15 Ekim 2024 Salı

Kırmızı - 2

Bu haftayı kırmızıya ayırmaya karar verdim ;)

Kızılcık mevsimi ve ben marmelat ve şerbetinden başka bir şey yapmayı bilmiyorum.. Farklı tarifler bulmalı, denemeli, sevmeli…..

Kaynatırken pıt pıt patlamaları, seni de her sefer önce şaşırtıp sonra neşelendirmiyor mu?

Meraklısına.

14 Ekim 2024 Pazartesi

Kırmızı

Bu bana da oluyor:

.. bütün kadınların siyah ya da kahverengi paltolara büründükleri bu kentte, kırmızı giydiği için, çok sevecektim onu..” - Sinek Sarayı, Mine G. Kırıkkanat.

Yılın son kırmızıları artık.. 
Bu sabah bahçemde..

13 Ekim 2024 Pazar

Kadın denen şey..

Dört adam oturmuşlar bir Flamenko Quartet kurmuşlar tıntıntın memur gibi çalıyorlar. Normalde sevilecek bir şeyi öyle ölgün bir enerjiyle çalıyorlar ki zul oluyor dinleyene..

Ta ki o çıkıp sahnenin ortasını yangın yerine çevirene dek.. Tüm enerji değişiyor salonda, elbet çalan adamlarda da. “Ve Tanrı kadını yarattı..” geçiyor içimden..

12 Ekim 2024 Cumartesi

Bert'i düşünmek

Bertolt Brecht'le yakın ilişkiler içindeyiz son iki senedir, biyografisini yeni okuyabildim.. Oldukça ilginç bir sanatçı, huzursuz ve rahatsız ama kadınlar ve entelektüel çevreler için vazgeçilemez bir zat. İlginç bir biyografiydi, tavsiye ederim. Burada.

Dillere pelesenk olan ve çok doğru bulduğum şu sözün, ona ait olduğunu da bu vesileyle öğrenmiş oldum.

"İnsan artık kimse onu düşünmediğinde gerçekten ölür."

11 Ekim 2024 Cuma

150 sene öncesi


20-50 değil tam 150 sene öncesine döndüğümüzün kanıtını, “Mahur Beste”de buldum bu sabah :,(

“.. Her zamanki gibi bedbindi.

Bu ruh haletinde Avrupa seyahatinin tesiri vardı. Yabancı memleketlerde geçirdiği yıllar, ona içinde yaşadığı ve her parçasına o kadar sıkı sıkıya bağlı olduğu âlemin nasıl bir ahenksizliğin kurbanı olduğunu iyice öğretmişti. Hiçbir felâketli hâdise, hiçbir mağlûbiyet, hiçbir kayıp; yıkılışı bütün cemiyet hayatının üstünden aşıp daha derinlere, asıl insanı insan yapan değerler cetveline kadar giden bu iflâs kadar ağır, ümitsiz olamazdı. Onu yeniden kurmak için çok başka yollara gitmek, çok derinden değişmek, her şeyi olduğu gibi bırakıp yeniden işe başlamak lâzımdı. Halbuki bu kolay değildi.

Çok zeki, çok çalışkan insanlar. Hemen hepsiyle konuştum. İman ettikleri şeye kendilerini tam vermiş görünüyorlar. Fakat…

İsmail Molla, Sabri Hocanın şifasız bedbinliğinin nereden fışkıracağını merak ediyordu:

Fakat ne, neyi beğenmedin?

Asıl hedefi göremiyorlar. Sadece Abdülhamit ile meşgul oluyorlar. Onu yıkmak, onu devirmekten başka bir şey düşünmüyorlar. Abdülhamit tek adam… Beride otuz milyon adam var.”

- Ahmet Hamdi Tanpınar.

10 Ekim 2024 Perşembe

Gündem belirleme

Ferhan Şensoy’un Falınızda Rönesans Var’ını okurken şunu fark ettim. 80-90’larda ne çok trafik kazası haberi çıkardı gazetelerde.. Her gün 20-30 kişi trafik canavarının kurbanı olurdu. Gündemimiz neredeyse tamamen bu canavarı durdurmaya odaklıydı.

Artık olmuyor mu bu kazalar? Gazetelerde haber bültenlerinde falan yer tutmuyorsa olmuyor mu demek, yoksa gündemi başka haberlerle yönetmeyi tercih ettikleri için yer mi bulmuyor? Düşündürücü.

H.R.Gürpınar’ın “Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç” adlı romanında, 5 Mayıs 1910’da yaşanan Halley Kuyruklu Yıldızı’nın dünyaya çarpacağı haberlerinin hicvedilişi ne güzel anlatılmıştı…. Yine okumalı..

9 Ekim 2024 Çarşamba

Şarap mı, kahve mi?

Bu sabah radyoda duyunca hoşuma gitti, aktarayım dedim. 

İspanya Andalucia yakınlarında bir aile evlerini restore ettirirken mezar kalıntılarına rastlıyorlar ve arkeologlar bu mezarların birinde 2000 senelik bir kavanoz buluyor. Kavanozun içinde kırmızımsı bir sıvı var ve test edildikten sonra onun şarap olduğu anlaşılıyor. İki arkeologdan biri diğerine "şerefe birer kadehçik içsek mi?" diyor, test ediyorlar, biyolojik ve kimyasal açıdan içilebilir bulunuyor. Fakat kananozda aynı zamanda 2000 senelik bir de ölünün külleri olduğu için, arkeolog "ben şimdilik almayayım" diyor. Haber burada.

Bir de dünyanın en kaliteli kahvelerinden biri var, Kopi Luwak. Onun hikayesi de enteresan, civet türü yarı vahşi bir kedigil tarafından yenen kahve yemişleri, bu hayvanın bağırsaklarındaki bir maddeyle fermante olduğu için, dışkılandığı zaman toplanıyor ve o şekilde harmanlanıp meraklılarına sunuluyor. Tadı, dünyanın en harika tadı olduğu iddia edilen bu kahve, ciddi fiyatlara alıcı buluyor. 

Şimdi sana sorum şu; şarabı mı alırsın kahveyi mi? :))

8 Ekim 2024 Salı

Homo economicus

İnsan sermayesinin büyük bölümü, kişinin bedeni, zekası ve genetik materyali ve elbette ırkı veya sınıfına bağlıdır ve geliştirilemez diyen klasik liberal görüşe aykırı olarak, Foucault bu doğal sınırın, kişinin birincil yatırımını dönüştürmesini olanaklı kılan, estetik cerrahiden genetik mühendisliğe kadar teknolojiden alınan her tür yardımla aşılmak için varolduğunu öne sürer. "Homo economicus bir girişimcidir, kendine yatırım yapar." - Toplumumuzdaki bireyselleşmenin nedeni.

Brown’a göre, neoliberalizm demokratikleşmenin durdurulmasını gerektirir çünkü kamusal fayda, haklar ve müzakere gibi terimlerin artık hiçbir anlamı kalmamıştır. “Neoliberal örnek vatandaş çeşitli toplumsal, siyasi ve ekonomik seçenekler karşısında kendi yararına strateji oluşturan vatandaştır, diğerleriyle birlikte bu seçenekleri değiştirme ya da örgütleme çabasına giren vatandaş değil.” - Bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığı.

Durum tam olarak bu. Sanırım idealizmin öldüğünü ve bireysellik ile liberalizm bazında yeni ve vasat - ve vasatlığından sıkıntı duymayan, tamamen ego odaklı primitif bir ideolojinin hakimiyetini kabul etme zamanı..... Maalesef.

Peki çözüm? Ya da "homo ethicus"? Nasıl insanları yeniden "idealizm" , "birlikte ilerleme", "biz olma" bakış açısına geri kavuşturacağız? Bu beni çok düşündürüyor... çok...

Hamiş. Enis Bey'e yolladığı bu makale için teşekkürlerimle. Yukarıdaki paragraflar bu makaleden.

Hamiş 2. Homo Economicus'a daha kısa ve basit bir giriş için de buraya tıklayabilirsin.

Hamiş 3. Homo Ethicus'a nasıl kavuşacağımıza dair bir makale için de buraya tıklayabilirsin.

6 Ekim 2024 Pazar

Prenses geri döndü ;)

Sadece burayı okuyanlar için bir duyuru bu; Prenses geri döndü... 

Mektup yazıyor bu sefer. Kendinden başladıçünkü çuvaldızı bir batıralım önce... Sonra şöyle devam edecek; içinde ne kadar mektup yazmak istediği insan varsaaaa, tek tek yazacak hepsine. Önem sırası yok, aklına geldiği sırayla yazacak; bazen onun için ennnn önemli insanlara, bazen sokaktan geçerken gözünün takıldığı insanlara, bazen hayatını değiştiren insanlara, bazen de şöyle ağız dolusu küfredemediklerine :) Çünkü bunca zamandır tut tut tut, neye ve kime yarar? Hiç.. Saldı gitti Prenses.. Okumak istersen gelirsin :) Umuma açık yazıyor artık.

Günün olayı da buydu.. Dağılabiliriz.

yıllardan beri ilk defa siklamen.. 
bir şeyler değişiyor demek ki

Balıksırtı

Bir balıksırtı saç örgüsü insanı ağlatabilir mi....?

Balıksırtı; yaşadığım bölgede tüm kadınların çok iyi bildiği ve kutlamalarda sıklıkla yaptıkları bir saç şekli.

Ben yapamıyorum.. Hiç yapmadım, nasıl yapılır bilmiyorum..

Kızım bugün yapmamı çok istedi.

Önce utandım; ben bilmiyorum demek ve onu hayal kırıklığına uğratmak istemedim.. Sonra hiddetlendim; ben yapamıyorum, beceremiyorum, ne biçim anneyim dedim. Sonra üzüldüm; nasıl öğrenebilirdim ki; bunu bana neden kimse yapmadı veya bana öğretebilecek herhangi bir kimse neden yok hayatımda diye isyan ettim. Sonra youtube'tan öğrenmeye çalıştım, başaramadım, denedim, yanıldım, denedim, sanki başardım ama çok çirkin çok kaba oldu derken, bir şekilde çözdüm..... Kendi kendimin ilacı oldum.

Son yıllarda hemen her konuda olduğu gibi.... 

O anki duygularım çok ilginçti; işte dedim, artık bu topluluğa aitim. Belki anne olarak beceremedim ama bir gün anane ya da babanne olarak talep edildiğinde, becereceğim... Artık ben de herkes gibiyim.....

5 Ekim 2024 Cumartesi

Kil kar kün

Kille çalışmakta insanın parmaklarını yoran ama kalbini hafifleten bir şeyler var….

Şunu yapmaya çalıştım dün, sanırım biraz başardım da; en azından kabası başarılı oldu.. Fırından nasıl çıkar bilemem..

Şimdi tek eksiğimiz karlı bir kış akşamı, üzerinde beyaz kazağıyla pencere kenarına oturmuş, bu fincanla sakin sakin melisa çayı içen bir ben :)

O da olur inşallah..

4 Ekim 2024 Cuma

Başkalarına bilge

Söz konusu başkalarının derdi olunca, nasıl da bilge ve hoşgörülü oluruz..

Stefan Zweig

Yine bugünlerde ben..

3 Ekim 2024 Perşembe

Göğe bakalım

Windows milattan önce bilmemkaçın böyle bir bekleme ekranı vardı, bilmem hatırlar mısın? :)

Ben bugün sanırım onun yakınından geçtim arabayla:

2 Ekim 2024 Çarşamba

Neşe

Bahar dizisini izliyordum dün; evet biraz bozmuş sanki yeni sezonda ama ben 90’lar çocuğu, balık burcu bir insan olarak böyle kanırtan aşk hikayelerini seviyorum, Ooh be sonunda öpüştüler diye gözlerim falan sulanabiliyor. Bu tür sündürülmüş aşk hikayelerine bir zaafım var (özellikle mevsim de sonbaharsa). Ne yapalım ben de böyleyim ;) 

Fakat dizide güzel bir cümle de geçti; öfkeyi, dedi Bahar’ımız, neşe ile yeneriz. Bu çok doğru. Hani bazen içindeki öfkeyi nasıl sağaltacağını bilemezsin ya.. Volkan gibi yükselir, patlar, yakar kavurur ya.. İşte onun ilacı neşe.

Renk skalası vardır hani; işte kırmızının karşıt rengi yeşil, turuncununki mor falan.. Duygu skalasının da öyle karşıtları var. Öfkeninki de neşe gerçekten.. Fakat öfke de neşe de aslında "ikinci el" duygular. İlk el duyguları anlamadan tam karşıtını - onu çözen formülü - de bulamazsın. 

Yardım edeyim: Öfkenin altında yatan asıl duygu korkudur. Neşenin altındaki ise iç huzur.. Sen dğer hissettiklerini de bulursun, bu şekilde..

Bahar'ı izlerken biryandan da ıspanak reyhan pazı ve roka (evet roka!)yı az soteledim, 
üstüne çerileri biraz balla (evet bal!) çevirip ekledim;
muhteşem bir meze oldu.. #uydurukyemekler

1 Ekim 2024 Salı

Eğitim

Hoş geldin Ekim, daha düzenli yazmak istiyorum.

Dün bu mini belgeseli izledim (insan belgeselleri; en sevdiğim) ve şu cümleye vuruldum: "Onlara bir şey öğretebilirim diye gelmedim, onlardan öğrenebilirim diye geldim."

Her şeyin başını eğitim olarak görenler, halkı eğitilmesi gereken bir cahiller topluluğu olarak görenler, belki de bu belgeselden bir şeyler "öğrenirdi"ler.. Kim bilir... Bazen karşı tarafı kendi tarafımıza çekmekle o kadar meşgulüz ki, karşıtın güzelliğini ve derinliğini göremiyoruz.