İçerik

24 Temmuz 2025 Perşembe

Yetenek, yaratıcı güç....

Dün Derin Hakikatler'in şu yazısını okudum ve tesadüf eseri, danışanım da seansa benzer bir konu getirince, uzun süre zihnimi kurcaladı. 

Derin Hakikatler Yapay Zekanın asla sanatçı olamayacağını çünkü "yaratıcılık" özelliğinden (henüz) muaf olduğunu ve belki de hiçbir zaman taklit ve harmanlama üzerine yaratıcılığı ekleme seviyesine gelmeyeceği için, asla sanatçı sayılamayacağını söylüyordu. Buna karşı çıkanlar var elbette, çok primitif olsa da aslında "yaratıcılık" örnekleri başladı diye biliyorum... Özellikle müzikte ve önceden yaratılmışın versiyonlarını "yaratmada" diyebiliriz, bu tabii yaratıcılık mıdır, bence de değildir.. Yapay zekanın yaratıcılığı bence "benzersiz bir eser" kurabildiğinde başlayacak ve bu benzersizliği bizim insan zihnimiz algılayabilecek mi, ondan da emin değilim.. Bize tamamen anlamsız da gelebilir...

Neyse konu bu değil. Konu şu: danışanım çocuğunu "toplumu daha ileri götürecek bir birey" olarak yetiştirmek isteyen bir anne. Ona göre (ki aynı cümleleri yıllar önce teyzemde de duymuştum) bir çocuğun derslerinin yanısıra bir spor ve bir de müzik alanında uzmanlaşması, hem bilişsel anlamda hem fiziki anlamda hem de sosyal anlamda önemli bir vasıf. Bu nedenle gençleri yönlendirmemiz, onlara seçenekler sunmamız ve biraz da motivasyonları düştüğünde falan onları disiplinli bir şekilde buna devam etmeye "motive etmemiz" gerektiğini savunuyor. 

Ona "neden spor ve müzik, neden sanat misal resim, heykel değil?" dediğimde, bana "çünkü sanat bir yetenektir, diğerleri çalışarak da başarılabilir" dedi. 

Pexels Photo by nappy: link

Yetenek bence %100 yaratıcılıkla ilişkilidir. Bir konuda yeni bir şey yaratabiliyorsan, o konuda yeteneklisindir.

Bunu düşünüyorum ben dünden beri.... Sanatın tabii ki yetenekle (yaratıcılıkla) alakası var ama çalışmadan o yetenek (yaratıcılık) hiçbir işe yaramıyor, bunu biliyoruz. Aynı şekilde müzik, spor da bence yine "yetenek" ya da "yaratıcılık" işi.. Keza bence yazmak, görsel sanatlar, terapistlik, insan kaynakları uzmanlığı hatta ekonomistlik, finans gibi meslekler de bence yetenek ile ilişkili... Bence yetenekle ilişkili olmayan hiçbirşey yok açıkcası ve bunu gözardı ettiğimiz, başka nedenlerle meslek seçtiğimiz / seçtirildiğimiz durumda da mutsuz olacağımıza inanıyorum.... Ve bunu da 18 yaşında yaptırıyoruz insan yavrularımıza :)) Neyse bu da değil konumuz.

Konumuz bence şu: yetenek eğer yaratıcılıkla aynı şeyse, bu "yaratan"dan geliyor ve içimize bir şekilde verilmiş bir güç oluyor (bu nedenle "gifted" denir yetenekli insanlara ingilizcede), bu bize bir "hediye" yani.... O zaman, neden biz birbirimizi ya da yapay zekayı bir şekilde kanalize etmeye bu kadar zaman, vakit ve enerji harcıyoruz da, her birimizin içindeki o biricik "özel"i, "yetenek"i, "yaratıcı güç"ü keşfetmek için bu kadar az zaman harcıyoruz? Neden birbirimizi, çocuklarımızı, yapay zekayı ve hatta kendimizi, aslında pek de yetenekli olmadığımız ama "olması gerektiğine, gerektiğimize" inandığımız alanlarda bu kadar "motive ediyoruz", yönlendiriyoruz, geliştiriyoruz, çalıştırıyoruz, yani ezcümle: zorluyoruz? 

Ya da asıl soru şu: "neden bizim işimiz gücümüz, içimizdeki o "asıl anlamı", "yeteneği", "gift"i, "hediyeyi" bulmak ve onun üzerine eğilmek değil???? 

23 Temmuz 2025 Çarşamba

Hayat değişim programı

Bir film vardı. İki aile hayatlarını değiştiriyorlar, biri diğeriymiş gibi yaşıyor, öteki diğeriymiş gibi... Bazen bu deneyimi yaşamak isterdim diye düşünüyorum. 

Birkaç hafta misal benim evimde birileri kalsın, biz onlarınkinde kalalım.. Tüm hayat sorumlulukları (ev hayvanlarının bakımı, evin temizliği, sorumluluklar vs herşey) yerine getirilsin ama.. Yani tatil gibi değil de, gerçekten "başkasının hayatını deneyimleme" gibi.. Hatta ne kadar zıt hayatlarsa belki o kadar iyi; belki 2 çocuklu bir aileyle bekâr biri yer değiştirsin ya da aşırı kariyer odaklı biriyle aşırı rahat tempodaki biri, yaşlı biriyle çok genç biri.. 

Böyle fantazilerim var. Öyle olsaydı nasıl olurdu'ların da cevabı olabilir... falan.

Tek bir hayat bana yetmiyor.....

Not. Değiştirmek isteyen olursa, yazsın, ciddiyim ben.

Sanırım tam zıttım böyle biri :))
Photo by Mike Jones: link

22 Temmuz 2025 Salı

Dikkatli bir okuruma, sevgilerimle

Dünkü fotoğraftaki kitabı sormuş sevgili dikkatli okurum İ.

Dikkatinize şaştım kaldım, evet dini bir kitap ve çok hoş kakmalı tahta bir rahle üzerinde duruyor ama hayır, Kuran değil. Bu bir Tanah (Tanakh).

Tanah; Musevilerin kutsal kitabıdır ve Tevrat (Musa Peygamber'in beş kitabı) ile Zebur'un (Davud'un kitabı) birleşiminden yani Torah, Nevi'im ve Ketu'im'den oluşur. Hıristiyanlar tarafından Eski Ahit olarak bilinen ve İncil'in ilk bölümünü oluşturan kitapla neredeyse aynı kutsal metinlere sahip olsa da, Tanah içinde bunların sırası Eski Ahit'ten farklıdır. Müslümanlar için de kutsal kitaplar arasında sayılan ve Kuran'daki hikayelerle de birebir örtüşen Tevrat ve Zebur kısımları dışında kalan kısımlar, gelenek görenekler olduğu için, Müslümanlarca ve Hıristiyanlarca kutsal sayılmaz. 

Kitap İbranice ve İngilizce çift dilli ve tabii soldan sağa doğru okunuyor. Dış kaplaması gümüş ve doğal taşlarla süslenmiş. Bize büyük dedemizden kaldı. İçinde çok ilginç (ve çocuklar için biraz da korkutucu) tasvirler de var :) Evet maddi ve manevi anlamda kıymetli bir kitap, ve evet, arada açıp okuyorum fakat dili çok ağdalı... Kutsal kitapların günümüz diliyle yazılması ve okunduğunda da açıkça anlaşılması tarafında olduğum için, genel olarak minimalist olan evimizin çok az sayıdaki "manevi süsleri" arasında olduğunu da itiraf edeyim :) Fakat bir dinin anlaşılması için, diğer tek tanrılı dinlerin kitaplarının da MUTLAKA okunması gerektiğini düşündüğüm için, evet eski ahit ve incili de okudum... Tavsiye de ederim.. Başka sorunuz var mı efenim? :)))

21 Temmuz 2025 Pazartesi

Pazartesi Masalı - 30

Haftanın masalı okur yazar olmadığı halde köyün bir tür bilgesi olan dedesini küçümseyen ve "daha okuma yazma bilmeyen insanı başımıza bilge yaparsak, bu ülke tabii ki hiçbir yere gitmez" diye demeçler veren doktora öğrencimizin (! sanırım öğrencilikte son nokta olarak düşünülmüş) dedesindeki bilgeliği yeniden görmesi üzerineydi. Pek klasik.... İşte; dikkat edersek her varlık bir bilge, bir okul, bir eğitim..

Fakat haftanın görevi, benim de ara sıra yaptığım farklı bir meditasyon fikri olarak çok hoşuma gittiği için, buraya onu alıyorum:

Cansız bir öğretmen bul!

Bu etrafında eline geçen cansız bir nesne olsun. Eline kağıt ve kalemi al, nesneyi önüne koy ve ona sormak istediğin sorularını tek tek yaz, sonra da cevabı dinle...

Yani otur, sorularını bilinçli bir şekilde, farkındalıkla sor, kalbinden gelen cevabı da sessizce, sabırla duymaya çalış..... Bazen "asıl soru"muzu açıklıkla sormaktan çekinir, korkar ya da zaman bulamadığımızı iddia ederek geçiştiririz. Oturup buna kendimizi zorlarsak, bir taş parçasına bile sorsak, cevabını alacağız.... İçimizi dinlemeyi öğrenmek ve bunu ara sıra uygulamak gerekir....

Kimi buna dua der, kimi psikolojik terapi seansı, kimi yazmak, kimi yürümek, kimi örgü, kimi bahçe ya da hayvanlarla uğraşmak.. Cevaplayan hep aynı bilge halbuki....

son zamanlardaki çalışma ortamım :) 
arkadaki "yaşanmışlıklar duvarı" benimle arada konuşuyor..
seviyorum merkez!

20 Temmuz 2025 Pazar

Dalgalar - 2

Dünkü yazıya ek.

Bir de buzlu kahve denen bir şey var..... Bazı günler de o dalgaların üzerinden aşmama sadece koca bir bardak - yazsa buzlu - kahve yeterli olabiliyor :) Ama bir sırrı var bu işin de; sürekli kahve içip vücudu kafeine alıştırdıysan, hiçbir işe yaramıyor bu teknik. Ama benim gibi sürekli kafeinsiz kahve içip, ayda yılda bir "bugünkü dalga beni aşıyor, devrileceğimi hissediyorum" anlarında dikiyorsan kafaya... BUM! 1920'lerdeki kokaine denk :))) Seviyorum bu hissi merkez!


En basitinden ve ucuzundan evde şahane buzlu kahve tarifi: 1 yemek kaşığı nescafeyi yarım kahve fincanı kadar kaynar suyla erit, önceden 2/3ünü buzla doldurduğun bardağa soğuk su, süt ve şeker oranını kendince ayarlayarak, en üste kahve gelecek (ve fotodaki gibi yavaş yavaş alta doğru eriyecek şekilde) dök.. Enfes ki ne enfes, afiyet olsun!

19 Temmuz 2025 Cumartesi

Dalgalar

Bazı günler üzerimden aşıp geçiyor, ben suyun altında debelenirken.... Oysa dalgalarla başa çıkabilmenin iki yöntemi olduğunu çocukken deneyerek, kan revan içinde kalarak öğrenmemiş miydim ben? İlki; benim o güne dek tek yöntem sandığım, üzerinden atlamak... Bu küçük dalgalar için geçerli, keyifli bir oyundur... 

Photo by Pixabay: link

Ama bir de, ustalık gerektiren ikincisi var: dalga tam gelirken, dibe dalmak ve üzerinden geçip gitmesini beklemek... Özellikle büyük dalgalar için, bazen hayat kurtaran bir yöntemdir... Atlayarak aşacağım diye inat edersen, bu 5 yaşındaki kız çocuğuna olduğu gibi, önce alır seni havaya atar, sonra tutar kum zemine çarpar, dakikalarca kanarken burnun, asıl kırılan gururunu toplayamadığın için, içli içli ağlar durursun...

O nedenle, arada dibe dalmak, dibe batmak ve o koca dalganın üzerinden geçip gitmesini beklemek; iyidir.

18 Temmuz 2025 Cuma

Hayatı öğrenmek ne kadar zor yarabbi.

İnsanın yavrusu gibi, köpeğin de ilk 1-2 senesi aslında yavruluk.. Ortalama 7 insan yılı, 1 köpek yılına tekabül ediyor.. Bu iki senede aynen küçük çocuklar gibi, hayatı öğrenmeye çalışıyorlar onlar da..

Bugün mesela; dragonfly (helikopter böceği) avlarken kanala düşülürse, boğulunabileceğini öğrendi bizim yavru... Çimene çömelmiş, sana kanal videosu ve fotoğrafları çekiyordum, denklanşöre bastığım an şaaaap diye bir ses, aman çocuk suyun altına battı çıktı debeleniyor derken hop iki üç saniye içinde tuttum çektim çıkarttım. Böylece şaşkının hayatını kurtarmış oldum çünkü su oldukça derindi ve kıyıya tutunabileceği, tırmanabileceği hiçbir yer de yoktu.... 

Silkelenip kuruyunca ve olayın şoku geçince, teşekkür etti :) Ellerimi yaladı, ben de ona "aaaah be kızım, dur daha kim bilir kaç defa totonu nelerden kurtarmam gerekecek..." dedim.. Çünkü öyledir bu işler işte, hep öyledir...... Bazen birinin yanımızda olup totomuzu kurtarması gerekir...

*

Bir zaman geliyor, tam hah şimdi hayatı anlar gibi oluyorum, en azından birkaç mekanizma nasıl işliyor öğrendim derkeeeeen, süreniz dolmuştur haydi yallah.........

Neyse bırakalım bunları da, senin için çektiğim fotoğraf ve videoyu ekleyeyim.. Sesi de aç.. Çok güzel değil mi? Gelsen giderdik, kenarında piknik yapar, ayaklarımızı Alplerden gelen tertemiz buz gibi suya sallardık.... Gelirsin belki...

17 Temmuz 2025 Perşembe

Manastıra kapanmak

Yaşadığım şehre yakın vipassana (sessizlik yogası) kampları arıyorum. Trenle 3 saat uzaklıkta bir manastırda buldum. Fiyatı tuzlu geldi. Kendime kızdım; cebimde akreple vipassana mı olur...? Ama zen meditasyonun bu kadar yüksek meblada sunulması da, ne bileyim..... İşin mantığına ters gibi geldi... 

Açtım booking.com'u, yalnız başıma, dağ tepelerinde, oda kahvaltı bir haftasonu bakınıyorum.... Manastıra kapanacağıma, dağlara açılayım....... Hem çok daha ucuz, hem de kapanmalı değil açılmalı bir aktivite...... 

Hoş insanın ikisine de ihtiyacı oluyor; manastıra kapanmak ve dağlara açılmak yani.... Birinden birini seçmek ne zor.

Sen hangisini seçerdin?

manastırın zen bahçesi

16 Temmuz 2025 Çarşamba

Güzel vakit geçirmek

Brownian, “amaç güzel vakit geçirmek” demiş de yorumunda, uzun konu.. Kısaca geçmek yerine blog postu yapayım dedim. 

Genel anlamıyla insan ilişkilerinde "birlikte güzel vakit geçirmek" hakikaten asıl amaç mıdır? Çünkü hiç öyle olduğunu düşünmemiştim ben. Amaç değil de, araçlardan biridir gibi gelir bana.. 

Biriyle güzel vakit geçirmek, birlikte anlamlı bir şeyler (sohbet olsun, ürün olsun, etkileşim olsun) yaratmak, bilgi ve deneyim alışverişi, hayatı farklı yönlerinden görebilme şansı edinmek vs.vs. gibi gelir bana insan ilişkilerinin araçları. Ama amaç; bence birlikte gelişmektir.. Yani salt iyi vakit geçiriyorum diye asla o ilişkiyi anlamlı bulmadım ben... Aksine, beni "dönüştürmüyorsa", vakit güzel geçmiş, ne işe yarar? Fazla Kafkavari..

Fakat Brownian'ın önermesi doğru da olabilir.. Çünkü düşündüm de misal annemle salt güzel vakit geçirmeye odaklı yaşamayı başarabilseydik, daha farklı olabilirdi ilişkimiz. Oysa o beni hayata başarılı bir şekilde yetiştirmeye uğraştı.. Yani amaç o kadar beni "dönüştürmek"ti ki, sırf bu nedenle, kendi başarı tanımımı bile ancak kırk yaşımdan sonra yapmaya cesaret edebildim... 

Belki de bu nedenle, 13 yaşında cesaret etmen gerekenlere 40 yaşında cesaret edince yani, ayağımın altındaki cam zemin yerle bir oldu ve tüm kavramlar ve karşıtları içiçe geçti.. Belki bu nedenle bu kadar karışığım; başarı ne, sevgi ne, şefkat ne, amaç ne, bu nedenle karman çorman.....

Bilmiyorum.

son çilekler artık...
çilekli mascarpone yaptım: çocuklara değil, çocuklarla :)

15 Temmuz 2025 Salı

Almak ve olmak

Dün analizden eve dönerken, sonunda cesaret edip fotoğrafını çektim:

Tam boyutları görülmüyor ama çok büyük bir ev ve mükemmel bir çim üzerinde mükemmel bir trambolin. Bir senedir haftanın en az iki üç günü ve farklı saatlerde önünden geçiyorum. Asla 1 adet bile çocuk görmedim bu bahçede, trambolin hep böyle, mükemmel ve yapayalnız, öylece duruyor... 

İki sene önce biz de ikinci el bir trambolin aldığımız için biliyorum, bu fotoğraftaki, trambolinler arasında en iyi marka ve uçuk bir fiyatı var. Bizimkisi ise, 3 çocuklu bir aileden, çocuklarının büyümesi ve ilgilerini kaybetmeleri nedeniyle hakikaten cüzi bir meblaya ikinci el olarak alındı ve yaz kış demeden her gün, komşu çocuklar ve ziyarete gelen arkadaşlarla birlikte üzerinde atlanıyor, zıplanıyor, amuda kalkılıyor, parande atılıyor, hiçbir şey yapılmayan zamanlarda toplaşılıp fısır fısır konuşuluyor, kitap alıp uzanılıyor, hatta bazen uyuklanıyor ve de horlanıyor :) Tepe tepe kullanılıyor yani... 

Altındaki çimler kurudu, üzerinde birkaç delik var ama buna rağmen, komşunun mükemmel trambolininden çok daha güzel, çünkü yaşama dahil.... 

Bazı insanlar da bu trambolinler gibi; kimi biblo gibi fabrika ayarlarında, kimindeyse yaşanmışlıkların izleri, gedikleri, yaraları.. Sence hangisi daha “güzel”?

14 Temmuz 2025 Pazartesi

Pazartesi Masalı - 29

Bu seferki bir “Çingene Masalı”ymış :)

29: Şeytanın Doğuşu

Yaşlı Baba, bir gece gördüğü rüyadan öyle çok etkilendi ki, aldı eline çekicini, o dünyayı gerçekten yaratmaya koyuldu. Bazı günler heyecan ve beklentiyle çalışıyor, o günü çok dolu ve üretken geçiyordu. Bazı günlerse hayal kırıklığı yaşıyordu; mesela tek boynuzlunun tek boynuzunu bir türlü yapıştıramıyor, öfkeleniyordu :)

Yine böyle hiçbir şeyi hayalindeki gibi yapamadığı bir gün, herşey gerçekdışı ve mantıksız göründü ve Yaşlı Baba öfkeyle çekicini fırlatıp attı. Çekicin denk geldiği kaya parçasından, şeytan oluştu..

Kıssadan Hisse :

Şeytan; hayal kırıklıklarımızdan, bıkkınlık ve çaresizliklerimizden doğar. 

Kendimizi sürekli olumlu hissetmeye zorlamak; hayal kırıklıklarımızı, üzüntümüzü, umutsuzluğumuzu bastırmamıza neden olur ve bunlar eninde sonunda öfkeyi yaratır. Hayal kırıklığımızın bizi ele geçirip “biz” haline gelmeden, onu anlamaya çalışmamız bu nedenle önemlidir.

Haftanın ödevleri

Hayal kırıklığını, üzüntünü ve öfkeni rahatça ifade edebildiğin bir alanın var mı?

Böyle bir alanın yoksa, olumsuz duygularını nasıl ifade edebiliyorsun? Öfke ile mi, savaşarak mı, kaçarak ya da görmezden gelerek mi, kendin de olumsuzluğu besleyerek (yangına körükle giderek) mi, başkalarından yardım isteyerek mi? Yoksa daha doğru bir bakış açısına kavuşabilmek için, biraz geri çekilebilmeyi başarıyor musun?

Kendine son derece anlayışlı bir anne ya da babaymışçasına mektup yaz. Bırak içindeki ebeveyn her şeyi; başarılarını, duygularını, gelişen yanlarını kutlasın (bak övünç değil bu dikkat! Kutlama). Bu mektubu bir zarfa koyup yapıştır ve en çok ihtiyacın olan zamanda aç. 

Aylin Balboa’nın ağaç evindeki masasının üstü nasıl böyle bomboş?!

Haftanın aydınlanması: 

Bak bu noktada ben Türkiyedeki sevdiklerimin, umutsuzluklarını arttırdığı halde, neden sürekli gündemi takip etme ihtiyacı içinde olduklarını sonunda anladım. Çünkü hayal kırıklığı ve öfkelerini özgürce, korkusuzca ve rahatça ifade edebildikleri bir alana sahip değiller......

Peki bunun ne kadarı dışımızdaki zorbalıkla, ne kadarı ise, kendimizi çekip doğru bakış açısına kavuşabilmek yerine, işte bu yukarıdaki 5 yararsız savunma yöntemini inatla kullanmamızla ilişkili? O alanı neden kendimiz açamıyoruz (sanatla, yazıyla, zanaatla, doğayla, gönüllü projelerle vs) da hep başkası bizim için açsın (misal yeni Atatürkler, yeni bir Baba, peygamber hatta Allah) biz de rahat rahat yürüyelim istiyoruz? Biz Türkler değişimin bizzat kendimizle başladığını anlamayı neden başaramıyoruz? Bir düşünmeli bunu..

Lütfen (sevgili kendim ve sevdiklerim) bir alan açalım kendimize..... Ve kendimizi o alana doğru, geriye çekelim. Çok geç olmadan yapalım evet..

13 Temmuz 2025 Pazar

Sakin geçen gün.

Ve üçlemenin sonuncusu; sakin gün.

Günün yarısını bahçedeki salıncakta kitap okuyarak geçirdim ve öğle uykusu denen ustalık sanatını icra ettim. Diğer yarısını ise, en son keşfettiğim şu bloğun içinde çok büyük keyifle gezinerek, sorduğu soruları düşünerek, hak vererek ya da karşıt duygular hissederek geçirdim. 

Yıllardır yazan blogları böyle yıllar sonra keşfetmiş olunca da, ne bileyim, hem utanıyorum, hem seviniyorum, tuhaf bir duygu..... Sanırım iki aydır "her gün yazanlar" güruhuna eklenmiş kendisi de, o nedenle ilgini çekebileceğini düşünerek, paylaşmak istedim. 

Şimdi ise, bir yandan Berlin tayfasının dönmesini "bekliyor", bir yandan da A Man in Full'u izliyorum. Erkek olmanın da zorlukları varmış hakikaten, testosteron da başa bela bir başka hormon aslında....... 

Hormon bilimi hakkında ne kadar az şey biliyoruz ve üstelik, hayatımız üzerinde ne kadar büyük bir gücü olduğunun farkında bile değiliz! Bu beni biraz umutsuzluğa itiyor, belki de günün birinde, sis perdesi kalkınca, gerçekten sadece bir makine olduğumuzu fark edeceğiz.. Ve dışarıdan ufak bir müdahaleyle, onu azalt bunu arttır düğmesiyle, ne kadar çok şeyi değiştirebileceğimizi de keşfedeceğiz. Bu büyük bir devrim olacak mutlaka. İyi yönde mi, daha da kötü yönde mi; işte ondan emin değilim... 

12 Temmuz 2025 Cumartesi

Tarlalarda geçen gün.

Bugün de, düne inat, 7 saat eve girmedim. Söz verdiğim gibi çiçek topladım.

Az söz, bol fotoğraf, bugüne şükür mahiyetinde..





11 Temmuz 2025 Cuma

Temizlikle geçen gün.

Günün tortusu 7 saat süren temizlik maratonuydu. Çıldırmış olmalıyım.. Eş zamanlı olarak, önce Peyami Safa'dan Dokuzuncu Hariciye Koğuşu'nu, sonra Stefan Zweig'tan Gömülü Şamdan'ı dinledim. 

İlki malum bizim öğrenciliğimizde ortaokul okuma listesinde ilk sıralardaydı - sadece okulu anımsattığı için değil, hakikaten kötü yazılmış, kesik bir kitap olduğunu düşündüm. Zweig ise, bu sıralar Yahudilik hakkında hakikaten içim hiçbir şey almadığı halde, dinletti kendini.. Belki de bedenen bir odaya sıkışmış olmanın haleti ruhiyesine karşıt, Şamdan'ın akıbetini takip etmek bana iyi geldi....

Gün bundan ibaretti. 

Yarın ev dışına çıkmaya söz veriyorum. 

Çiçek toplamak istiyorum tarlalardan..... 

Evet.

10 Temmuz 2025 Perşembe

Pencere

Ömrümüz pencere önündeki ebedi bir bekleyiş olsaydı ve durgun bir duman gibi orada hep kalabilseydik, alacakaranlık tepelerin eğimlerini hep aynı biçimde sızlatsaydı.. demiş Fernando Pessoa, elbette Huzursuzluğun Kitabı’nda, mümkün olsaydı şu adama bakarak, keşke bugün.



9 Temmuz 2025 Çarşamba

Neden?

Dün Meskalin 60 draje'de okudum: "şunun için yazıyorum; hayata yeni bir dil bulmak için, hayatın bu olmadığını bildiğim için." demiş Murathan Mungan. 

Malum "neden, ne için yazıyorsunuz?", yazan herkese sorulan bir sorudur, klişelerin en başıdır.. Tutup da duvar ustasına, usta niye duvar örüyorsun denmez halbuki..... Aramıza neden duvarlar örüyorsun hiç denmez, dayak yersin.

Yazmak çizmek, baştan tuhaf eylemler olarak düşünüldüğünden olsa gerek, "neden?" diye sorma ihtiyacı duyuyor demek ki karşı taraf....

Karşı taraf da okuyan izleyen taraf mı gerçekten emin değilim çünkü okuyan kişi durup "şimdi bu adam bunu niye yazmış" diye mi düşünür yahu? Ne demek istemiş der, ama neden yazmış....? Der mi?

Sanmam.. 

Hatta.. Asıl soru şu bence: "yahu sen neden yazmıyorsun? sen nasıl durabiliyorsun yazmadan?" 

sinirli bir mungan :)

8 Temmuz 2025 Salı

Rüya

Gece rüyamda ananemi gördüm. Daha doğrusu görmedim, duydum. Telefonla konuştuk çünkü. İnsanın 12 sene önce yitirdiği sevdiğinin sesini rüyasında bile bu kadar net hatırlıyor olması ne şaşırtıcı ve ne güzel.. 

Ananem bana "ne zaman geliyorsun?" diye sordu görüşmenin sonlarında, uyanmadan hemen önce ve ben de ona "bu sene geç oldu ananeciğim, seneye geleyim" diye cevap verdim.. Şimdi buraya yazalım bakalım, sen de hatırla mutlaka, eğer ölürsem "malum olmuş kadına" der, gülümsersin :) 

En fazla 1 senem kaldıysa gerçekten, hmmmm, acaba neleri tamamlamak isterdim hayatımda?

Açıkcası düşündüm, taşındım. Tuhaf ama... Yok aslında hiçbir şey... Olan biteni kabullendiğim, istediğim şekilde olmayanlara öfke yerine üzüntü duyduğum bir dönemindeyim hayat yolunun. Açık kalmış ve cereyan yapan masallarım yok.. Düşmanım yok. Alış verişte eksik para üstüm yok.. Borçlarım elbet vardır ama yıllar içinde kurun erimesiyle eminim karşı taraf için de önemsiz hale gelen borçlardır bunlar.. Bazı ilişkilerimde daha çok hamdım, bilmeden, istemeden hatalarım oldu ama yıllar içinde hayat bunları bana burnumu sürte sürte öğretti; çoğunu aynen karşı tarafa yaşattığım şekliyle yaşayarak empati geliştirmemi sağladı yani tahterevallinin her iki tarafında da bulundum ve bu şekilde denge noktasını az çok öğrenebildim... Öğrenemediğim de çok şey var ama en azından ucundan kıyısından niyetlendim diyelim.. Her şeye yetemedim, ki zaten kim yetebildi... Ama evet... Sanırım hazırım aslında, bu bir sene içinde ölmeye de hazırım, yaşamaya da.. Hangisi denk gelirse, kabul etmeye de.... Bakalım.... Seneye çıkabilirsem :) Yazarım yine bu konuda... Çıkamazsam da söz ver, bu yazıyı hatırlayıp "kadının içine doğmuş" diyip, güleceksin, tamam mı?

7 Temmuz 2025 Pazartesi

Mutluluk ve öfke

Bugün de küçük kızımın doğum günü :) 20 sene önce giden köpeğimin yerine, hayat bana onu 20 sene sonra aynı gün vermiş... Belki daha önce verseydi, bu kadar hazır olmayacaktım.....

Yazar komşum C. uğradı ve tüylü bir peluş hayvan armağan etti ona. Bayıldı bizimki, orasını burasını dişliyor, çıkan viyyk sesine meftun. Bana da tek kişilik pasta getirmiş "baksana aynı bizim kızın pasta hali" diyerek :)) Hakikaten öyle...

Biz de bu fırsattan istifade bir kahve eşliğinde psikanaliz yaptık birbirimize. Geçen haftaki öfke krizimi anlattım ve bana kendisinin BİLE öfkelendiğini söyledi. Evet hiç bağırma çağırma huyu yokmuş ama sesim tizleşiyor dedi.... 

Gülümsedim. 

Sesim tizleşiyor........

C.'nin öfkede geldiği son nokta.

Bazı insanları böyle, bazı insanları da öyle yapan nedir acaba bu öfke konusunda........?

6 Temmuz 2025 Pazar

Devam..

Pembe partinin 23. Saati bitti, daha birkaç saat aynen  devam ediyoruz.. Hayatta kalırsam yarın normal hayatla devam ederiz.. 

Yüzme ✔️

Mini burger partisi ✔️

Aburcubur ve açıkbüfe haribo eşliğinde Film gösterimi ✔️

Pijamalı fener alayı (köpek korteji ile) ✔️

Yastık savaşı ve gece boyu süren sohbetler ✔️

Açık büfe kahvaltı keyfi ✔️

Sıradaki aktivite: cam vazo boyama, mokteyl atölyesi

Alman istiklal marşı, annelere teslim ve kapanış, yığılıp kalış..

Eşim “acaba yaşlanınca, ne güzel günlerdi diye mi hatırlayacağız?” diye sordu…… Bilemedim.

5 Temmuz 2025 Cumartesi

Piiink

Bugün, durumlar feci pembe. 

         O nedenle bana az müsaade..

Ben koştura koştura hazırlanırken, sizleri gençliğimizin Aerosmith'i ile başbaşa bırakıyorum; Piiiiiink is my new obsession, yeah! :))


4 Temmuz 2025 Cuma

İkilik, tek tiplilik, içimizdeki kavgalar

Öğretmene düşen; kendisine emanet edilmiş çocuk topluluğundan, birbirinden farklı pek çok çocuk yetiştirmektir. Alışılmış ve yaygın yolu izleyip tüm öğrencilerini tek tip insan olarak eğitmekle karşılaştırıldığında, içlerinde ikilik yaratıp onları birbiriyle boğuşan iki insana dönüştürmek yanlışına düşmesi, daha bağışlanabilir bir davranıştır.

Rainer Maria Rilke - Çünkü zordur sevgi

Bu sıralar bunun üzerinde çok düşünüyorum......

3 Temmuz 2025 Perşembe

Yalnızlık ihtiyacı

Birlikte olmaktan asla sıkılmadığım tek insan yine benim.. Bu çok tuhaf. En sevdiğim insanlara bile, 72 saatin üstüne çıkıldığında, sürekli tahammül edemiyorum. Sizde de böyle bir durum var mı, yoksa bu benim nevi şahsıma münhasır tuhaflıklarım arasında mı?

Bunu hissettirmiş olacağım ki, bir sevdiğimden "sen bizden sıkılıyorsun, normal bu tabii.." ya da "biz geldiğimizde seni yoruyor rahatsız ediyoruz" gibi bir yorum alınca, üzüldüm. Öyle bir durum söz konusu değil çünkü.. Sadece, alıştığım sistem bu... Çocukluktan beri kendimle başbaşa saatlerce kaldığım, şartlar nedeniyle kalmak zorunda olduğum zamanlar oldu ve ben bu sisteme alışmışım.. Bünye istiyor.. 

Bakıyorum da, çocukken kardeşlerle büyümüş, ergenken arkadaşlarla yoğun zaman geçirmiş, üniversiteyi aile yanında ya da yurt, ev gibi ortamlarda yine başkalarıyla geçirmiş, sonrasında da hemen evlenmiş insanların beni anlamaması (çünkü bunların hiçbirini yapmadım), kendimle başbaşa kalma ihtiyacımı da kendilerine karşı bir eylem sanmaları aslında anlaşılır bir durum... Ama keşke benim onları anladığım gibi, onların da beni, bu şeklimle, anlamaları mümkün olsa.......

Nietzsche ile bitirelim: "Tek başınalık, içimizdeki kalabalığın sesini duyabilmek için bir gerekliliktir."

2024 Mallorca.

Orijinali ise, Caspar David Friedrich "Der Wanderer" :)


Hatırlatma için Ekmekçi Kız'a teşekkürler.

2 Temmuz 2025 Çarşamba

İsimler

Pazartesi Masalı'nda önerilen listeyi yaptım bu sabah. A4 beyaz kağıdına.. Hayat yolunda bana dokunan tüm insanları yazmaya başladım. Aslında fikrim önem sırası vermeden, rastgele, bilinçakışıyla yazmaktı isimleri, bir bir. Fakat yapamadım. En önemli insanı ilk olarak yazıp, en ortaya koyunca, yapamayacağımı anladım...

Benim zihnim rastgele değil sistematik çalışıyormuş demek ki.. Kategorilere ihtiyaç duyuyormuş.. Bu egzersizde ilk fark ettiğim bu oldu. Bir aile bir arkadaş bir hayvan gibi gidemedi zihnim, önce en yakınlarım, sonra bir dış halka diye gitti. halka halka genişledi isimler kağıt üzerinde.. Fakat, mesela taaa çocukluğumdan bir isim gelince, onunla aynı dönemde hayatımda olan önemli isimleri de düşünüp ekleme ihtiyacı duydum. Sonra annemin arkadaşları, aslında ne kadar tanımış olabilirim ki, ama yine de benim için önemli isimler... 

Aklıma gelen herkesi yazmadım, biraz hile yaptım - şimdilik - ve sadece önemli izler bırakanları yazdım. Bunlar arasında hepsini ya seviyorum, ya bir dönem sevdim ama bir şekilde koptu ilişkimiz.. Onları yazdım.. Bana kazık atan, sevgimi boşa çalan, samimiyetinin gerçek olmadığını fark ettiklerimi ise yazmadım hiç.. Yokmuş gibi davrandım - belki şimdilik -

Sonra yol fenerlerimi de yazdım yani bazı öğretmenlerimi, terapistleri, arkadaşlarımın annelerini ve bir şekilde bana yol göstermiş olan kişileri, hatta bu gruba en sevdiğim dört beş yazarı da ekledim. Müzikyen, ressam, sanatçı eklemedim ama, nedense onları o kadar önemli bulmadım. Yazarlar kadar "dokunmamışlar" demek ki bana...

Sonra, aklıma başka isim gelmez oldu.. Belki önü sonu toplasam 100 ya da 120 isim var beyaz kağıdın üzerinde ve beyaz kağıdın yarısı boş.... Bu boşluk garip şekilde, yalnızlık değil de, "ama gelecekte tanıyacaklarım var daha, onlara yer ayırmalıyım" hissi verdi bana.... Tuhaf olan, misal en ortaya ufak bir kalp ve içine C. harfi çizdim ya, çevresi tabii en yakın ruhlarla dolu ama orada bile boşluklar var! Orada bile daha "yer" var.....

Kağıda bakınca, şuna da şaşırdım. Sanki bir hiyerarşi var gibi kağıtta... C. harfinin üstündekiler gerçekten kendimden üstte gördüklerim, hayat öğretmenleri (en üst sağ köşede Dostoyevski'nin olması mesela, altında birkaç ünlü psikolog, kendi analistim) kendimle eşit paraleldeki isimler kadar hayatımda dominant olan figürlerin üstte oluşu ve bazı çok sevdiğim ama ilişkide daha dominant olduğum kişilerin hafif alt kısımlarda oluşu, bunlar çok ilginç geldi bana çünkü bilinçsiz bir şekilde doldurduğumu sanıyordum kağıdı... 

Sağ üst genelde toplumsal figürler, sağ yan ve sol yan aile fakat Almanya sağda, Türkiye solda, anane en üstte, ev hayvanları sağda, en yakın dostlar sağda, eski sevgililer, iş arkadaşları, uzak akraba ve tanışlar solda, alt taraf aslında ilkokul ve çocukluk dönemi, aileyakınları, öğretmenlerim, komşu teyzeler, annemin arkadaşları, evimize yardıma gelen teyze.... Hep bunlar aslında beni desteklemiş, arkamı güçlendirmiş figürler... Çok ilginç... Çocukluk arkadaşları da alt sol. Peki üst sol?

Belki üst sol, gelecek... Henüz bilmediğim insanlar.. Henüz tanımadıklarım... Büyük beyaz bir boşluk.....

Çok ilginç geldi bu bana. Sen de yapsana, belki yazarsın bana ya da bloğuna.... ilginç......

Görseli sadece ilk başladığım haliyle ekledim, sonrası bana kalsın şimdilik..... :)

1 Temmuz 2025 Salı

Ters çocuk

Ters doğmuşum ben :) Dünyaya totoyu göstererek çıkmak da bir “duruş” sonuçta. Ama, ters doğan ters olur derler, hakikaten ters biriyim.. Herkes Mersin’e, ben tersine durumları..

Bu sabah, tam kahvaltı tepsimi aldım oturdum çalışma/yeme/blog yazma masama, bildim bileli diyet yapan (ama aslında dünyayı devasa bir yemekhane gibi görüp, onun şusu bunun busu ünlü bilen ve yemek yerken orgazmik bir zevk duyduğunu söyleyip duran ve bence tombikliğin de gayet güzel yakıştığı, hayat ve sağlık doluysa ne yani?!) bir arkadaşım, bana “eziyete bak, ama bu sefer olacak!” diye bol yeşillikli, şu yumurtanın dikine dört parçaya bölündüğü klasik diyet kahvaltısı fotoğrafı yollayınca…. gülümsedim.

Çünkü ben de kendime yalnızken ve keyfetmek istediğim zamanlarda bu “diyet? No diyet no diyet!” tabağı hazırlarım - ki bu sabah tam da öyle bir sabah :)) Ve bu sabah önümdeki tabak bu:


Ne diyeyim bilemedim. İnsanların diyet (eziyet) tabağı ile benim keyiftabağım aynı yahu.. Bir terslik var diyorum ben :))

Tersin böyle olsun bebeğimmm :)))

Günü entelektüel anlamda boş geçmemek için bir alıntı: “İnsan kendini bildi mi, herşeyi bildi demektir.” - Şems-i Tebrizi

30 Haziran 2025 Pazartesi

Pazartesi Masalı - 27

Bu haftanın masalı bana çok iyi geldi... Çok! 

27: Ayak İzleri

Bir hayat boyu yürüyüp, sonsuzluk okyanusunun kıyısına gelmişti. Boşluğa, sonsuz okyanusa ve dalgaların izine baktı. O sırada, gerisinde ayak izlerini gördü. Kumda kendine ait olanlar ve tam yanında bir çift ayak izi daha. Etrafta kimse yoktu, yalnız yürümüştü.. Gözleriyle görebileceği en uzak noktaya baktı, o izler hep yanındaydı, hiç yalnız yürümemişti! Hayatının tüm önemli anlarını gözden geçirerek geriye yürüdü ve bu gizemli ayak izlerine çoğu yerde rastladı. Hayatının her noktasında yanında, ona eşlik ve tanıklık eden biri vardı! Bunu anlayınca içini derin bir sevgi kapladı. Bir melek tarafından korunup kollandığını sık sık hissetmişti. Sanki sevgi dolu bir varlık onu takip ediyor gibi gelirdi ona hep, şimdi bunun doğruluğunu görmüştü. 

Sonra biraz daha yakından baktı ve durumun her zaman böyle olmadığını gördü. Bazen ayak izleri kaybolmuştu, bu dönemlerin hep hayatının "zor zamanlarına" denk geldiğini fark edince aklı karıştı ve sitem duydu: "Neden? Neden ihtiyacım olduğunda yanımda değildin?" diye isyan etti. 

Kalbinin derinliklerinden cevabı duydu: "Her zaman seninleydim.. Yoldaki her adımında. Hayat yolunda artık yenildiğini hissettiğin anlarda, seni ben taşıdım, onlar senin değil, benim ayak izlerim.."

Kıssadan Hisse:

Ben bu masalı Tanrı'nın en yalnız, en zorda hissettiğimizde bile yanımızda olmasına bağladım. Artık devam edemeyeceğim dediğimiz her an, aslında o bizi yeniden kaldırdı, yeniden yola koydu, yürümemizi sağladı. Kendimizi en yalnız hissettiğimizde bile yalnız değiliz, Tanrı hep kalbimizde, yanımızda..

Yazarın yorumu daha farklı ama o da güzel; en yalnız hissettiğimiz anda bile yalnız değiliz, dünyadaki diğer tüm canlılarla bağlantı halindeyiz. Bu bağlantılar kalp ve ruh enerjisiyle mümkün. Fakat son zamanlarda aklımızı karıştıran ve bu bağlantıyı görmemizi engelleyen çok fazla gürültü var. Mesela medya teknolojileri geliştikçe, kendimizi her an herşeyden bilgi sahibi olma halinde buluyoruz. Bu da bizim asıl bağlantılarımızı zayıflatıyor. Sürekli sosyal medyada ne olduğunu takip etme zorunluluğu FOMO - gündemi kaçırma korkusunu tetikliyor, bu da aslında, gerçeklikten daha fazla kopmamızı sağlıyor. Sürekli haberleri ya da sosyal medyayı takip edersek, gerçekte bizim için asıl önemli olan insanları, ilişkileri, duygu ve hisleri kaçırırız.. Medya bağlılığı, gerçek evren ile (doğa, hayvanlar, en yakınlarımız, asıl sosyal çevremiz) aramızdaki bağı engeller. 

Gerçekten yazar bu konuda haklı. Çok tuhaf ama hiç tanımadığı birinin acısına empati yaparken, en yakınında kendi çocuğunun ya da yakın dostunun acısını fark edemeyenlerle doldu dünya! Bambaşka bir ülkedeki depreme ağlarken, kendi sokağındaki evsizi göremeyenlerle doldu.. Ülkenin güneyindeki orman yangınına üzülüp, kendi sokağındaki parkın çöplerle dolmasına dikkat bile etmeyenlerle......

Haftanın iki görevi:

1. Deniz kenarındaysan denize dümdüz uzan. Bahçen varsa bahçene. Balkonun varsa balkon zeminine ya da hiçbiri yoksa evinin salonunun orta yerine uzan. Gözlerini kapat ve tüm vücudunun suyla, toprakla ya da zemindeki halı veya parkeyle nasıl bağlantıda olduğunu hissetmeye çalış. 

2. Bir kağıda, sana dokunmuş olan tüm insanları yaz, sevdiklerini, seni sevenleri, hiç tanımadığın ama yazılarıyla sana güç ve mutluluk vermiş olanları, ya da resimleriyle, heykelleriyle, müzikleriyle.. Tanıdığın hayvanları, hatta ağaçları ve bitkileri de unutma! Bu kağıdı sakla ve kalbine yeni giren herkes ve herşeyi o sayfaya ekle..

"Sanki ayaklarınla yeryüzünü öpüyormuşçasına yürü" - Thich Nhat Hanh.

23 Haziran 2025 Pazartesi

Pazartesi Masalı - 26

İkide bir ve Birde iki arasında Pazartesi Masalı ister istemez kaynadı :) Bunca hafta içinde en sevdiğim masalı alıp, devam edeyim diyorum..


23: Mağaradan bir Ders

Aydınlanmaya ulaşmak isteyen bir öğrenci kendisini bir mağarada inzivaya çekmiş ve ustası bu kararını tek bir şartla onaylamış: her ay bana gelişimin hakkında bir cümle haber yollayacaksın. İlk ay öğrenci ustasına "kalbimin bin yapraklı bir çiçek gibi açıldığını hissediyorum" yazılı notu yollamış. Usta yüzünü ekşilmiş, notu buruşturup atmış. İkinci ay "Kalbim evrenin kalbinin küçük bir parçası" notu yine çöpü boylamış. Üçüncü ay "evren bana birlik dalgaları yolluyor", yine çöp. "Evren benim aracılığımla benimle konuşuyor" Çöp. "Her şey bir, hem bir zerre, hem de yaratıcıyım" hooop yine Çöp.

Artık usta öğrencinin gelişiminden umudunu kesecekken, o ay hiç not gelmemiş! Meraklanan usta, öğrencisine bir hatırlatma yollayıp aylık raporunu sorunca, şu cevap gelmiş: "Kimin umurunda....."

"Sonunda!" diye bağırmış Usta, "sonunda anladı" :))))

Kıssadan Hisse: Çabalama. Aşmaya çalıştığın sınırlar, aslında hiç varolmamış olabilir mi? Bazen ilerlemek için gereken, çabalamaktan vaz geçmektir. 

Haftanın Görevi: Mola ver. Günlük hayatında sürekli yinelenen eylemlerden birini seç. Örneğin yemek yapmak, ibadet etmek, çocuğunla ilgili bir süredir sürekli hale gelen bir endişeyi yaşamak. Bu eylemi yaparken, bir dakikalık bir mola ver, derin bir nefes al ve kendine hatırlat: "Kendimden hoşnutum ve herşey olması gerektiği gibi. Şu yaşadığım an tümüyle tatmin edici ve tam olması gerektiği gibi."

21 Haziran 2025 Cumartesi

Birde iki - 13

Bugün canım biraz sıkkın. Benim de hocam olan, Betül Mardin’le başbaşa bırakayım seni..

“Ölümden sonra yaşamak istiyorsan, günlük tut. O küçük notlar, hem kendi hayatının tanıklığı, hem de yarına kalan bir bilgi kaynağı. Mesela benim babam, hiç düşünmeden 60 sene boyunca her gün Ece Ajanda'sına o gün olanları yazmış. Hâlâ açıp okuyorum ve çok faydalanıyorum.”

19 Haziran 2025 Perşembe

Birde iki - 12

Bir “paylaşımım” olacak ama çok tatlı 🥰 

Bu ağacın adı “Floş Ağacı” ya da İpek Ağacı’ymış. Ben hayatımda ilk defa Antalya’da otelin bahçesinde gördüm. Sana da göstermek istedim bu güzelliği!


Endemik ağaçlardanmış ve “Maymun tırmanmaz” da denirmiş :)) Maymunu bırak kimsenin tırmanmaması için nasıl da evrimleşmiş dikenleri baksana:


Dikenler de yetmemiş, pek kıymetli tohumlarını yumuşacık pamuklara sarmış sarmalamış! Fırtınada yerlere dökülünce, hemen elime alıp inceledim, aslında öyle kolayca gagalanacak kırılacak bir kabuğu yok, çok sert bir tohum. Ama “anne ağaç” kıyamamış evlatlarına, koruma üstüne koruma yapmış! Ve belki de fazla koruma nedeniyle, kendi türünü tüketmiş! Tam bir “anlayana; hayat dersi”…….



İki tohumu cebe attım, botanikten anlayan birini bulur bulmaz vereceğim, kendime güvenmiyorum, beceremem ben bu aşırı hassas yavruları büyütmeyi :)) İddialı olanımız varsa birini yollayabilirim.

Bunlar da google’dan çiçekli hali ve meyve verip, o meyvenin pamuğa dönüşmesi ve tohumun etrafa yumuşakça taşınması için yaptıkları.. Bu arada pamuğu da o kadar yumuşak ki, tekstilde kullanılıyormuş..


15 Haziran 2025 Pazar

Birde iki - 10

Fazla inancın sonu da inançsızlığa varıyor, dedi, okuması için verdiğim kısa menkıbeyi tartışırken. Her sistemin sonu kaos ve anlamsızlık gibi görünüyor ona. Nihilizmi bu nedenle baştacı ediyor. 

Bense henüz birleştirme, tekleştirme, tamamlama ve bütünleşme aşamasında olduğum için, ateşli bir şekilde karşı çıkıyorum. Bu ateşimi seviyor, öyle diyor. Biraz da, şu yaşımda bana hâlâ ufaklık gözüyle baktığı için belki..

Nihilizmden sonra ne var peki, diye sorduğumda, bu nedenle, gülüyor. Bense herşeyin yeniden, en baştan başlaması, demesini umuyorum…

Demiyor.


Daha derin okumalı..

11 Haziran 2025 Çarşamba

Birde iki - 8

Dün babamla oturup beyaz şarap içerken ve ağır ağır inmekte olan günü - Ahmet Haşim’i de bolca anarak idrak ederken, çok mutlu hissettim ve dedim ki babama: “şimdi şurda ölsem, mutlu ölürüm”. Sonra işte hayatın belli yaştan sonra “tekrar” gibi göründüğünden, artık dünyayı az çok anladığın bir yaşı geçince, insanın bir tür huzur duyduğundan falan konuştuk. Babam “insanı çözdük, hayatın da bir anlamı yok” deyip güldürdü bizi, fakat aslında hayatın tek anlamının o an olduğunu, bu farkında olma, içinde olma, huzurda ve müteşekkir olma anı olduğunu düşünerek, kendi farklı dünyalarımızda bir araya geldiğimiz bu “temas” anlarına ait huzurla, mutlandık..

İnsanı ve hayatın anlamını çözmek mümkün değil. Zaten çözülse, sanırım kimse devam edecek gücü de bulamazdı. O bilinmezlik, hayatı yaşamaya değer kılıyor..

Ama yine de hepimiz için, hayat, kişiye özelve bazen birbiri içinde bütünleşmiş, biricik anlamlar bütünü. Hayatın anlamı yok diyenler, sadece göremeyenler.. 

Benim için anlam, ya da diğer değişle beni hayatta tutan gaye, ya da diğer değişle “tamamlanmayan liste” şu: 

1. Çocuklarımın kendi ayakları üzerinde durabilecek olgunluğa geldiğini görmek (kızım için buna ulaştım ulaşacağım çok az kaldı, oğlum için daha biraz var)

2. Kendimi törpülemek, yanlış ve eksik bulduğum yanlarımı düzeltebilmek (çok çalışıyorum ve çok yol aldım ama henüz hamım, özellikle öfkelenip ani tepkiler vermek sonra da pişman olmak konusunda, şefkat konusunda)

3. Yaşanılan anın keyfini çıkartmak, hakkını vermek (şahane bir gözlemciyim fakat gözlemlediklerimi aktarmam, bir anlama büründürmem, bir kolaj, henüz olmadı yapamadım, bu beni biraz üzüyor, izle izle eee sonuç? yani)

Evet bunlar önemli… Hayatın anlamı da, beni “şimdi ölmeyeyim aman, henüz bunlar tamamlanmadı” diye düşündüren ve hayatta tutanlar da bu üçü..

Sende neler eksik gibi duruyor henüz? Neyle bağlısın hayata?

9 Haziran 2025 Pazartesi

Birde iki - 7

Hayır hayır. Dünkü ikilemdeki doğru soru; Tanrı'nın var olup olmadığından ziyade, Tanrı'nın bir varlık mı, hâl ya da durum mu olduğu. 

Belki de.


"Bu resmi görünce hemen seni hatırladım" diye yollayan sevgili İ.'ye de, güzel görüşü için teşekkürler <3 Hakikaten ben de beni hatırladım :)

3 Haziran 2025 Salı

Birde iki - 4

Dünkü yazıda, orta yaşlarımızdaki arkadaşlıkları ele almıştım. Grup arkadaşlığı ve birebir arkadaşlıkları yazmıştım ama bir de sanal arkadaşlıklar var.. 

Ben seviyorum sanal arkadaşlıkları. İsmini cismini bilmediğin biriyle bir sürü şey paylaşabiliyorsun. Fakat genellikle bir sınır oluyor bu tip ilişkilerde ve onun aşılmaması gerekiyor bence. Çünkü o sınır ihlal edilirse, gereğinden fazla şeyi aslında hiç tanımadığın biriyle paylaşmış oluyorsun.. Benim genel bir kuralım var; sanal ilişkilerde o çizgiyi aşmak istediğim an, o insanla yüzyüze görüşürüm. Eğer yüzyüze görüştüğümde de aynı sıcaklığı hissediyorsam, o zaman o insan artık "sanal"ı gider, "arkadaş" hanesine yazılır.. 


Sanal arkadaşlıklarda bu kuralı öğrenmeden önce, çok dilim yandı maalesef.. Bir sürü şey paylaşıp sonra "aaa hiç göründüğü insan değilmiiiiş"le kalakaldığım birkaç deneyim oldu. İnsanlar sanal ortamlarda göstermek istedikleri yüzlerini yazıp paylaşıyorlar ve asıl oldukları yüzü saklayabiliyorlar. Ama yüzyüze gelince, ortaya çıkıyor hanya da konya da.. 

İnsanlar gözlerimin içine bakıp bana asla yalan söyleyemez diyemem, söylerler. Ben kül yutmaz değilim pek, yutarım. Fakat içgüdülerim güçlüdür, bir iki sefer görüştükten sonra "içimde oturmayan bir şey var" hissi duyduğum an, artık uzaklaşıyorum çünkü o oturmayan şey "samimiyetsizlik" ve eninde sonunda beni zedeliyor.

Demek ki; grup olsun, tekli ilişkiler olsun, sanal olsun, benim için güven çok önemli.... Yarın oradan devam ederiz o zaman :))

1 Haziran 2025 Pazar

Birde iki - 3

Anne olmak dedim dün bu yazıyla. Zor dedim. Çocuk büyüdükçe de zorlaşıyor, dedim..

Hep böyle miydi sence? Yani doğal olan bir şeyi, biraz da biz, modern çağın kadınları, zorlaştırdık gibime geliyor. Çocuk sayısı düştükçe, çocuğa ilgi arttı mutlaka fakat bir noktada bu ilginin hastalıklı bir bağlılık halini aldığını düşünüyorum. 

Çocukluğumu hatırlıyorum da.. Ananem büyüttü beni ve benimle hiç oturup da oyun oynadığını hatırlamıyorum. O kendi dünyasında olurdu (bazen ev işleri ama genellikle sosyal aktiviteler) benim de önüme - hiç abartmıyorum - bir kutu düğme atardı ve ben saatlerce o düğmeleri bir ileri bir geri iteler, evcilikler, düşsel hikayeler, maceralar yaşardım..... "Anane sıkıldım...", "Sıkı can iyidir, kolay çıkmaz.", "Peki..." Gider bahçede zaman geçirirdim, karıncaları izlerdim... Acıktım desem zeytinyağlı yeşil börülce yemeği... 

Şimdi düşününce, börülce yiyen, peki diyen, rüya gibi çocukmuşum :)))) Ama bence asıl iş bende değil, ananemin rahatlığındaymış.. "Çocuğa yetebiliyor muyum, sevgimi hissettirebiliyor muyum, ona iyi bir eğitim veriyor muyum, doğru besliyor muyum? Börülce yer mi?" gibi bir derdi yoktu ananemin... Çocuk doğal bir koluydu hayatın ama çocuğu merkezine almamıştı hayatının. "Merkezde" değildim ama çok sevildiğimi, özen gösterildiğimi hissederdim yine de......

İşte doğru olan annelik tarzı bence bu..

"İki kalp arasında en kısa yol: Birbirine uzanmış ve zaman zaman ancak parmak uçlarıyla değebilen iki kol" - Cemal Süreya.

İstediğim, ama sık sık girdiğim endişe bulutları altında asla yapamadığım annelik de bu..... Gördüğün gibi; yine bir ikilem, yine ben ortasında.....

Ananemin "sedir"i.. Karaburun.
3 yaş civarı, yıl 1982 olsa gerek..

30 Mayıs 2025 Cuma

Birde iki - 2

Kendim ateş gibi canlı ve hareketliyken, sakin ve yavaş insanlara özeniyorum dedim ya dün.

Aslında itiraf edeyim: sakinlikten de sıkılıyorum, bir süre sonra (depolarım dolunca) "huzurdan öleceğiz yahu" hissi geliyor ve bir hareket, bir umut, bir canlılık arıyor ruhum. 

Güleceksin ama haklısın, ben her şeyi Dostoyevski'ye bağlayabilirim şu hayatta. Ama ne yapayım, ikilikler denince Dostoyevski'ye gitmez mi tüm yollar? Bak o da Tolstoy gibi geriye dönük, durgun bir enerji ile, Turgenyev gibi ileriye dönük hareketli bir enerji arasında durur ya hep.. Bir ona, bir öbürüne, tatlı tatlı salınır durur bilirsin..


Dostoyevski yazdığında o tatlı salınım çok doğal gelse de, doğrusu, dengesi işte bu! desek de, gerçekte yetişkin insanların çoğu için, salıncak korkutucu bir imgedir. "Birinden birini seç, en kötü seçim bile, seçim yapamamaktan iyidir" der dururlar.. Kutuplaşamayanı bazen rahat bırakmazlar.. İki arada bir deredeliklere güvenemez, "adamın sabit bir fikri bile yok" derler.. 

Salıncaktakiler, salıncakta olmayanlara güvensizlik verir, salıncaktakiler ise yerdekileri sabit fikirli ve muhafazakar bulurlar.. Dostoyevski romanlarında olduğu gibi, birden fikir değiştirenler, birden karşı kutba geçenler, rahatsız eder toplumun sabit noktalarını... Korkutur..

Demek ki, sabit durmak ve salınıp durmak, hayatın çözümsüz ikilemlerinden biri.. Doğrusu ne o zaman? Ya da ortası ne bu işin? Dengesi ne? 

Bence üçüncü, dördüncü değişkenleri ekleyerek bulabiliriz bunu: zaman ve durum değişkenlerini. Kısaca: durumdan duruma bağlı olarak, zaman zaman kutup değiştirerek yaşamak. Bazen idefix gibi inandığımız doğrunun peşinde, ağır ve inatçı. Bazense rüzgarda bir yaprak gibi uçuşkan, hafif.

Şairin "Sincap Ciddiyeti" dediği, tam da bu olsa gerek......

28 Mayıs 2025 Çarşamba

Birde iki yazıları

Dün Yaşamın Tortusu'na yazdım, Neslihan'ın davetiyle, ikizler ayı boyunca "İkide bir" yazıyoruz. Güzel.

Peki ben ne yapacağım? İşi biraz bulandıracağım :))

"İkide bir" yazılarının benim için anlamı şu: "İki" yönü olan yazılar yazmak. Yani dün evet dediğime bugün hayır diyen yazılar, dün bir tarafını tartışırken, bugün diğer tarafını tartışacağım yazılar ;) Yani "Birde İki", "Bir içinde iki", "İkilem" yazıları.

Bunu yapmamın iki nedeni var; iki günde bir diğer bloğa yazacaksam, buraya enerjim kalmaz hergün yazmaya amaburayı bırakmak da istemiyorum bu bir... 

İkincisi de; bence hayat; büyük üstad Dostoyevski'nin de inandığı, yaşadığı ve yazdığı gibi, birbirine denk en az iki yönü olan (ki bence bunu çok rahat çok boyutluluğa çıkartabiliriz) bir hâl, bir durum, bir kavram, bir duygular ve anlayışlar bütünü. Dolayısıyla bugün evetse, yarın neden hayır olmasın? 

Burada yanar döner bilinen ama belki de hayatın dinamiğine bu nedenle en hakim burç olan ikizler burcuna da bir selam yollayarak, sizi bir gün orada tartıştığımın ertesi gün burada diğer açıdan tartışmasına davet ediyorum :) Yorumlara da açıyorum, bakalım neler olacak :))

27 Mayıs 2025 Salı

Mutlu etmek, mutlu olmak

"Hem anneni mutlu edip, hem de kendine ait bir hayatı yaşayamazsın." dedi dinlemekte olduğum terapist, danışanına. 

Danışan uslu uslu dinledi.

Halbuki benim zihnimdeki danışan, tam o noktada: "mutlaka bir seçim yapmak zorunda mıyım?" diye sorardı.. 

26 Mayıs 2025 Pazartesi

Pazartesi Masalı - 22

22: Yaratık

Bu haftanın masalı çok anlamsızdı; sanırım Kurtlarla Koşan Kadınlar'daki masallara özenilmiş fakat masal çok kısa ve özet mi geçilmiş, kurgu mu yok edilmiş bilemedim (mavi kurdele metaforu çok eksik kalmıştı mesela) yazarın elinde patlamış. Dolayısıyla buraya taşımayacağım fakat mesaj iyiydi.

Haftanın mesajı: 

Aşk ile incinmekten korkma. Aşkı arıyorsan, ondan kaçma, hayallerinin gerçekleşmesi olasılığından kaçma. Aşkı gerçekten hissetmek için kalbimizi açmalı ve karşılığında kırılabilme riskini de kabul etmeliyiz. İncinebilir olmamız, insan olmanın bir parçasıdır.

Haftanın görevi:

Aşk ya da diğer yakın ilişkilerinde, incinmemek için "kaçındıklarını" düşün, buna değer mi? Hayatı hissedebilmek için, olumsuz duygulardan kaçma, incinmek, üzülmek de hayata dairdir ve seni "mutluluk"tan çok daha fazla yontar, şekillendirir, olgunlaştırır.

Dünyayı olduğu gibi sevmelisin. 

"Yağmuru seviyorum diyorsun, yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun. Güneşi seviyorum diyorsun, güneş açınca gölgeye kaçıyorsun. Rüzgarı seviyorum diyorsun, rüzgar çıkınca pencereni kapatıyorsun. İşte beni sevdiğini söylediğinde, bunun için korkuyorum.." - Anonim - denmiş ama Rûmi'den de okumuştum ben ;)

25 Mayıs 2025 Pazar

Yaşamın anlamı

Haftayı Zweig ile kapatalım.

"Hayatın kendisini, anlamından daha çok sevin."

demiş ama kendisi yapmış mı, hayır..


Video: Annemler sabah bu videoyu yolladılar. "Balonla mı uçuyorsunuz?" diye sordum, "Sabahın 5'i yahu, otel odamızın penceresinden izliyoruz" dediler.. :) Bak onlar mesajı ne güzel almış....

24 Mayıs 2025 Cumartesi

Minimalizmde boyut atlayanlar

Hep diyorum ya, minimalizm çocukların yoksa mümkün diye. 

Bu aile bana bu sözümü yalattı... 3 çocukla 40 metre kare.

Yapabilir miydim, asla. Ama yapabilen varmış. 

Şapka çıkartıyorum...

23 Mayıs 2025 Cuma

Mutluluk üzerine düşünebilme lüksü

Blogdaşlarımızdan Derin Hakikatler, bir süredir mutluluk, daha doğrusu "toxic positivity" ya da daha eski deyişle olumlama baskısı üzerine düşünüyor. Dünkü yazısına yorum yaptıktan sonra, şu dikkatimi çekti: bizim mutluluk üzerine düşünüp, sürekli mutluluk halinin imkansızlığı üzerine tartışma ve mutlu/mutsuz ayrımı ve denge üzerine fikir beyan etme lüksümüz var..

Birlikte çalıştığım birçok insan için, bu bir lüks çünkü bu özgürlüğe, bu "dıştan bakabilme" haline sahip değiller. Çünkü çok mutsuzlar, klinik anlamda mutsuzlar ve ne yaparlarsa yapsınlar, bırak sürekliliği, dönem dönem bile mutlu olmayı başaramıyorlar.. 

Evet aklı başında herkes olumlama baskısına, sürekli pompalanan mutluluk arayışına karşı.. Fakat depresyonun baskısını da gerçek anlamda idrak edince, insanın aklı daha da karışıyor.... 

Bu konularda yazıp çizebilmek bile bir tür mutluluk, iç denge, huzur sahibi olduğumuzun işareti olabilir mi? Belki. Kesinlikle bir lüks olduğu ise, gerçek..