Vakti zamanında bir arkadaşımla "kavuniçi" ve "turuncu" kelimeleri üzerine dönen bir Inside Joke (iç-mizah)ımız vardı. O derdi turuncu, ben derdim kavuniçi. Bir noktadan sonra ben turuncuya o kavuniçine de döndük sanırım. Karıştık.
Eskiden tutarlılığa çok inanırdım. Bir şey dediysem, ölsem dönmezdim sözümden. Gençlik işte... İnsan zamanla benimsediği şeyi sorgulamaya başlıyor ve o şey sorgulandıkça değişiyor.. Fikirlerimiz, inançlarımız, hislerimiz, biz... Artık değişime inanıyorum. Çelişkileri seviyorum. Diyalektiği seviyorum. Sentezi ve sentez ötesini, yeniden sentezleri seviyorum...
Turuncu bazen kavuniçidir, bazen portakal rengi, bazen kızıl, bazen bakır.. Ama her koşulda sanırım beni en güzel anlatan renktir; gün batımındaki melankoli kadar koyu bir turuncu, şeker gibi neşeli bir portakal rengi ya da bir güz yaprağı kadar anlam dolu, derin, üzerinde düşünülesi... SoMbaharın açık ara en güzel rengi....
Dipnot. Tamam mavi ve yeşili de seviyoruz, onlarla huzur ve umut doluyoruz ama.... Turuncu hakikaten bambaşka bir renk. Turuncu: tutkunun rengi! (Hayır hayır, öyle deme, tutku kırmızı değil bence, kırmızı kanın, öfkenin, kavganın rengi.....)