İçerik

30 Eylül 2022 Cuma

Yer fıstığı

Kuruyemiş severler, bir dahaki sefere yer fırtığı yerken bu yazıyı hatırlasınlar! Çok eğlenceli ve eminim pek çok kişinin bilmediği bir ayrıntıdan söz edeceğim şimdi: noel baba nerede yaşıyordu, Demre'de mi, kuzey kutbunda mı, yoksa... yer fıstığının içinde mi?

Tabii ki yer fıstığının içinde :)) İşte kanıtı! 

Fıstığın en sağ köşesinde bir noel baba! İşte kukuletası, işte yüzü, işte kocaman sakalı.. Çok eğlenceli bir ayrıntı değil mi ama, üstelik istisnasız, dikkatle ikiye ayırdığın her fıstığın içinde bulabilirsin!

29 Eylül 2022 Perşembe

Kiraz karides

Akvaryuma temizlik işçisi olarak karides ve salyangoz alırken ahbap olduğum balık uzmanı (aynen Louis C.K.'e benziyor ve oldukça komik bir adam!) bana bir de kiraz karides hediye etti. Hakikaten çok tatlı bir hayvan, gözlerini dikip şaşı şaşı bakıyor insana. Zaten böcek familyasını severim, çocukken izlediğim belgeseller nedeniyle, onları çirkin ya da tiksindirici değil, çok büyülü bulurum. İşçilikleri, iletişim ve sosyal becerileri, büyüteç altında baktığında muhteşem renkleri, yapıları..

bu internetten bir foto (olması gereken)

bu da bizim utangaç..

Fakat bizim kiraz karides öyle utangaç ki.. Geldi geleli aynı taşların köşesinde. Bir kovuk keşfetti. Saatlerdir saklanıyor.. Elimi dirseğime kadar suyun içine sokup (sevmediğim bir şey bu aslında) önüne minicik simit çeklinde bir yem koydum. Bir yeme bir bana baktı. Bu ne? der gibi.. Döndü totosunu, kovuğunda daha da içeriye çekildi. Dur bakalım ne olacak..

Aslında saatlerdir, keşke ikinciyi alsaydım, bu evrende tek başına hissediyor, üstelik sıla özlemi çekiyor gariban diye paranoya yapıyorum. Karidesler sosyal canlılar, grup halinde yaşamayı seviyorlar. Diğer üçlü grup Amano karidesleri misal, neşeyle yüzüyorlar şu an akvaryumda.. Bu böyle içimi tırmıkladı, beni durduk yere dert sahibi etti yahu... Biraz zaman vereyim, olmadı bir yaren alayım bari. Şu evrende bir başına ve sıla özlemi içinde yaşamak diyorum sevgili blog, ne zor yahu.....

28 Eylül 2022 Çarşamba

Siyah oyunu terk eder - 10

Bu gece yazmak istediğim; Moby'nin ".. then it fell apart, like it always does" dediği andaki duygunun tamı tamına aynısını veren şu satırlar:

"Mükemmelleşen, dolan, tamam olan her şey ya dışarıdan ya da içeriden yıkılıp boşalmaya mahkûmdur. Benimkisi - elhâk - noksansız oldu. Hem dışarıdan hem içeriden gümbür gümbür çöküverdim."

Moby vs. Safiye Erol. Şah, mat. E siyah da oyunu terk eder elbette :)

yine, yeniden.

27 Eylül 2022 Salı

Paradox of choices

Ekonomide böyle bir terim var, çok fazla seçenek arasında kalıp seçim yapamamak anlamına geliyor. Bugün benim için de geçerliydi bu durum. Uzun zaman - sanırım tam 2 ay 2 gün - sonra ilk defa tek başıma evdeydim ve yapılacak işler de kısmen bittiği için, önümde tam 5 saat boş zaman vardı. O kadar çok şey yapmak istedim ki, hangisini yapayım, hangi sırayla yaparım derken dondum kaldım, sanki hiçbir şey yapamadım gibi hissediyorum şu an. 

Sabah beri hava bir yağmurlu bir güneş açıyor, defalarca gökkuşağı (hatta çiftlilerden) gördüm.. Renkler, kokular, her şey muhteşem.. Uzun bir hastalıktan kalkmışsın da ilk defa dünyayı keşfediyormuşsun gibi.

Aslında içinde bulunduğum ruh hali güzel.. Sakin, kendimle başbaşa. 

Şu sol alt köşedeki sevimli somurtkana gözüm takılıp kalıyor.. :))

İçine de bir şarkı koydum, çalışırken iyi gidenlerden.. Benim kuşağım tanıyacaktır ;) Ama biraz sabrederse, ortalara doğru.. Bu versiyonu da enfes değil mi?

26 Eylül 2022 Pazartesi

Tek çizgi / kelebek neşesi

Çift çizgiyi gördükten tam 8 gün sonra, bugün ilk defa yeniden tek çizgiyi gördük. Çok şükür..

Bu da mutluluğun resmi olsun be Abidin.. 

25 Eylül 2022 Pazar

1912 miydi 2022 miydi?

Bin dokuzyüz on iki miydi, bin dokuz yüz elli iki miydi
Güneşli bir öğle miydi, çiçekler gölgesiz miydi
Ellerim kirli miydi
Neydi

E. Cansever - Bir çiçek sergicisi der ki.


Bugün tüm gün, bazen çiseleyen yağmur altında, bazense kendini utangaçça gösteren güneş altında, çiçek diktim, dalları budadım, üstümü başımı yeşile boyadım, tırnaklarımı ellerimi ve dizlerimi simsiyah ettim. Ama... Ne bileyim.. Renkler olmadan yaşanmaz ki?!

24 Eylül 2022 Cumartesi

Hulusi vs. Hans

Münih ile Bursa'nın sentezi. Hulusi bıçak ile Hans'ın Fırın'ından alınan ekmeğin aşkı. 

Haftasonu kahvaltısı için alınan mis gibi somon ekmeği, fırıncı Hans "henüz çok taze" diye kesmeyi reddedince, iş başa düştü. Başka bıçağın beceremeyeceği bu ulvi görevi ancak Bursa'dan benimle dünyayı gezip sonunda Münih'e yerleşen Hulusi becerirdi.. 

Hulusi Bıçakları, kendimi bildim bileli bizim evde kullanılan bıçaktır. Bursa'da üretilen ve çeşitli biçim ve keskinlikte, çeşitli amaçlara yönelik kullanılabilen bu bıçakların tarihi hakkında, web sayfalarında 1986'dan beri açık oluşları ve şu anda ikinci kuşak aile işletmesi oldukları dışında hiçbir bilgi yok. Ekşi sözlükte bile yok (yıllar sonra yeniden sözlük yazarlığına dönüp, ben mi açsam bir entry?)

Halbuki hayâllerimde anlatacağım öyle çok şeyim var ki Hulusi Bey'e dair.. Misâl, bence 1986 değil 1927'de açmıştır bıçak atölyesini, o zamanlar da yaşlı olan ve şaşırtıcı derecede Hulusi Kentmen'in yıllar sonraki yaşlılığına da benzeyen bir adam olan orijinal Hulusi Bey, ki hacı da olmuştur 61 yaşında, aslen kasaptır. Yıllarca kendi bıçağını kendi yonttuktan sonra, eşin dostun ricasıyla hazırladığı bıçaklar, asıl mesleği olan kasaplığın (ki sevmezdi de aslında, Allah'ın verdiği canı almak, hiç ona göre değildi..) önüne geçmeye başlamış ve büyüyen aileye ek gelir sağlamak için başladığı bu uğraş, yavaş yavaş da yaşlanmasıyla, temel mesleği haline gelmiştir. 

Orijinal Hacı Hulusi Bey, yaşamının son yılına dek binlerce bıçak yontmuş, hazırlamış ve her birini deri kılıfına geçirmeden önce besmele çekip, sadece gıdalar üzerinde kullanılmasını dilemiştir.. Çünkü Allah muhafaza, yonttuğu herhangi bir bıçağın isteyerek ya da istemeyerek can almasından korkmuştur içten içe. Hulusi Bey'in yakarışı, yaşadığı dönem boyunca kabul görmüş, tek bir bıçağı bile gazetelerin üçüncü sayfasına düşmemiştir.. Orijinal Hacı Hulusi Bey, 91 yaşında hayata gözlerini yumduğunda, yüzünde belki de tam bu nedenle huzur içinde bir ifade kalmıştır.

Hulusi Bıçakları aile işletmesi, 1950'lerde, ikinci kuşak Celal Hasan Hulusioğlu (soyadı kanunuyla Hacıhulusibeyoğlu soy adını tercih eden aile, bir süre sonra devlette evrak takibinde formlara sığmamasından ötürü soyadını Hulusioğlu olarak kısaltmıştır) Bey'in atik ve gözüaçık tüccar kafasıyla tüm Bursa'ya sipariş almaya başlamış, ondan yaklaşık 35 sene sonra aile şirketinin üçüncü kuşak olarak başına geçen (web sayfasının yenilenmesinde yaşanan bir sıkıntıdan ötürü (tasarımcı ödemeyi almış fakat işi bitirmeden ortadan kaybolmuştur) henüz web'de aile işletmesi sadece iki kuşak olarak geçmektedir) Hipster torun Can Berkay Hulusioğlu (CEO)'nun milyarlık reklam ve tanıtım atağının sonucunda, şirketin kaderi bir kez daha değişmiştir.

Söz konusu atağın sonucunda, şirketin eline geçen yeni logonun kadın cinsel organını andırması nedeniyle ufak çaplı bir kriz yaşansa da, farklı alanlarda yetenekleri olan CEO Can Berkay Hulusioğlu Bey tarafından yeni logo üzerinde yapılan ufak ama hayatî bir değişiklik sonucunda, bu kriz sessizce bertaraf edilmiştir. Can Berkay Hulusioğlu Bey'in Pazar günleri halısahada maç yaparken tanışıp kanka olduğu ve pazarlama ve satış konusunda cengaverliği Amerika'da aldığı (burslu) eğitimle de kanıtlanmış bulunan, Ali Nurettin Atik isimli bir satış müdürünün işe başlaması ve ilk üç aylık dönemdeki başarısı sonucunda şirket cirosunu üçe katlamış ve yine o dönemde tiktokta ani ve anlaşılmaz bir şekilde ünlü ve zengin olan Serv-Et'in elinde de Hulusi marka soteleme bıçağı görününce, bir dönem, Hulusi Bıçakları ülke genelinde fenomen olmuştur. 

Bu dönemi iyi değerlendiren hipster torun (ki o sırada hipsterlerin de nesli tükendiği için artık kendisi daha kısa sakal ve daha az skinny pantolonlarla daha rahat ve özgüvenli bir görüntü vermektedir) şirketin cirosunu iki katına daha çıkarmış ve bıçakların yurtdışına (şimdilik sadece Almanya) ihracatına da başlanmıştır. 

Bundan öncesinde hep bavulunda kendisiyle birlikte Amerika'dan Avustralya'ya, ordan Avrupa'ya seyahat eden Hulusi'sini avare gezdiği bir yaz akşamı mahalle marketlerinden birinde gören C.'nin kalbi göğüs kafesinden çıkacak gibi olmuş, Hulusi imzasını okuyan gözleri dolmuş, oh be artık gümrükte seri katil olmadığımı kanıtlama derdinden yırttım düşüncesiyle hem ağlar hem güler hale gelen (ya da deliliğin sınırlarında dolaşmakta olan da denebilir) yazarımız, iş bu yazıyı buraya nakşetmeyi günden kalan en duygulu tortu olarak görev bilmiştir... 

İşte böyle. Şimdi dağılabiliriz.

23 Eylül 2022 Cuma

Daha az ben - 1

Instagram'da son zamanlarda çok görüyorum, yeni bir trend var: görsel sanatçılar ve mimarlar, eserlerinin önünde poz veriyor. Karizmatik pozlar, işte eller siyah dar pantolonun yan ceplerinde ya da göğüste kavuşturulmuş, bacaklar tam olması gerektiği aralıkta üçgen yapılmış. İnsan duruşunun bile modası var bu devirde. Yaratıcı eserin tam önünde. Yaratıcısının kaslı kollarından, füme ceket içi gri tshirtünden ya da hareketli fön çektirilmiş saçlarından, eserini tam göremiyoruz. O nedenle bir sonraki fotoğrafa eser tek başına konulmuş..

örnek.

Buna ne gerek var?

Magazin sattırıyor. Bu bir gerçek. Bir yerde okumuştum, artık sadece eser ya da yapılan iş değil, o işi yapan kişinin görüntüsü de önemli deniyordu. Artık çok iyi bir kitabı yaşlı ve çirkin bir yazardan okumak yerine, orta düzey bir kitabı seksi genç bir kadının yazmış olmasını tercih ediyormuş okur! Benzer bir düşünceyi Okan Bayülgen de Armağan Çağlayan'la yaptığı podcast söyleşisinde dile getirdi, özellikle instagram, twitter, tiktok sonrası dönemde artık sanat değil gösteri daha önde dedi, kendimize sanatçı demek yerine gösteri sanatçısı demeliyiz

Fakat neden? Neden bu kadar kendimizi göstermeye açız? Ben yaptım! Ben gördüm, ben çizdim, ben yazdım! İşte bu benim, gör beni.. 

Sev beni.

İlk blog yazmaya başladığımda, sevilmeyi istiyordum. İnsanlar beni okurken beni takdir etsinler.. Sonra, sevmesen de olur, aslında anla beni'ye evrildi bu. Daha bir kaç ay öncesine kadar bu şekilde yazıyordum. Anla beni.. Sonra bir şeyler oldu içimde, evrildim belki, ve anlaşılmak bile olmadığını fark ettim derdimin. Sylvia Plath'ın o klasik soruya verdiği ünlü cevabındaki gibi: yazıyorum çünkü içimde bir ses var ve susmuyor.. İnsan o sesi hep duyar ama aldırmaz bazen. Bazen de dinler onu, konuşur onunla ve yazar içinde haykırdıklarını. Kim okumuş kim okumamış umurunda olmaz, kim anlamış, kim sevmiş de.. O noktaya varmak büyük özgürlüktür, artık sadece kendini anlamak için yazarsın, kendini dinlemek, kendinle sohbet etmek. Kimileri için en büyük yalnızlık olan bu hâl, benim gibiler için ulaşılabilecek en tepe noktasıdır tırmanılan dağın. Bak; manzaranın en güzel noktasıdır, demedim.. O çünkü tırmanırken, aralarda bir yerde kalmıştır. Fark ettiysen ne mutlu sana. Edemediysen inişte bir şansın daha olacak, e her çıkışın bir inişi var çünkü, unutma.

İnsan ne kadar kendine yazarsa, yazılarında o kadar az "ben" oluyor. Çünkü kendine kendini anlatmanın, sevdirmenin beyhude olduğunu biliyorsun. Ben'i anlatmanın bensiz yöntemlerini keşfediyorsun. Bu işte; sınırsız bir özgürlük.

Ve ötekileri merak... Ah ne anlamsız ama ne yaygın bir hastalık.. 

Buna sonra geleceğim.

22 Eylül 2022 Perşembe

Point / Counterpoint

Daha geçen gün Vivian Maier’ın kırmızılı kadın fotoğrafını paylaşmıştım ya…

Al sana counterpoint’i geldi..

Andrew James Campbell
Hold on” - June, 2022

Sanatta ve edebiyatta böyle paslaşmalara bayılıyorum, bir nevi flört bu.. Sanatçının aşk dansı :) Güzel..

21 Eylül 2022 Çarşamba

Ferahlık

Photo: Westwingde

Düşünsene. Sabahın henüz öğlene varmadığı zamanlardasın. Nar gibi domatesleri yıkamışsın, ufak ufak doğramışsın. Yanına biraz beyaz peynir almışsın, köy çocuklarının gözleri gibi kapkara ve pırıl pırıl parlayan üç dört de zeytin. Fırından çıtır çıtır bir ekmek, buharı tütüyor, kesilmez tazelikte.. E sen de zaten kesmeye kıyamamış, köşesini koparıvermişsin. Tam o an aklına gelmiş: Çay, ya.. 

“Çay kadehde dide-efrûz olmalı,
Lebrengü lebrizû lebsûz olmalı."

Bu dizeyi söyleyerek içinden, çayı da koymuş, biraz demlenmeye bırakmışsın. Onu beklerken şu salıncağa oturuvermiş, nazlı nazlı sallarken kendini, en sevdiğin hikâyeden birkaç sayfa okuyuvermişsin..

Şöyle bitmiş o öykü: Çay, henüz her şey bitmedi, demektir..

Hikâyen çoktan bitmiş oysa. Anlatanlar da, okuyanlar da gitmiş. Bir sen kalmışsın. Bir de içinde öyle bir ferahlık duygusu ki.. 

Bembeyaz, ışık dolu bir evde, tek başınasın. 

Mutlusun.

20 Eylül 2022 Salı

Çift çizgi

Çift çizgiyi gördük yine.

Yapacak bir şey yok. 

Eskiden çift çizgi bir neşe, bir kucaklaşma, bir heyecandan ve sevinçten havalara uçma demekti. O günler bitti artık, en azından bizim hanede. Bir yerlerde hâlâ çift çizgiyi görüp birbirine sarılan insanlar var mutlaka.. Ama bizde artık "offf. yine mi? nerden kaptın?" şeklinde anlık bir sinirlilik ve suçlama krizi, sonra biraz endişe, çokça da bıkkınlık var...

Günün güzeli, sabah karşıma çıkan sincap. Hem de kızıl Avrupa sincabı, nesli Amerika'dan gelen yağmacı siyah sincap yüzünden tehlike altına girenlerden.. Yanakları cevizden şişko şişko, koşarak geçti önümden.. Hayat ona mı güzel, dersin?

Hamiş. Foto eski evimde balkonuma gelme ve koyduğum cevizleri yeme alışkanlığı edinen bir başka kızıl sincaptan.. Eski ama eskimeyen güzellikler..

19 Eylül 2022 Pazartesi

Denize doğru..

Bugün kahvaltımı saat 17.45’te yapabildim.. :/ Bir şeyler fena halde ters bugün, kimse bu kadar yoğun olmamalı. İş dışında hiçbir şey olmadı ama şunu yüksek sesli dinlediğim birkaç dakika, günün en güzel anlarıydı. Burada bugünden tortu olarak da bu kalsın..

18 Eylül 2022 Pazar

Büyüleyici ve tuhaf


Daha demin tünediğimiz bar taburelerinin üzerinde bir meslektaşıma “Human is the only creature who is aware that life ends one day. Yet, we are able to live with this information. Isn’t that fascinating?” diye sorup, omuz silkme dışında bir cevap alamadım. 

Şimdi onun gittiği tuvaletten dönüp bana eşit düzeyde büyüleyici ve tuhaf bir soru sormasını bekliyorum..

Yoksa bu gecenin pek hatırda kalır bir yanı olmayacak..

17 Eylül 2022 Cumartesi

Xolotl

Tüm genetik bilim dünyası onun peşinde:

Ah şu su semenderinin genomunu bir sekanslayabilsek, önümüzde yepyeni bir dünyanın kapıları açılacak.. Artık onun gibi biz de yaralanan uzuvlarımızı, hattâ kertenkeleden onu farklı kıldığı yeteneğiyle sadece kol bacak değil, omurilik, akciğer, beyin ve sıkı durun: kalbimizi bile pırt diye yeniden çıkarabileceğiz! Düşünsene arkadaş, kırık kalplerimizi bile yenileyebileceğiz diyorum.. 

Şaka bir yana, evet genetik bilim, xolotl denen bu su semenderinin peşinde yıllardır. Alzheimer’dan tutun kansere çare olabilecek o mucize genlerin peşinde.. 

Oysa o sevimli bir akvaryum canlısı olarak da moda oldu bir süredir, ona ekran arkasından bakmak yetmiyor bazısına, sahip olmalılar mutlaka bu gizemli, adını Aztek Mitolojisi’nden alan canlıya..

Ama bir kötü huyu var, söylemeden geçmeyelim. Sıkışırsa başının gerisinden bir zehir fışkırtıyor ve 15cm öteden tam gözü hedef alırsa, geçici görme bozukluğuna neden olabiliyor.. E her güzelin bir zehirli yanı var, bu da xolotl’ınki…..

16 Eylül 2022 Cuma

.. ve deniz.

Bu sabahki ruh halimin önceden çizilmişi var:


Bu resme ne zaman baksam (evet klasörde saklı tuttuklarımdan, ara sıra açıp, bakıp, iç çekip, kapıyorum) hemen ardından kitaplığa gidip "Yaşlı Adam ve Deniz"i açarım. Hemingway'in en sevdiğim, döne döne yeniden okuduğum yapıtlarındandır. 

Bu sabah yine aynı şeyi yaptım. Önce resme baktım. Sonra içimi çektim. Sonra kitaplığa yürüdüm. Kitabı aldım. Rastgele açtım. Altı çizilmiş satırlar arasından karşıma bugün bu çıktı:

"Yalnızca artık şansım yok. Ama kim bilir? Belki bugün olur. Her gün yeni bir gündür. Şanslı olmak da iyidir. Ama ben titiz olmayı yeğlerim. O zaman şans yüzüne güldüğünde hazır olursun."

15 Eylül 2022 Perşembe

September fifteenth

Özel bir gündü bugün, 

çok güzel bir gündü bugün..

Yaradana ve yaşatana şükürler olsun..

14 Eylül 2022 Çarşamba

Benim adım da Kırmızı!

Hem de ne Kırmızı.


E bir başka kırmızı'dan gelsin o zaman bugünlük.. 

"Benim gibi adamlar için, yani aşkı ve acıyı, mutluluk ve sefaleti eninde sonunda ezeli bir yalnızlığın bahanesi haline getiren benim gibi keder erbabı için, hayatta ne büyük sevinçler olur, ne de büyük üzüntüler.." - Benim adım Kırmızı, Orhan Pamuk.

Ona karşılık da şunu hatırladım birden:

"Hayatın en güzel ve değerli vergisini, ille bir maraz, bir facia haline getirmek istiyorsun.. Ağam kördüğüm geldi, kördüğüm gidecek. Bir türlü yumuşayıp çözülmedi.." - Ciğerdelen, Safiye Erol.

Şah mat.. 

Ne zamandır yazmamıştık bu seriden bir yazı.. İyi oldu bu gece, bu domatesler ve bu Kırmızı'lar..

13 Eylül 2022 Salı

Diyecek bir şey bulamadığında, susmayı bilmek.

Bazen tek kelime yeter. 
Ama ya insan o tek kelimeyi bulamazsa?

Virginia Woolf.


Bana çocukluğumu hatırlattı.

Ben de aynen onun gibiydim. Ağlanacak şeyleri içimde biriktirir, tutar, ser verip sır vermemeye çalışır, sonra hiç ağlanmayacak bir şeyde koyuverirdim kendimi sular seller gibi.. 

O da öyle yaptı dün. 

Bildiğim için, susmasını istemedim. Buna ağlanır mı demedim. Ağladı, boşalttı kendini.. Ne güzel duygudur o, sanki yağmur sonrası berraklaşan hava, mis gibi kokan toprak gibidir...

12 Eylül 2022 Pazartesi

Soğuk esprilers

11 Eylül Bursanın (bizden) kurtuluşu.

Diyip diyip güldüm, de..

Kürkçü tükkanında da pek iyi karşılanmadık hani..


Yapacak bir şey yok. Hırsla ev temizliyor ve umutsuzca kışlıkları çıkartıyorum. 

11 Eylül 2022 Pazar

Ne bileyim - 6 ve son

Bu seri ile son günümüz. 

Bil bakalım bu ne? 

Ne bileyim?! :)

Aslında ne bileyim serisine başlamama ilham olan ve bu seriyi onunla bitirmek istediğim, belki de en kısacık ama en yürekte yer eden, okuduğum her sefer yeniden güldüğüm, efsane ne bileyim’e geldi sıra, hazır mıyız?

Geliyor sıkı durun.

.

.

“Ben ne bileyim ulan! 

(En çok kullanılan kart)”

Hatırlayanlar, eminim bu seriden de en çok keyif alanlar. Hatırlamayanlar içinse, elbette,

Oğuz Atay, Tutunamayanlar.

Fotoğraf ise, tam mevsimi başlarken: Hünnap. Ya da Orhan Pamuk’un Veba Geceleri’nde geçtiği haliyle:

“İğde ve hünnap kokan sokaklar..”

10 Eylül 2022 Cumartesi

Ne bileyim - 5

Ama aceleyle nakışlanmış ucuz kitaplarda, ressamın dikkatsizliği yüzünden bazı kadınların gözleri yere, hattâ resmin içinde başka bir şeye, ne bileyim, bir kadehe ya da sevgiliye bakmaz da doğrudan okuyucuya bakar. Kimdir o baktıkları okuyucu, diye düşünürüm hep.

Orhan Pamuk, Benim Adım Kırmızı.

Vivian Maier, 1956. Renklendirilmiş baskı.

9 Eylül 2022 Cuma

Ne bileyim - 4

Ne bileyim. 

İnsan birini sevmek felaketine uğradı mı, esir gibi bir şey oluyor.

Çalıkuşu, Reşat Nuri Güntekin

Bursa, Önüme Çıkar Benim :)

8 Eylül 2022 Perşembe

Ne bileyim - 3

Ne bileyim işte, sen ve çocuklar… Her şeye rağmen iyi bir yaşamdı be gülüm.

Leylan, Selahattin Demirtaş 

.. 2016’dan beri tutuklu

Salman Köyü, Ağustos 2022

7 Eylül 2022 Çarşamba

Ne bileyim - 2

Ne bileyim Füsun.

Şimdi aramıza duvar örsen,
Yine kalkıp senin sevdiğin renge boyarım..

Didem Madak

Bergama, Eylül 2022.

6 Eylül 2022 Salı

Ne bileyim - 1

Yıllardır temiz tutmaktan, gönül almaktan yorulmadım değil.

Şeytan diyor çek kapıyı ya da ne bileyim evdeki bütün patlıcanları kızart gitsin, düşünme.

Tomris Uyar

akdenizyasami hesabından

5 Eylül 2022 Pazartesi

Mızmızlara tıpa

Hayatta ennnn sevmediğim insan tipi mızmızlardır; her şeyin olumsuz tarafından bakıp insanın umudunu kıran, popüler sıfatla enerjisini düşüren, iflah olmaz mutlu olamazlar.. 

Fiskos koltuğu ya da hamak; seçim senin
(Foto: Instagram)

Bunlardan birkaçı önüme geldi bu akşam. Nasılsınız? sorusuna biri “valla ne zamandır hastayım, bir yorgunluk, oram buram hep ağrıyor, halsizlik..” derken öbürü onun lafını balla alıp “iş çok yoğun, gece yarılarına kadar çalışıyorum” diye devam etti. Neden sonra akıllarına siz nasılsınız? diye sormak gelince (mızmızların bir huyu da tamamen kendileri odaklı yaşamaktır bilirsin), yanımda o ana dek eli çenesinde sessizce dinlemekte olan Oz’um capcanlı bir sesle atladı: “Vallahi taş gibiyim, sağlığım da çok iyi, geçen hafta cumartesi de adaya gidip bir güzel yüzdüm, nasıl iyi geldi!

Birkaç saniyelik sessizlikten sonra ben:

Puhahahahahhaa! Helâl olsun be!

Sessizlikler.. sessizlikler.. Mızmız insanların mizahtan da hiç anlamayışı……..

4 Eylül 2022 Pazar

Eşyanın doğası ve mutluluk üzerine

Paul Isenfels, 
Herion Tanzschule, Stuttgart, 1927

Bu yaşımda hâlâ yatakta zıplamayı seviyorum. Hayır içimde de kalmadı, çocukken de çok zıplardım. Trampolin yoktu bizim çocukluğumuzda ki.. Anneyle babanın yatağı vardı, şansına ya kızan anne baba ya kızmayan anne baba düşerdi.. 

Sonuçta eşya.. Doğru. Ama eksik.. İnsanı mutlu etmeyen hiçbir eşyası olmamalı bence. Eşyanın bir fonksiyonu da mutluluk vermek olmalı. 

Çocukça düşünceler..

Yoksa değil mi?

3 Eylül 2022 Cumartesi

Sar gelin, nenen örsün..

Sar(ı) Gelin türküsü üç kültürün ortak mirası; Türklerin, Azerilerin ve Ermenilerin. Herkes bu türkünün sahibinin asıl kendi olduğunu iddia eder ama bence o dönemlerde yaşanan acılar, zorunlu göçler, yolda yitirilenler düşünülürse, herkesin ortak hasretleri, acıları var bu türküde. O nedenle hepimizin ortak mirası.. İnsanlığın ortak mirası.

Benim için de çok özel, ailemin geçmişi nedeniyle “seni vermem ellere” dizesinde boğazıma bir düğümün takıldığı, gözlerimin dolduğu bir türküdür Sar Gelin.

Ve çoğu bilmez ya, Sar Gelin’dir doğrusu. Sarı Gelin değildir. Nenen örsün’dür, ölsün değil. Sen sar bu ip yumağını, nenen de örsün’dür…. Söyleyenlerin bile çoğu yanlış söylediği için, belki bilmiyorsundur diye düşündüm, bir hatayı düzelteyim istedim. Ve Cem Adrian, tam doğru olarak şu konser kaydında ne söylüyor beeee. Ne söylüyor……

Biraz içmiş olabilirim evet. 43 senelik hayatımda, pek sevdiğim birinin hatrına ilk defa rakı içmiş olabilirim. Duygulanmış olabilirim. E az da güzelleşmiş olabilirim :) Olsun.. Bu gece de böyle olsun.

2 Eylül 2022 Cuma

Şunu unutma yeğenim

Yolu bozuk olan yerin.. 

Denizi muhteşem olur.

Bozuk yol mevzuu da tabii başka hikâye, ben bu yolu otobana tercih ederim misâl.. Ama arabaya sorarsan, beni incittiler der.. :)

1 Eylül 2022 Perşembe

Hoş geldin Eylül

Yıllar yıllar sonra Bergama’dayım.. Az zamanım olduğu ve dolu dolu geçirmek istediğim için erkenden yollara düştüm ve önüme bu çıktı:

Sonra biraz daha yürüdüm, bu çıktı:


Gün boyu ören yerlerinin altını üstüne getirdim (diğer bloğa saklıyorum, az sabır..). Akşam inerken artık yorgunluktan şehrin en mütevazı ve en ufacık tefecik ve ennn muhteşem köftecisine çöktüğümde de (bilirsin ben otla çalışıyorum aslen) önüme offffff bu çıktı:

Çiçeksever Köftecisi, Bergama; MUTLAKA!
Öneri için Şule’ye çooook teşekkürler

Eylül güzel başladın, hiç bozma, böyle devam et e mi canım?