İçerik

30 Mayıs 2025 Cuma

Birde iki - 2

Kendim ateş gibi canlı ve hareketliyken, sakin ve yavaş insanlara özeniyorum dedim ya dün.

Aslında itiraf edeyim: sakinlikten de sıkılıyorum, bir süre sonra (depolarım dolunca) "huzurdan öleceğiz yahu" hissi geliyor ve bir hareket, bir umut, bir canlılık arıyor ruhum. 

Güleceksin ama haklısın, ben her şeyi Dostoyevski'ye bağlayabilirim şu hayatta. Ama ne yapayım, ikilikler denince Dostoyevski'ye gitmez mi tüm yollar? Bak o da Tolstoy gibi geriye dönük, durgun bir enerji ile, Turgenyev gibi ileriye dönük hareketli bir enerji arasında durur ya hep.. Bir ona, bir öbürüne, tatlı tatlı salınır durur bilirsin..


Dostoyevski yazdığında o tatlı salınım çok doğal gelse de, doğrusu, dengesi işte bu! desek de, gerçekte yetişkin insanların çoğu için, salıncak korkutucu bir imgedir. "Birinden birini seç, en kötü seçim bile, seçim yapamamaktan iyidir" der dururlar.. Kutuplaşamayanı bazen rahat bırakmazlar.. İki arada bir deredeliklere güvenemez, "adamın sabit bir fikri bile yok" derler.. 

Salıncaktakiler, salıncakta olmayanlara güvensizlik verir, salıncaktakiler ise yerdekileri sabit fikirli ve muhafazakar bulurlar.. Dostoyevski romanlarında olduğu gibi, birden fikir değiştirenler, birden karşı kutba geçenler, rahatsız eder toplumun sabit noktalarını... Korkutur..

Demek ki, sabit durmak ve salınıp durmak, hayatın çözümsüz ikilemlerinden biri.. Doğrusu ne o zaman? Ya da ortası ne bu işin? Dengesi ne? 

Bence üçüncü, dördüncü değişkenleri ekleyerek bulabiliriz bunu: zaman ve durum değişkenlerini. Kısaca: durumdan duruma bağlı olarak, zaman zaman kutup değiştirerek yaşamak. Bazen idefix gibi inandığımız doğrunun peşinde, ağır ve inatçı. Bazense rüzgarda bir yaprak gibi uçuşkan, hafif.

Şairin "Sincap Ciddiyeti" dediği, tam da bu olsa gerek......

28 Mayıs 2025 Çarşamba

Birde iki yazıları

Dün Yaşamın Tortusu'na yazdım, Neslihan'ın davetiyle, ikizler ayı boyunca "İkide bir" yazıyoruz. Güzel.

Peki ben ne yapacağım? İşi biraz bulandıracağım :))

"İkide bir" yazılarının benim için anlamı şu: "İki" yönü olan yazılar yazmak. Yani dün evet dediğime bugün hayır diyen yazılar, dün bir tarafını tartışırken, bugün diğer tarafını tartışacağım yazılar ;) Yani "Birde İki", "Bir içinde iki", "İkilem" yazıları.

Bunu yapmamın iki nedeni var; iki günde bir diğer bloğa yazacaksam, buraya enerjim kalmaz hergün yazmaya amaburayı bırakmak da istemiyorum bu bir... 

İkincisi de; bence hayat; büyük üstad Dostoyevski'nin de inandığı, yaşadığı ve yazdığı gibi, birbirine denk en az iki yönü olan (ki bence bunu çok rahat çok boyutluluğa çıkartabiliriz) bir hâl, bir durum, bir kavram, bir duygular ve anlayışlar bütünü. Dolayısıyla bugün evetse, yarın neden hayır olmasın? 

Burada yanar döner bilinen ama belki de hayatın dinamiğine bu nedenle en hakim burç olan ikizler burcuna da bir selam yollayarak, sizi bir gün orada tartıştığımın ertesi gün burada diğer açıdan tartışmasına davet ediyorum :) Yorumlara da açıyorum, bakalım neler olacak :))

27 Mayıs 2025 Salı

Mutlu etmek, mutlu olmak

"Hem anneni mutlu edip, hem de kendine ait bir hayatı yaşayamazsın." dedi dinlemekte olduğum terapist, danışanına. 

Danışan uslu uslu dinledi.

Halbuki benim zihnimdeki danışan, tam o noktada: "mutlaka bir seçim yapmak zorunda mıyım?" diye sorardı.. 

26 Mayıs 2025 Pazartesi

Pazartesi Masalı - 22

22: Yaratık

Bu haftanın masalı çok anlamsızdı; sanırım Kurtlarla Koşan Kadınlar'daki masallara özenilmiş fakat masal çok kısa ve özet mi geçilmiş, kurgu mu yok edilmiş bilemedim (mavi kurdele metaforu çok eksik kalmıştı mesela) yazarın elinde patlamış. Dolayısıyla buraya taşımayacağım fakat mesaj iyiydi.

Haftanın mesajı: 

Aşk ile incinmekten korkma. Aşkı arıyorsan, ondan kaçma, hayallerinin gerçekleşmesi olasılığından kaçma. Aşkı gerçekten hissetmek için kalbimizi açmalı ve karşılığında kırılabilme riskini de kabul etmeliyiz. İncinebilir olmamız, insan olmanın bir parçasıdır.

Haftanın görevi:

Aşk ya da diğer yakın ilişkilerinde, incinmemek için "kaçındıklarını" düşün, buna değer mi? Hayatı hissedebilmek için, olumsuz duygulardan kaçma, incinmek, üzülmek de hayata dairdir ve seni "mutluluk"tan çok daha fazla yontar, şekillendirir, olgunlaştırır.

Dünyayı olduğu gibi sevmelisin. 

"Yağmuru seviyorum diyorsun, yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun. Güneşi seviyorum diyorsun, güneş açınca gölgeye kaçıyorsun. Rüzgarı seviyorum diyorsun, rüzgar çıkınca pencereni kapatıyorsun. İşte beni sevdiğini söylediğinde, bunun için korkuyorum.." - Anonim - denmiş ama Rûmi'den de okumuştum ben ;)

25 Mayıs 2025 Pazar

Yaşamın anlamı

Haftayı Zweig ile kapatalım.

"Hayatın kendisini, anlamından daha çok sevin."

demiş ama kendisi yapmış mı, hayır..


Video: Annemler sabah bu videoyu yolladılar. "Balonla mı uçuyorsunuz?" diye sordum, "Sabahın 5'i yahu, otel odamızın penceresinden izliyoruz" dediler.. :) Bak onlar mesajı ne güzel almış....

24 Mayıs 2025 Cumartesi

Minimalizmde boyut atlayanlar

Hep diyorum ya, minimalizm çocukların yoksa mümkün diye. 

Bu aile bana bu sözümü yalattı... 3 çocukla 40 metre kare.

Yapabilir miydim, asla. Ama yapabilen varmış. 

Şapka çıkartıyorum...

23 Mayıs 2025 Cuma

Mutluluk üzerine düşünebilme lüksü

Blogdaşlarımızdan Derin Hakikatler, bir süredir mutluluk, daha doğrusu "toxic positivity" ya da daha eski deyişle olumlama baskısı üzerine düşünüyor. Dünkü yazısına yorum yaptıktan sonra, şu dikkatimi çekti: bizim mutluluk üzerine düşünüp, sürekli mutluluk halinin imkansızlığı üzerine tartışma ve mutlu/mutsuz ayrımı ve denge üzerine fikir beyan etme lüksümüz var..

Birlikte çalıştığım birçok insan için, bu bir lüks çünkü bu özgürlüğe, bu "dıştan bakabilme" haline sahip değiller. Çünkü çok mutsuzlar, klinik anlamda mutsuzlar ve ne yaparlarsa yapsınlar, bırak sürekliliği, dönem dönem bile mutlu olmayı başaramıyorlar.. 

Evet aklı başında herkes olumlama baskısına, sürekli pompalanan mutluluk arayışına karşı.. Fakat depresyonun baskısını da gerçek anlamda idrak edince, insanın aklı daha da karışıyor.... 

Bu konularda yazıp çizebilmek bile bir tür mutluluk, iç denge, huzur sahibi olduğumuzun işareti olabilir mi? Belki. Kesinlikle bir lüks olduğu ise, gerçek..


22 Mayıs 2025 Perşembe

Love, death & robots

Yeni sezonu başladı yuppiiii. Duyduk duymadık demeyin.

Tadımlık ;)


Bir de... Özlemişiz yahu, sağol LDR, hatırlamak iyi oldu:



21 Mayıs 2025 Çarşamba

Rönesans insanı, düşünsel flâneuserie ya da sadece vasatlık?

Küçük Joe'yla farklı alanlarda (b)ilgi sahibi olmanın güzelliğini konuşurken, diğerleri için düşündüğümü, kendim için düşünmediğimi fark ettim. Ben de aslında ilgi dağınıklığım için kendimi suçlama eğilimindeyim; üstelik "şıpsevdi", "maymun iştahlı" falan gibi benzetmelerle yapıyorum bunu.. Tabii ki bu benzetmeleri çocukken çevremizden duyup içselleştirdik, büyük ihtimalle.. Şimdilerdeki çocukların tamamına yapıştırılan: "odaklanma sorunu" misali.... O zaman da bize hayalci, dikkatsiz, ilgisiz denirdi.... 

Bir tür flâneur / flâneuse'üz ya da düşünsel anlamda bir fleneuserie bu yaptığımız.. Gözlemci, gördüklerini düşünmek ve bu düşüncelerin içinde vakit geçirmekten hoşlanan insanlarız..

Rönesans İnsanı'ndan bizi ayıran, bence ilgi alanlarımızdaki genel vasatlık ama bu bizden değil çağın gerçeklerinden de (hızlı sirkülasyon, değersizleştirme, hakikat ötesi çağı) kaynaklanıyor olabilir..

Olamaz mı? Olabilir...


Psikolojiyi bırakırsam ne yapabilirim diye düşünüyorum bir süredir..... Açıkcası "belli bir yeteneğim yok" sonucuna varmış ve mutsuz olmaya başlamıştım. Elimde bir sürü ilgi ve bilgi kırıntısı var ama bunlardan ortaya hiçbir iş çıkmaz gibi geliyor bana... Tam bir: battaniyeye dönüşememiş patchwork..

Bir alana odaklanıp derinleşmek mi, birçok alanda (genellikle de gözlemci sıfatıyla) yüzeysel kalmak mı? İşte bütün mesele bu.

İkincisi nedense daha renkli geliyor bana. Daha eğlenceli. Daha hayata dair.. Daha "başarı odaklı olmayan"...... 

Başarı odaklı olmak...

Dönüp dolaşıp aynı yere geliyorum. Bknz. İlk yazı.

Dipnot. Bu konu bir süre daha gündemimde kalacak sanırım.. Olgunlaştırınca "Yılın Tortusu"na yazmayı düşünüyorum. Başlayınca buradan da duyururum....

20 Mayıs 2025 Salı

Psikoloji yerine edebiyat yerine felsefe.

Beraber çalışmaktan çok zevk aldığım ve kendi gelişirken beni de çok geliştiren bir danışanım, bundan birkaç ay önceki bir seansımızda "ben psikoloji kitaplarını asla okumam çünkü edebiyat oku daha iyi, orada zaten her şey var.." demişti. Bu önermesini ben de doğru bulurum. Fakat edebiyat da psikoloji kadar yetersizdir..

Psikoloji, edebiyat (mitoloji de dahil), sanat ve hatta din aslında hep bir "anlama yöntemleri" hatta daha da temelde "düşünme yöntemleri", bu nedenle aslında hepsi felsefenin çocukları ve torunları.. Dolayısıyla bu bilimlerden herhangi biriyle ilgiliysen, temelde mutlaka iyi bir felsefe eğitimi de alman şart. 

Mark Twain'in İnsan Nedir?'ini taze bitirdim ve Kant sonrası daha da tamamlayıcı bir ekleme gibi oldu. Aslında Kant'ın tipik akılcılık ve deney(im)cilik akımlarına tepki olarak "durun beyler, ikisinin ortak noktaları da var" tepkisini, biri yaşlı diğeri genç iki insan üzerinden tartışıyor Twain ve tabii ki Kant'dan çok daha "okunabilir", çünkü edebiyat sıradan insana odaklanıyor.. Dili daha şiirsel, daha hikayeci, daha az didaktik.. Her ne kadar amaç son derece didaktik olsa da :) Çaktırmadan öğretiyor, sevecen, tonton bir öğretmen gibi... Okuruna şefkat duyuyor edebiyat, oysa felsefe okuru umursamıyor, anlayan anlar, anlamayan elenir, zaten herkese göre değildir felsefe canım......

İlginç. Ben felsefeyi edebiyata da psikolojiye de tercih ederim ama edebiyat olmadan felsefe de çok kuru, soğuk kalıyor doğrusu.. 

Üşenmesem ikinci üniversite olarak felsefeyi okuyacağım ama hali hazırda durum aynen bu olunca:

:)))

19 Mayıs 2025 Pazartesi

Pazartesi Masalı - 21

21: Domuz

Guru, meditasyonda iki rüya görmüştü. Öğrencilerini çevresine topladı ve rüyalarını anlatmaya başladı. "Bir hafta içinde öleceğim ve dünyaya bir domuz olarak geri geleceğim. Bir domuz olmak kesinlikle istemiyorum ama beni bekleyen kaderi değiştiremem" dedikten sonra, şöyle devam etti: "X köyünde öldüğüm gece doğacak üçüncü domuz ben olacağım ve burnumun üzerinde kahverengi bir leke olacak. Sizden bu köye gitmenizi ve beni bulup hemen öldürüp, özgürlüğe kavuşturmanızı istiyorum."

Öğrenciler aynen bu kehanetteki gibi gurunun öldüğü gece o köye gittiler, burnu lekeli domuzu annesini emerken, samanlar altında ve çamur içinde hoplar zıplarken buldular ve tam öldürmeye hazırlanırken, domuzdan cılız bir ses geldi: "Lütfen beni öldürme! Domuz olmanın bu kadar eğlenceli bir şey olduğunu bilmiyordum!" 

:))))

Kıssadan Hisse: 

Deneyimlerimizden çok daha fazlasıyız, olduğumuzdan çok daha farklı potansiyellerimiz var. Şu an yaşadığımız hayat, deneyimlerimizden sadece biri, dolayısıyla her an fark yaratabilir, olduğumuzdan bambaşka bir şekilde de mutlu, üretken, verimli olabiliriz. Kendini "şu anki halinle" kısıtlama..

Haftanın Görevi:

Hayatının başka bir "boyutunda" olsan, yapmaktan hoşlanabileceğin başka işleri düşün, hayâlinde kendini bu işleri yaparken canlandır. Seçilmemiş bu yolların her biri, yine de senin bir parçan. 

Bir günlüğüne iş değiştir, meselâ gönüllü bir iş yap, bambaşka bir mesleği denemek için zaman ayır (ellerinle yapacağın bir iş meselâ). Bu "alternatif sen"in nasıl hissettirdiğine bak..

Kendime Hatırlatma: 

Bu sıra bu mesaj çok fazla mı önüme çıkıyor, son eklediğim videoda da "bir farklılık yaratmak için, önce o farklılığı bir dene, bak bakalım hakikaten sevecek misin?" denmiyor muydu! Hatta daha dün, şu mesleki eğitim deneyiminde de "of bu alan çok sıkıcı bir hale gelmiş, bambaşka bir alanda bir şeyler yapsam nasıl olurdu" demedim mi? Hayat bana bir mesaj vermek istiyorsun, duyuyorum seni :) Duyuyorum da, nereden başlayacağımı bilmiyordum.. Bu haftanın göreviyle başlayayım haydi....

18 Mayıs 2025 Pazar

Beyaz Bisiklet ve At Kestanesi'nin Hikayesi

Önce, biri getirdi bu eski bisikleti oraya koydu, kilitle de bağladı ve bir süre bisiklet orada unutuldu.

Sonra, iki adam geldi, bisikleti püskürtme boyayla beyaza boyadı ve bir süre daha öylece bıraktı.

Ondan sonra, biz sokak sakinleri, bunun bir sanat olup olmadığını sorgulamaya başladık.

Daha da sonra, bu beyaz bisikleti parkımızın süsü olarak kabul ettik.

En sonunda ise, bu beyaz bisikletlerin araçlar tarafından öldürülen bisikletliler anısına, öldükleri yere bırakıldığını öğrendik.. 

Üzüldük.

Fakat o noktadan da artık daha dikkatli, daha yavaş geçmeye başladık.....

Tüm bunların sonunda ise..

Bütün iyi kitapların sonunda, bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda, meltemi senden esen, soluğu sende olan bir başlangıç vardır.. (Edip Cansever) dedik. 

Ve at kestanesi; çiçek açtı........ 

17 Mayıs 2025 Cumartesi

Antony….. :,(

Ben hâlâ...... 

Dönem dönem "Parts Unknown"u izliyorum. Hem ülkeleri elbette ama hem de Antony'yi... Bazılarında çok neşeli ve "içinde".. Bazılarında yorgun, bıkkın, odaklanamıyor, içi yenip posası bırakılmış egzotik bir meyve gibi.. Ama her seferinde özlüyorum ve her seferinde keşke diyorum... Keşke bu kadar erken vaz geçmeseydimn Antony diyesim de geliyor ama belki de geç bile kaldı, yıllardır uzatmaları oynadı durdu.. 

Özgeçmişini de okudum, zor bir hayat..... Bize "şahane bir hayat" gibi görünüyor dışarıdan, dünyanın ne çok ülkesini gezdi (Afrika hariç diyesim geldi, uydu da sanki buraya..) yedi içti doğru soruları sordu cevapları bazen aldı bazen alamadı, sanki hepimizinkinden bir ton daha koyu yaşadı.. Belki de yetti.. Belki de "hepsi aynı.."ya geldi ve anlamını yitirdi, belki de gerçekten 1 kişi olsa değişirdi, belki de değişmezdi..

Fakat şu gerçek. Videoların tamamının altındaki yorumlara bakarsan, onun kadar çok özlenen bir "ünlü" daha yok, sanırım...... 

16 Mayıs 2025 Cuma

Hırs ve başarıyı odağa almak


Dün mesleki bir toplantıya katıldım. Normalde katıldıklarından biraz daha farklı, daha genç ve dolayısıyla daha dinamik bir katılımcı profili vardı. İlk başta heyecanlansam da, sonra beş kişilik odalara ayrılıp birbirimizi daha “derin” tanımaya çalıştığımızda, yavaş yavaş, sırayla, hayal kırıklığı, bıkkınlık ve uzaklaşma isteği duydum.

Hırs çok yoğundu. Egoların çarpışması ve “ben” çok yoğundu. Gösterme, görülme ve onaylanma, hayranlık duyulma isteği çok yoğundu.

Toplantının sonunu, sebat edip getirdim fakat bir daha katılmam da dedim..

LinkedIn felsefesi beni geriyor ve genç kuşak içinde fazlasıyla dominant bir hâl aldı. Bu her meslekte böyle sanırım…..

Ben bu yarışta yokum….. Varsın faturası yalnızlık olsun.

15 Mayıs 2025 Perşembe

Yanlış yaptığını kabullenmek ve sonrası..

Almanya bence benim için yanlış bir karardı. Birçokları için hayal gibi bir ülke olabilir ama benim için yanlış.

Bu karardan dönebilme şansım şu an yok. Daha bir 8-10 sene, çocuklarım için burada yaşamak durumundayım. 

İstemediğin bir ortamda yaşamak; iki tür yapılabilen bir eylem; ilki mızırdanarak, mutsuz olarak, sürekli şikayet edip etrafını da mutsuz ederek (ki bunu baya yapıyorum). İkincisi de; ufak ayrıntılara odaklanarak, zor zamanlara tevekkül ve sabırla yaklaşarak, güzel zamanların dibine dek farkına varıp, keyfini çıkartarak (bunu da sık yapıyorum ama bazen kara bulutlarımın altında kaldığımda, başaramıyorum).

İlkini azaltıp ikinciyi çoğaltarak, bir şekilde iç dengemi korumak da; hedefim. 

Çünkü şükredip keyfetmek kadar, küfredip mızırdanmak da o denge için gerekli. Hiç mızırdanmayan insandan kork anacım, durup durup çok pis patlıyor o cins..

14 Mayıs 2025 Çarşamba

Boş

İçimde bir sıkıntı var. 

Bazı endişeler..

Günü boş geçmemek için, ben bugün bunu gördüm:

Kedi psikologluğu diye bir meslek varmış..

13 Mayıs 2025 Salı

Hem ağlarım, hem giderim..

Çok dikkatimi çeken bir sorununuz var sevgili dostlar, Romalılar.. Çok sık bana "of medyaya, haberlere bakıyorum sürekli, hem içim şişiyor, hem de bakmasam olmuyor, kısıldım kaldım" diyorsunuz.. 

Bu sorununuza cevap ve tedavi olacak bir kitap eklemek istiyorum; lütfen okuyunuz ya da yeniden okuyunuz..

link de burada.

12 Mayıs 2025 Pazartesi

Pazartesi Masalı - 20

20: Çiftçi ve Mısır

Tarım ürünleri yarışmasında, mısırları en iyi kalitede bulunup, birinci seçilen çiftçi, mısırlarının tohumlarını diğer tüm çiftçilere dağıttı ve bu davranışının hiç de öyle örnek, yüce gönüllü bir davranış olmadığını da şu sözlerle açıkladı: "Mısır tohumları rüzgârla tarladan tarlaya atlar. Eğer komşularımın mısırları da en az benimkiler kadar kaliteli olmazsa, bundan ben de zarar görürüm."

Kıssadan Hisse: "Hepimiz bir'iz. Tıpkı tarlalardaki gibi, aramızdaki sınırlar da bir ilüzyondan ibarettir. Sandığımızdan çok daha güçlü bağlarla bağlıyız.. Bütün yarışlar, aslında insanın kendi kendisiyle yarışıdır. Eğer başarılı olmak istiyorsan; içinde bulunduğun topluma katkı yap, oyunun seviyesini yükselt. Çevreni beslersen, kendini de beslemiş olursun."

Haftanın Görevi: İçinde bulduğun sosyal toplulukla alışverişini düşün, sen bu topluluğa neler katıyorsun, onlar sana neler katıyor? 

"Yaratıcılık bulaşıcıdır. Bulaştırın." - Albert Einstein.

11 Mayıs 2025 Pazar

Mutluluk


Harvard Mutluluk Endeksini bilirsin, yüz yıldan fazladır süren bir deneydir. Katılımcılarına dönem dönem "seni ne mutlu ediyor?" diye sorar ve bu cevapları kaydetmelerini ister. Yıllar içinde ve binlerce insan arasında farklılıklar olsa da, temel sonucu şudur: "insanları en çok mutlu eden temel şey: diğer insanlarla ilişki içinde olmak".

Hayatının en mutlu anlarına dönüp baktığında, hiçbirinde tek başına olmadığını fark edeceksin der..

Peki neden benim en mutlu anlarım hep tek başıma olduklarım?

1. Sharm'da gün batarken cup diye dubadan denize atlamam, o bir iki saniyelik süre içinde engin mavilik ve bulanık balıklar, çevremde...

2. Belki iki belki üç yaşındayım, ananemin küçük odasındayım ve içeriye esen rüzgar tül perdeleri dans ettiriyor ve ben o küçük yaşımda "buna dikkat et, bunu asla unutma" diyorum kendi kendime..

3. Karaburunda bir yaz gecesi, terasta ve yalnızım. Elektrikler kesiliyor ve milyarlarca yıldız altındayım bir an içinde.. 

Harvard.... Söyle bana şimdi bu ne demek?!

Görseli yine B.’den (ç)aldım ama napiim böyle güzel şeyleri de hep o buluyor! Affetsin takip ediyorsa..

10 Mayıs 2025 Cumartesi

Çocuk kafası

Eşimin bir hatırası var; bir yaz, haftalarca ilmek ilmek uğraştığı, kumdan ve küçük çakıllardan örerek yarattığı bir kuleyi, ondan üç yaş küçük kuzeni futbol topuyla yıkıyor.. 

Bunu anlatır durur.

Bu hikayede konu kulenin yıkılması değil. Kuleyi yıktığı halde tüm yetişkinlerin buna gülüp “Ah Mathias, haylazın tekisin” diyip geçmiş olmaları.. 

Bunu da 40 sene sonra, bu sabah, benim keşfetmiş olmam.. Çocuklukta kafayı taktıklarını, büyüdüğünde ancak anlayabiliyorsun. Düşün bakalım kendi hikayelerindeki “adaletsizlik” duygusunu.. Ne çoktur..

Çocuklara tepki verirken dikkat etmeli..

Dipnot. Mathias hâlâ haylazın ve de hep dört ayağı üstüne düşenin teki.. Bir yerde bir adalet sistemi varsa, Mathias hep bu sistemin dışında.. Neden bilmiyorum. Sinir oluyorum.

9 Mayıs 2025 Cuma

Gravity problem

Dün, bir arkadaşla yetişkin çocuğu hakkında dertleşirken, birden aklıma şu efsane Ted x Stanford konuşması geldi. 

Hani bazen biri, sürekli aynı konuda sana dertlenir, mızırdanır durur ve bir türlü bu problemi çözemez, eli kolu bağlıdır, şartlar vs. der ya. Sen de ona diyebilecek her şeyi söylemişsindir ama dilinin ucunda da şu kalmıştır ya: "yahu kardeşim, sürekli bu konu, sürekli bu konu, ya değiştirmek için bir adım at, ya da kabul et, sus otur"... Hah işte tam bu durumun bilimsel açıklaması Gravity Problem oluyor. 

Eğer o problemi ele almaya gönlün yoksa, o problemi çözme şansın da yoktur.

Eğer bir problemin varsa ve bunu çözmek için hiçbir adım atmıyorsan, bu kısaca, senin hayat koşulundur. Yapılacak tek şey: kabullenmek. Ve susmak! Gözünü seveyim susmak.... Mıy mıy mıy mıy..

Susmadan önce, bahsettiğim bu efsane konuşmayı ekliyorum:

8 Mayıs 2025 Perşembe

Şu ellerim..

El yıkama obsesyonu edindim. 

Daha doğrusu, şartlar bunu gerektiriyor çünkü evde yeni bir köpek var (henüz %100 güvenemiyorum) ve evde sürekli aç çocuklar var, sürekli ya meyve kes, ya ekmeğe krem peynir sür.. Yani yıkamayayım mı ellerimi?! Yıkaya yıkaya bu hale getirdim:

Of. Ne yapacağım bilmiyorum krem sürüyorum her yıkama sonrası ama böyle çatlaklar, kremle nasıl iyileşecek.. El yıkamayı da bırakamam, e ne olacak?!

Birini sevince, başka bir yerlerden ödün vermek gerekiyor...... Bu hep böyle mi?

Bir de şey diyeceğim. Ellerim tam yazar çizer eliymiş, öyle derler. Çizmeyi beceremem, yazmayı da son birkaç senedir beceremiyorum.. Eller de böyle kaldı işte, işlevsiz. Hayatım boyunca maniküre gitmedim, oje sürdüğüm sınırlıdır, yani "kadın eli" olamadılar hiç. Yazar eli olma potansiyelini de ben kendi korkularımla, kendi kendime koyduğum sınırlarla yok ettim. Sonunda ola ola obsesif eli oldular...... 

Biraz hüzünlü bu.

7 Mayıs 2025 Çarşamba

Olmak ya da Ait olmak, işte bütün mesele bu.

Bugün enerjim biraz düşük. Dün aşı oldum, belki ondandır. Kenelerden geçen ve Münih'te çok ciddi risk altında olduğumuz FSME türü ensefalite karşı oldum bu aşıyı..

Sabahtan beri midem bulanıyor, biraz da depresifim.. 

Ait olmak konusu da kafamda dolanıyor. İnsan "ait" olduğunda, "kendi" olamıyor sanırım; başkalarına ait bir şey oluyor. Birilerine anne, birilerine eş, birilerine dost. Peki kendin neredesin? 

Bazen, bu bir tek benim meselem mi diye düşünüyorum, bakıyorum da, herkes rolleri kıyafet gibi ne güzel giyip giyip çıkartıyor. Sonra bakıyorum, Zweig, Dostoyevski.. onların meselesi de benimkinden. Olmak, olmamak, ait olmak..

Biz hepimiz Hamlet'in hiç doğmamış çocuklarıyız belki de.

Bugün de böyle.. Kafam ağır.

evimin girişine koydum bu güzeli...
gelen güzel gelsin, hoş gelsin diye.

6 Mayıs 2025 Salı

Senkronizasyon sorunu

Sevgili Kum Çocuk diyor ki: "aklım, kalbim, ruhum ve hayat senkronize olmalı.. ya da, olmalı mı?"

Bunun üzerinde düşündüm son iki gündür. Cevabım: olmalı.. dan yana ama tam emin de değilim. Çok mu katı düşünüyorum korkusu var. Malum siyah ya da beyazın değil, grinin taraftarıyız artık son yıllarda..

Senkronize olma sevdası aslında mutluluğu arayışımızdan kaynaklanıyor gibi. Ama mutluluk, hayatın özü ve amacı mıdır, gerçekten? Aradığımız sadece mutluluk mudur? Bu kadar basit midir?

Ben misal; evet mutlu olmak istiyorum ama sağlıklı, üretken, bir fayda yaratan olmak da istiyorum. Yani bu kadar çok boyutlu bir sistemin her açıdan senkronize çalışması, zaten mümkün değil. Ama yine de insan bir uyum istiyor, bir denge istiyor.

Aklım evde, kalbim bambaşka bir yerde, ruhum bu sıra 90 yaşında, hayat ise koştur koştur akıyor.. Evet.

Halbuki.... bu yol... bu kuş sesleri.. 

5 Mayıs 2025 Pazartesi

Pazartesi Masalı - 19

19: Benim tek arkadaşım..

Bir şehirde, öğrencileri tarafından çok sevilen, çok bilgili, dersleri tıklım tıklım takip edilen bir haham yaşarmış. Sınıfın geneli hahamı öyle sever öyle sayarmış ki, ne dese altın bir öğüt gibi dinler, yerine getirmeye çalışırlarmış. Fakat bir öğrenci, aksine, her gün derslerde hahamla zıtlaşır, sürekli tartışmalar yaratır, dersin dinginliğini bozar, hiçbir şey yapamazsa da sıkıldığını ifade eden esneme, üflemelerle dersi sürekli bölermiş.

Günlerden bir gün, bu öğrenci birden bire ölüvermiş. Cenazesine katılan haham, öyle üzgünmüş, öyle çok ağlamış ve dövünmüş ki, öğrenciler "acaba haham bu kötü öğrenci ahirette hesap verdiği, cezalandırıldığı için mi ağlıyor" diye merak etmişler. Hahamın cevabı ise çok başkaymış: "o benim tek gerçek dostumdu, etrafım hep bana hürmet edenlerle doluydu, o ise herkesin aksine beni zayıflıklarımla gördü, eleştirdi,her gün daha iyi bir insan olmam için bana meydan okudu ve benim kendimi geliştirmemi sağladı. Korkarım o gittiği için artık asla kendimi geliştiremeyeceğim.."

İsrail, 2005.

Kıssadan Hisse: Gerçekten seversen, onun gelişmesini istersin. Bir insanı sevmek, onu olduğu gibi kabul etmek değildir, aksine, onun kendini geliştirmesi için onu desteklemektir. 

Haftanın Görevi: 1). Kendini tutup söylemediğin, fakat içten içe sevdiğin kişilerin kendini geliştirmesine vesile olacak düşüncelerin var mı? Onu eleştirirken, aslında ona özen gösterdiğini anlaması için, hangi sözcükleri kullanmalısın? 2). Sevdiğin kişilerden kabul etmekte zorlandığın eleştiriler aldın mı? Onların asıl altta yatan ilgilerini görmeyi deneyebilir misin?

"Eleştiri yağmur gibi, bir insanın köklerine zarar vermeyecek kadar nazik yapılmalıdır". - Frank. A. Clark

4 Mayıs 2025 Pazar

Calm down

Bu sıralar radyoda çıktığında camları açıp, elimi rüzgara doğru verip, yüzüme kocaman bir gülümseme yerleştirip dinleme haline giriyorum. Normalde hiç dinlemediğim bir müzik türü olmasına rağmen (hele de selena gomez!) demek ki, bu sıralar böyle hafif, "sığ" olmak istemişim..... 

Bu da güzelmiş.. Bu da güzelmiş...

3 Mayıs 2025 Cumartesi

Süslü Pakize

Evin yeni tüylü üyesine eve yakın traş salonu ararken karşıma bu çıktı:

Miss Cher's Salon

Sabahtan beri bakıp bakıp, sinirden gülüyorum. Dünya, nereye gidiyorsun...?!? Açık söyleyeyim, reytingleri, yorumları falan da çok iyi :)) Zaten "köpek traşını yeni bir seviyeye taşımak" mottosuyla çalışıyor.... Yemin ederim 12 senedir bu kentte kendime doğru dürüst bir kuaför bulamadım, siteye girince içimden: "bu kadın beni traş etse ya" geçmedi desem ne olayım....

Bu işler 20 sene önce çok farklı bir noktadaydı. Ben çooook büyük bir hata mı yaptım sevgili blog?!

2 Mayıs 2025 Cuma

Pitcairn vakası

Dinlediğim bir podcast'te Birleşik Krallığa bağlı Pitcairn Adası'ndan bahsedildi. Bu ada, Pasifik okyanusunun güney tarafında, küçük, gözlerden ırak, volkanik bir ada ve 40 İngiliz vatandaşına ev sahipliği yapıyor. Adaya uçak ya da gemi ile ulaşım mümkün değil, sadece küçük teknelerin yanaşabildiği bir iskelesi var.

cennet görünümlü cehennem

Ada gündeme 1999'da çocuk istismarı ile oturdu. Adada yaşayan 40 kişi, adadaki çocukları yıllardır istismar ediyormuş, kendi çocuklarını evet, herkes birbirinin çocuklarını.. İngiltere durumun ortaya çıkmasıyla online bir mahkeme yapıp suçluları cezalandırmış, şimdi ada nüfusu 35 kişi olarak devam ediyor ve adaya bilimsel araştırma için ya da seyahat için gidenlerin en az 15 yaşında olması, adaya hiçbir surette çocuk götürülmemesi gibi kurallar var.. 

Tüm bunlar olup biterken ada sakinlerinin "size ne, bu çocuklara zarar vermiyor, yıllardır böyleyiz biz" gibi demeçler vermesi de cabası.... Al sana insan ırkının dar bir alanda küçük bir grupla yaşadığında neler olabildiğine dair, doğal bir deney... 

Az nüfuslu ve aşırı nüfuslü yerlerin sorunları bitmiyor. Acaba "ideal nüfus" nedir, merak ettim. Kilometre kareye 50-100 kişiymiş.... Yani İstanbul 5460 kilometrekare, 100 kişiden maksimum 546.000 kişi ahahahaha tamam sustum.

1 Mayıs 2025 Perşembe

Mayısiçka

İstanbul’daki arkadaşım “sokağa çıkanı içeri alıyorlar, markete bile gidemedim” diyince.. Diyecek bir şey bulamadım. Bu noktaya geldi demek ki ülke demokrasisi, özgür dolaşma ve protesto etme hakkı….. 

Ben de Mayıs şerefine her ay başı bileklik rengimi değiştiriyorum ya, Marteniçka’dan beri.. Onu yazacaktım. İnsana anlamsız geliyor küçük güzellikleri paylaşmak.. İnsanın neşesini umudunu keyfini kaçırıyorlar. Ama inatla devam! 

Bu ayın renkleri turkuaz beyaz ve yeşil ;) Sağlıkla, iç ve dış huzurla, neşeyle gel Mayıs! İnadına!