Dün 3,5 saatlik bir seans yaptık süpervizörümle ve sadece "ben ben ben"e odaklanmayan, nefis bir fındık aromalı kahve arasıyla güzelleşen, sanattan edebiyattan yeni psikoterapi modalarından, kadın olmaktan, yaşlanmaktan, yenidoğanlardan ve bir şekilde Nilgün Marmara'dan - ki şiiri kolayca her dile çevrilebilen evrensel acılarla yoğurulmuş bir kadındır bence o.
"Eskiden olsa dokuz köyü ateşe vereceğin şeylere, zamanla kibrit bile yakmıyorsun. Tahammül etmeyi ve şaşırmamayı öğreniyorsun. Artık hiçbir şeye şaşırmadığını fark ettiğin gün, büyüdüğünü de fark etmiş oluyorsun aslında."sı hep aklımın bir köşelerindedir, aslında'dan sonrası var gibi gelir bana. Şöyle bir şeymiş de, söyleyememiş, sözün diğer yarısını bulamadığı için / söylemediği için acı çekmiş ve usulca kayıp gitmiş gibi gelir bana Nilgün.
"..oluyorsun. Aslında, belki de en doğrusu hiç büyümemek; her şeye aynı taze şaşkınlıkla yaklaşmayı, asla tahammül etmeyip baş kaldırmayı başarabilmek bu hayatta.."
Ama ben kiiiim, koca Nilgün Marmara'yı düzeltmeye kalkışmak kim... Sadece özlemek işte, çok erken gidişleri.