İçerik

28 Şubat 2022 Pazartesi

Koltuk, Leylâ, Hayat

Bir misafirhane burası.. 
                               bu dünya.. 
     koltuk.. 
                   evrende.. 
Oturuyorum.

Leylâ Erbil - Karanlığın Günü.

Yeniliman’a yakın bir yerler.. Kasım, 21.

Adı Leylâ olan kadınlar güzeldir. 
Ya içi, ya dışı, genelde ikisi birden; güzeldir.
Bir defa bunu kabul edelim ve öyle devam edelim..

*

Leylâ teyzeyi düşünüyorum bu akşam. Onu ne zaman düşünsem iki zıt duygu aynı anda hücum eder, tam genzime oturur. Biri buruk bir sızıdır, diğeri kahkaha atma isteği. Ne zaman onu düşünsem bu iki duygu arasında savaş yaşanır bedenimde. Genzimde, burnumda, midemde hissederim acıyı, özlemi ve aynı zamanda da neşeyi. 20 seneden fazla oldu gideli ama dün gibi bazı anılar. Kokular. Ses tonu. Gülüşü. Saçlarının tel tel ışıltısı. Bal rengi gözleri. Tombul bedeni. Hep ojeli tırnakları. Kıpkırmızı ruju. “C. ben hastayım biliyor musun?” deyişi..

Konuyu değiştirmemiz. Kahretsin, hep konuyu değiştirmemiz. 

Oysa Queen dinlerdik arabada sesini sonuna dek açarak. Bir “arkadaşımın annesi”yle yapılmayacak işler yapardık. Ne gülerdik ikimiz. “Senle ben tek çocuğuz, tek çocuk yapan ebeveynler manyak bence” derdi kulağıma. Gülerdik. Hep gülerdik. Her sefer “çok teşekkür ederim Leylâ teyze” derdim, “beni çağırdığınız için.. Bugün çok eğlendim.” Sonunda bir gün dayanamamış “Annene söyle, teşekkür etmene gerek yok, ben de senleyken çok eğleniyorum” demişti. Annem teşekkür ettiriyor sanmıştı naziklikten. Oysa bendim o, hep teşekkür etme ihtiyacı içindeydim ona, nedenini bugün dahî bilmiyorum..

Bazen onun anneliğini taklit ettiğimi fark ediyorum. Gülümsüyorum kendime. Bugün iyiydin diyorum. Çocukla çocuk oldun. Leylâ oldun..

..

Leylâ. Güzelliği. Merhameti. Mizahı. 

Böyle bir kadını alıp yere çaldı, yere çaldı, yere çaldı pis hastalık. Yapılmayacak insana yaptı bunu.. Hem de gencecikken…….. 

Hayat..

27 Şubat 2022 Pazar

Kalpler, kalp acıları, sahiller

Savaş haberlerinden midir, Barış Bıçakçı’dan okuduğum bir iki satırın kalın bir sis tabakası gibi üstüme çöküvermesinden midir bilmem, bugün yalnızlık adeta kemiklerime iliklerime sinen nemli hava gibi yakıyor tüm bedenimi. 

Akşam yine evden çıkıp zeytin ağaçları arasından önce Mudanya’ya, sonra da kalabalıktan kaçarcasına koşarak, kıvrımlı dar sokaklardan pek kimsenin bilmediği ve dolayısıyla akın edemediği ufak sahile yürüdüm. Yolda karşıma bu çıktı:


Bazı kalpler peşimi bırakmıyor.

Öte yandan, kimseye gösteremedikten sonra, görmüşüm, sevmişim, neye yarar onu da bilmiyorum. Böyle durumlarda “ben de seni seviyorum canım tanrım” dediğini söylemişti saf ruhlu, temiz kalpli, güzeller güzeli bir arkadaşım.. 

Aklıma o geldi, gülümsedim.

26 Şubat 2022 Cumartesi

Güneş, Tanrı, Sevgi

Goethe; bir insanın güneşi idrak edebilmesi için, kendi içinde güneşten zerreler bulunması gerekir demiş. 

Sen bu sözden güneşi çıkar, tanrıyı ya da sevgiyi koy mesela.. Anlam aynı bütünlükle devam eder. Çünkü güneş, tanrı ya da sevgi; hepsi aynı kavram. Her birinde insanın içini ısıtan imgeler var, ondan..

Hamur aynı. Sen onu alır, bir malzemeyi değiştirip, çeşit çeşit ekmek yapabilirsin. Tözü aynı. İçinde kırıntı halinde bile olsa sevgi varsa, tüm bu kavramları anlayabilirsin. Ne kadar kaybolursan kaybol, nesneler arasında bir düzen görebilirsin. Bu nesneleri birleştirip içselleştirdiğin ölçüde de, kendini onlara ait hissetmeye başlayabilirsin. Bunun için saçma sapan kişisel gelişim kitaplarına, koçlara koyunlara, çakralara gözlere enerjilere falan ihtiyacın yok. Kendi içini dinleyebildiğin zaman, o sesi zaten duyarsın. Dışında değil, içinde ararsan eğer, zincirin de sensiz var olamayacağını anlarsın..

diye düşündürdü bahar dalları..

25 Şubat 2022 Cuma

Akşam

Normalde gün batımlarını değil, doğumlarını seven ben; bu akşam vakti pencerede bu görüntüyle gözgöze gelince, dayanamadım, Ahmet Haşim’den şu dizeyi aradım adaşının* kitaplığında. 

Ve buldum. Şükür ki buldum. Yoksa bu sevda yüküyle yola devam etmek zor olacaktı.

Akşam, yine akşam, yine akşam
Üstümde sema kavs-i mutalsam

* Dedem; babama bu ismi vermiş, bir de upuzun bir soyadı ihsan etmiş ki evraklara sığmaz, kalır.. Evlenince vazgeçtim o uzun soyadından, bir Avusturyalı bestekârınkini taşıyorum şimdi. Fakat bazen o upuzun, kimsenin ilk seferde doğru okuyamadığı ve elbette şiirsel soyadını özlüyorum.. Özellikle böyle akşamlarda.

Olmuyor demek ki

Dün tek satır yazmak istemedi canım. Bu sabah farklı düşünüyorum. İçim dolu dolu.

Rusların Ukrayna’ya saldırmalarını televizyondan naklen izliyoruz. Tüm dünya izliyor ve izlemek, tüm dünyanın savaşa çekilmemesi için yapılabilecek en akl-ı selim davranış gibi duruyor.. Tuhaf zamanlardan geçiyoruz.

Başımızı önümüze eğiyor, çaresiz ve biraz da korkakça, kendi güvenliğimizi düşünerek devam ediyoruz.. Kınıyoruz en fazla. Yazıp çiziyor, olmaz böyle diyoruz. Belki protesto edeceğiz, ambargolar, tecritler düzenleyeceğiz ama olan olacak..

Bertrand Russell’in dediği gibi olacak.. Savaş kimin haklı olduğuna değil, kimin güçsüz olduğuna karar verecek yine..

Halbuki; Ruslar keşke savaşçılıklarıyla değil de edebiyatlarıyla, müzik, bale ve diğer sanatlardaki üstünlükleriyle fethetselerdi dünyayı, bu alanlarda enn üstün olsalardı.. Ya da memleket aşkı sadece Smetana’nın yaptığı şekilde dile getirilseydi:

Olmuyor demek ki.. Yapamıyoruz biz. Yazık..

23 Şubat 2022 Çarşamba

Çok.

Üzerine tıklarsan bu çalmaya başlayacak.

Ben böyleyim.. Çok konuşurum, çok yerim, çok içerim. Çok’umdur yani..” - Metin Akpınar Biyografik belgeseli “İyi ki yapmışım”.

22 Şubat 2022 Salı

Ateş

Babamın “seversin” diye elime tutuşturduğu Suat Derviş biyografisine başladım ve hakikaten sevdim ilk sayfadan. Nâzım’ın “ya bu kadın delidir, yahut ben çıldırmışım” dizesi gülümsetti istemsizce.

Bazı kadınlar. Su gibi değil de. Ateş gibi. 


21 Şubat 2022 Pazartesi

Tuhaf şeyler

Bu sabah yürürken karşıma çıktı. Ne olduğunu bilemedim, denizin altında olsak sünger ya da resif diyeceğim ama denizin üstünde ve onbeş kilometre uzağındayız. Nedir bu? I-naturalist’e sordum, arı kovanı dedi terbiyesiz. Asla değil halbuki.. Organik bir yapısı var ama nedir çözemedim. Çapı 25-30cm!


Yürümeye devam ettim, bu sefer de bu çıktı karşıma. Peki bu nedir bilir misin? 


Bunu bildim işte! Biz çocukken futbol topu yapardık, tek kale ve beş çocuklu sokak arası maçlarda. Parçalanana dek oynardık. Aslen başka da hiçbir işe yaradığı yoktur.. Bu ağacın bir garip dev meyvesi işte, dışı sert ve bergamut gibi pütürlü.. Yenmez, kokmaz, fakat şahane futbol topu olur. EKLEME: Ekmekçi Kız’ım yazmış; Yalancı portakal ya da daha güzeli: Ayı elması’ymış adı ve 100gr meyvesi 1 litre kaynamış suda bekletilip günde 2 defa içilirse doğal tansiyon düşürücüymüş. Şırası tereyağla karıştırılıp merhem yapılıp yaralara sürülürmüş! Bak şu işe :)


Her zaman karşıma kalp çıkacak değil ya, bugün de tuhaf yuvarlaklar çıktı dedim ve sahile oturup bir sahlep söyledim ki o da ne:


Acelecilik etmişim.. :) 

20 Şubat 2022 Pazar

Severim seni ben!

Ben bu yurdum insanını, onun bu girişimcilik zekâsını ve de tatlı dilini sevmem de neyi severim, he, de bana uşağum! 

Diyor ki yani; kuru kuru yeme, yanına da bir çay demle!

Yerim seni yerim! Günümün neş’esi :)

19 Şubat 2022 Cumartesi

Derin mevzu

Bugün biraz yoğundum, bu nedenle geçen sonbahardan "pek şirin" bir yazımı aktarıyorum ;)

Mutfağımın hemen önünde, derin bir mevzu var. Saçtan ayak parmaklarına dek “pembe bir duruş"u var minik kızın. Yanındaki kocaman adamsa, babası. 

Yarım saat önce kendi önde, babası arkada pıtı pıtı geldi, durdu arabalarının arkasında. Babası kapıyı açtı, yok, binmeyecek. Oturdu kaldırıma. Baba ne söylerse söylesin kalkmıyor! Yok! Nuh diyor, peygamber demiyor! Dedim ya "pembe bir duruş"... Bilirsin işte.

Ne yapsın, babası da oturdu yanına. Elini omzuna atsa olmaz daha küçük, kucağına alsa hiç olmaz, kendine sor bak ne kadar kocaman! Çaresiz oturdu kaldırıma, kocaman, takım elbiseli adamcağız. Öyle yanyana oturuyorlar yarım saattir.. Bense camın gerisinde, hem akşam yemeğini hazırlıyorum hem de onları izliyorum. Ahhhh kalbim, son zamanlarda izlediğim en güzel sessiz sinema filmi bu! Ben de hiç rahat durur muyum, hemen seslendiriyorum oracıkta senaryoyu. Kendim yazıyor, kendim seslendiriyor ve yine kendim gülüyorum.... 

Yarım saat sonra birden kalkıyor yerinden, derin mevzu her neyse onu kaldırımın köşesinde bırakıyor, çıtı pıtı adımlarla arabaya biniyor ve.. gidiyor.

Mevzu ne olabilir sence? Hepimizin mevzusu sonuçta aynı değil mi? Çok keyif aldığımız bir anın sona ermesini istememek.... Ve yanımızdaki "koca adam"ın bu isteğimize biraz anlayış gösterip, yanımıza oturuvermesi, bize biraz daha zaman vermesi.... :) Yaşasın kaldırıma oturan koca adam'larla pembe duruşundan taviz vermeyen küçük kızlar!

18 Şubat 2022 Cuma

Bir yaz gecesine özlem

foto link

Üzerine tıklarsan bu çalmaya başlayacak.

Eskiden Rumeli Hisarı'nda ufacık, şanslı bir topluluğa verilen akustik konserler olurdu yaz gecelerinde, o günlere götürebilir belki seni. Ateş böcekleri uçuşurdu dinleyicilerin arasında, ufacık fenerler gibi, ahhh, öyle güzeldi ki.. İçinden sayısız yıldızların kayıp geçtiği bir yaz gecesi.. 

Bu ânı doya doya yaşamış olmak bile yeter aslında, bütün bir hayatı temize çekmeye..

17 Şubat 2022 Perşembe

Fırtına, Adagio, Yalnızlık

Saatte 120km ile esen bir rüzgâr var bugün. Yağmuru da peşinde.. İki saatlik bir boşluğum vardı; 2016 yapımı Manchester by the Sea'yi izledim. Güne uygun, yavaş yavaş olgunlaşan bir film. Herkes çok kolay "devam edebilirken", bunu başaramayan bir adamın öyküsü. Tanıdık.

Filmden sonra yeniden Londra Filarmoni'nin çaldığı Adagio Per Archi E Organo in Sol Minore'u dinlemek istedim:

Hauser'in hızını, enerjisini ve çellonun tok sesini sevsem de, bu eserin David Parry ile klasikleşen, çok daha yavaş ve orglu versiyonunu tercih ederim. Çeşitli kiliselerde defalarca dinlemişliğim de vardır, fakat bu sabahki gibi etkilememişti beni. Belki film, belki saatte 120km ile esen rüzgâr, belki gerçekten çok yalnız hissediyor oluşum bu sabah.. Bilmiyorum. Sadece, üzerine yağmur iyi geldi.. Ve çektiğim bu birkaç kare fotoğraf..

Ve unutmadan bir köşeye not almak istediğim şu bir kaç satır:

"Biz seninle, aylar boyunca konuşmadan, sessizliği paylaştık. Kendi dünyalarımızın sesleri içinde, kendi gürültülü meselelerimizi çözümlerken, birbirimizin yanında oturduk sadece. 

İçimizden konuştuk. Kelimelere ihtiyaç duymadan. 

Zaten kelimeler her şeyi mahvetmez mi genelde?"


Öyle işte.. Bugün de böyle..

16 Şubat 2022 Çarşamba

Gün biterken..

Sabah yazmaya başladığım günün, bir de gecesini yazmak istedim sana. Aslında hiçbir özelliği olmayan, büyük ihtimal aklımda yer etmeyecek, sakin, kendi halinde bir gündü. Sabahki renk şöleninin aksine, güneş yükselemedi bulutların ardından ve öğle saatlerinde güçlü bir sağanak bastırdı.

Arabadaydım o an ve çıkıp sırılsıklam olana dek yürümeyi istedim, hani eskiden - anne olmadan önce - sık sık yaptığım gibi.. Saçlarım denizden çıkmışçasına ıslanana dek, iliklerime dek yağmurun altında kalmayı ne severim! Oysa artık yapamıyorum bunu; bir korku geldi, bana birşey olursa.. korkusu. Çocuğun varsa bilirsin..

Halbuki bir toz tanesi kadar anlamım var şu dünyada, anlık bir his bırakacağım kendimden, o da şanslıysam önü sonu 3 kuşak kadar kalıcı olacak. Konuştuk bunları, biliyorum.

Fakat; işte böyle bazı anlar var ki, ömrün özeti. Ne şanslıyım ömrü bunlarla doldurabildiğim için. Anlar, hisler, düşünceler.. Sohbetler, karşılıklı sevgiler, bazen de karşılıksız olanlar. Fark etmiyor artık.. Demek ki hayat geçip gittiğinde de fark etmeyecek. Hani güneşin bir mum gibi sönüverdiği akşamlar - hele kurşunî bir denize battıysa o güneş, ah hele! Onlar gibi gidivermek.. Ama daha yapılması gerekenler var ve gerekmediği halde istenenler, hayâl edilenler, umulanlar.. Daha var..

Neden bilmem aklıma A.'in bahsettiği - yanlış hatırlamıyorsam Kadıköy’de mi demişti? - bir gazozcu geldi bu akşam gün biterken. Yüzlerce çeşit gazoz var demişti o, bense rengârenk ve farklı şişe tasarımlarıyla süslü bir vitrin hayâl etmiştim hemen. Hemen orada sevmiştim o tıklım tıklım şişe dolu küçükcük, büfe gibi dükkânı! Halbuki gerçekte eminim çok farklıdır.. Bazen diyorum ki, gideyim şu Kadıköy’e, bulayım şu dükkânı, iki gazoz söyleyeyim biri bana, diğeri yine bana.. Oturayım basamaklara; içeyim içeyim içeyim. Bir yandan da küfredeyim. Yerli gazozsa Can Yücel dizeleriyle, yabancıysa Charles Bukowski dizeleriyle.. Nasılsa aynı kapıya çıkmayacak mı? Hem sana, hem kendime, hem de şu hayatta başımıza gelen, olan biten her şeye..

“.. belkim, bir belki bile değildim.” C.Y.

“.. age is no crime.
but the shame of a deliberately wasted life, among so many deliberately wasted lives,
is.” C.B.

15 Şubat 2022 Salı

Gün başlarken..

Ufak bir veranda var bahçenin önünde. Salondan çıkılıyor. Her sabah, yaz kış demeden, uyanır uyanmaz, çıplak ayaklarımla bu birkaç adımlık taş verandayı geçip, çimene basarım. Buz gibi, kırağı çalmış çimenlerin ayak parmaklarım arasında ezilip büzülerek, yine de kadere baş eğmeden göğe bakmaya çalışmalarını izlerim. Ayaklarımı kaldırdığımda yeniden, yavaş yavaş, yukarı doğru yükselmeye başlamalarını.. Vazgeçmemelerini.

Elimdeki fincanın sıcaklığını, havanın soğukluğunu, çimenlerin ıslaklığını hissetmeyi severim. Her sabah. 

Bu sabah, uzun zaman sonra ilk defa günün doğuşuna şahit olmayı başardım. Günler sonunda uzuyor! diye bir sevinç nidası dalgalandı içimde.. Bundan sonra karanlığa uyanmayacağım.. 

Öyle güzel başladı ki bu sabah. Sen de turuncu, ben diyeyim nar çiçeği. Eninde sonunda kameranın alabildiği renk skalası gözün çok altında elbet; kavuniçi dedi çıktı o da. Bir mutabakata varamadık belki ama ortak düşüncemiz: sabahın bu sessiz, yalnız ve havada asılı kalmışçasına durgun saatinin, dünyanın en mükemmel ânı olduğunda fikir birliği ettik. Sen de gör istedim:


Daha sonra, gün yavaşça aydınlanıp yaş çimene basan ayak parmaklarım adamakıllı üşümeye ve hissizleşmeye başlayınca, yine aynı birkaç adımlık verandayı - bu sefer taşın aslında hiç de soğuk gelmediğine şaşırarak - geri yürüdüm, kapının önündeki paspasta ıslak - ama nedense hiç çamur olmayan - ayaklarımı kurulayıp, eve geri girdim. Pencereleri açtım, evi havalandırırken, bir yandan da demlenen çayın kekremsi kokusunda eski bir dosta kavuşmuşcasına huzur duydum. 

Çay kokusunun görülmeyen ama hissedilen yoldaşlığında, yavaş ama alışkın devinimlerle çocuklarımın beslenme çantalarını hazırladım, uykulu odaların kapılarını açtım ve günaydın! dedim.

İşte böyle başladı günüm.. 

14 Şubat 2022 Pazartesi

The Kiss

güne tesadüfen denk gelmiş işte..

Yıllar var ki, şöyle bir sahneyi yakalayamadım ülke sınırlarımız içinde. Şöyle bir tutkuyu, kimseyi umursamadan davranışa dökebilme cesaretini. Keşke görebilsem, keşke.. Buna ayıp diyorlar ama sokak ortasında küfretmeyi, kavga çıkarmayı, çoluğu çocuğu dövmeyi, kadına sataşmayı nedense ayıp görmüyorlar.. Üstelik öpüşene verdikleri tepkiyi de vermiyorlar.

Keşke sokakta şöyle umursamazca öpüşebilse insanlarımız.. Çünkü bu görüntünün sağlıklı bir psikolojiye sahip insanda güzel bir his, bir sevinç, bir mutluluk uyandırmaması gerçekten mümkün mü? 

Hem ayrıca, o bunu öpmüşse de, kime ne..?

Sevmenin nesi ayıp, nesi yanlış, nesi kötü sonra? Kime göre, neye göre? 

Keşke bir tek şu gerçeği öğretebilsek çocuklarımıza: Sevmekten zarar gelmez.. Korkma, sev birbirini..

13 Şubat 2022 Pazar

Tam isabet

Günümüzün en büyük yazarlarından biri olan Paul Auster, tüm zamanların en büyük yazarlarından biri olan Tolstoy için şöyle diyor: ".. yaşamla ilgili her şeyi kavrayan, ister erkeğe ister kadına ait olsun insan yüreği ve insan zihni hakkında bilinmesi gereken ne varsa hepsini bilen şeytan Tolstoy.."

Bugünlerde "İnsan Neyle Yaşar?"ı okuyorum.. Büyüleyici, insanı aynı anda hem cehennem alevlerine atan, hem donduran, aklını dimağını uyuşturan ve aynı zamanda da açan bir kitap bu. Sadece Tolstoy'u çok sevdiğim için değil, onu okurken ıssız kentlerde, sis altında, tek başıma yürüyormuş hissi duymamdan da değil (ki bunu da çok severim bilirsin..) aynı zamanda, mesleğim ve en büyük ilgim olan insanın iç dünyasını anlama aşkım nedeniyle de, delice bir tutku duyuyorum özellikle bu kitabına.. 

Fakat her kitap gibi o da, okuduğun döneme göre değişiyor. Eskiden altını çizdiğin yerler dışında kalan, o zamanlar sana bir anlam ifade etmemiş paragraflarda arıyorsun kendi anlamını şimdilerde.. Evet Tolstoy, şeytan. Çünkü senin geçtiğin yollardan çoooook önce geçmiş, geri dönmüş, bir başka tarafından yürümüş, sonra geri geri yeniden en başa dönmüş, adeta yolla oynamış bu adam! 

Bu his güven veriyor.. Peki neyle mi yaşar insan? Sevgiyle, umutla, çocuksu bir merakla elbette..

12 Şubat 2022 Cumartesi

Rutin hayat anları


Büyüklerin hepsi birer çocuktu..

ama onların çok azı bunu hatırlar.

Küçük Prens - Antoine de St.Exupéry.

11 Şubat 2022 Cuma

Melek meşe


Bu ağaç; ABD'nin Güney Carolina eyaletinde Charleston şehrinin sınırları içinde, Wikipedia'ya girmiş, özel bir ağaç. Melek Meşe, İngilizcesi Angel Oak. Ölmeden ziyaret etmek istediklerim arasında..

Bazı ağaçlara insanlar gibi bağlanıyorum. Ona da ilk görüşte bağlanacağımı biliyorum.

Dünyanın en yaşlı ağacı Lübnan'daki 5000 yaşındaki zeytin ağacıdır. Benim gördüğüm en yaşlı ağaçlar İsrail'deki 2000 yaşındaki zeytin ağaçları ve bizim ülkemizdeki asırlık çınarlar. Melek Meşe bunların yanında henüz genç sayılır, sadece 500 yaşında. Fakat onu özel kılan şu: Tek başına 1600m2'lik bir alana gölge veriyor..

Bu özel ağaç koruma altında, fakat evime çok yakın üç bebek meşe ağacı var ki, çocuklarım sürekli üzerine tırmanır, elleri ve ayaklarıyla sallanır, hoplar zıplarlar. Yaşadığım ülkenin doğaya verdiği değer nedeniyle, bu ağaçların çocuklarımla birlikte yaşlanacağına ve onların çocukluk hatıralarında yer alacağına emin olabiliyorum.. Bu çok güzel bir his.... Bu insana, ben gittikten çok sonra, bana dair yani benim sevdiklerime dair bir şeyler dünyada kalmaya devam edecek hissi veriyor. 

Çok sevdiğim diğer meşe ağacı fotoğrafları da bunlar:



Lousiana, Oak Tree Valley.

10 Şubat 2022 Perşembe

Işıklar içinde..

"Bunca yıl çok ışık birikti avuçlarımda,
senin olsun."- Şükran Kurdakul

.. dercesine.

Fotoğrafın kaynağını bulamadım, belirtirseniz eklerim ya da kaldırabilirim. 

Bugün sevdiğim birini DAHA covid nedeniyle yitirdiğimizi öğrendim.. Bana tam da bu hissi veren ışıl ışıl bir insandı, ışıklar içinde yitti, gitti.. 

9 Şubat 2022 Çarşamba

Siyah oyunu terk eder - 1

"Birbirimize karşı o kadar hassasiyet bağlamıştık ki, bakışmaktan konuşmaktan korkuyorduk. Yanlış seçilmiş bir kelimem onu yaralayabilir, onun sert bir sözü beni öldürebilirdi." - Ciğerdelen, Salinger.

8 Şubat 2022 Salı

Web3.0 ve NFT

onlar sanatsa, bu haydi haydi sanattır :P

Aralık 21'den bu yana ilgimi hayli cezbeden bir konu var fakat olan bitene gülmeli miyim, yoksa ciddiye alıp korkmalı mıyım emin olamıyorum. Cryptocurrency uzun zamandır hayatımızda, benim popülaritesini kesinlikle anlamadığım bir mevzu bu, fakat son bir aydır internet üzerindeki tüm sanat eserlerinin ya da sanat sayılmayacak saçma sapan "dışavurum"ların inanılmaz paraya satıldığını okuyalıberi, kişisel anlayışsızlığım daha derin bir boyuta girdiği için; kendimi "güncel yaşamı anlayamıyorsan, sorun sendedir; belki de yaşlanıyorsun, kendine gel!" diye uyardığım ve araştırmaya başladığım bir konu oldu NFT ve Web3.

Bir ayı geçen süre içinde okuduklarımdan sonra da, anlayışsızlığım ve güvensizliğim azalacağına iyice arttı ve geçen hafta yayınlanan bu yazıyı okuduktan sonra, elimi çeneme dayayıp "Tanrım insanlık nereye gidiyor?" diye düşünmeye başladım.. Zira Einstein'ın dediği gibi, aptallıkta sınırımız durağımız yok.

Cryptocurrency ile yatırım yapmak bir yana, yapılan yatırımın internet üzerindeki çöplere kadar gittiğini öğrenmek diğer yana. Tamam Andy Warhol'dan beri Art-Business ve Business-Art kavramlarımız içiçe geçti ama yine de bir göz var izan var yahu.. Sadece 1 günde yaratılan (sanat diyemedim affetsin sahibi) bir "dışavurum" 65 milyon dolara (cryptocurrency için bile abartı bir rakam bence) satılıyorsa (haberin ve yorumun linkine buradan ulaşabilirsin), bu işte bir terslik vardır bence.. Ama dedim ya, ya benim "gerçeklik" ayarlarımda bir sorun var ya da heralde yeterince okumadım, onun için anlayamıyorum.. 

O zaman, okumaya devam:

- NPR'daki yazı için buraya

- NYT'daki yazı için buraya

- NBC'deki yazı için buraya

- Bugün yayınlanan bir blog yazısı için de buraya

Bu konu sanırım bizi baya oyalayacak.. 

7 Şubat 2022 Pazartesi

İkili

The Swell Season'u hatırlıyor musun? Glen Hansard ile Marketa Irglova hani.. Güzel ikili. Güzel fotoğraflar. Aşk gibi bi'şeyler.. Ama tam da değil. Farklı yollar.


2022'de bir yerlerde re-union yapacaklarını açıkladılar geçenlerde. Sevindim. Sonra da tuttum yeniden,

İzledim:

Yetmedi, dinledim:


Yetmeyince de buraya ekledim işte.. 
Ya da topu pasladım diyelim.

6 Şubat 2022 Pazar

Cep filozofu'nun düşündürdükleri

Anne olmanın en güzel yanı, evde 7/24 filozof sahibi olmak. Gerçekten dinlersen ne dediklerini, hepsi birer filozof.

8 yaşındaki M.'ye sabah kahvaltısından hemen sonra neden şekerleme yememesi gerektiğini anlatmaya çalışıyordum; dişlerimizden girdim, sağlıklı beslenme alışkanlığından çıktım her seferki gibi. Ama o, şekerle çalışan bir makina gibi bazen, dinlemiyor. O zaman dedim ki "hayat böyledir, bazen yapmak istediklerin zararlı, yapmak istemediklerinse yararınadır".

Durdu bana dik dik baktı ve aynen şunu dedi: "Hayatta bizden beklenen, yapmamız gerekenler vardır. Bir de yapmamıza gerek olmayan ama bize keyif verenler. Bir birinden, bir diğerinden yapmamız gerekir, yoksa mutlu olamayız."

O kadar haklı ki, tüm kâse şekerlemeyi kendi ellerimle verdim ve ardından şaşkınca bakarak, neşe içinde sek sek zıplayarak odasına gidişini izledim.....

5 Şubat 2022 Cumartesi

Sadece bir his

Sonra dedim ki yanımda sakin ve güvenli adımlarla yürüyen 75 yaşındaki B.'ye: aslında uzun kısa fark etmiyor; ömrün ardından kalan da, önü topu sadece birkaç an. Tanıdığım - sevdiğim - yitirdiğim tüm o insanlardan kalan anlık hâtıralar ve hattâ hâtıra bile olmayan kısacık hisler. En çok o hisler kalıyor geriye bir insandan. Kimlere? Tabii ki çocuklarına, şanslıysa torunlarına, çocuksuzsa da arkadaşlarına ya da arkadaş çocuklarına. O kadar. 3 nesil sonra zaten hiç olmamış kadar yoksun.. Eni sonu 50 bilemedin 100 sene sonra, yaşadığın kavgaların, üzüntülerin, seviç ve gururun hiçbirinin önemi kalmayacak.. Sadece bir his bırakacaksın geriye, olan bitenin, iyi kötü tüm hatıraların önüne geçen anlık, tek bir his.

Ya hafif, neşeli, ışıl ışıl bir his. Ya da ağır, boğucu, sıkıntılı bir his. 

İşte senden ve tüm yaşananlardan geriye kalacak olan sadece bu..

4 Şubat 2022 Cuma

Tahammül, umut, ve..

"Zira şairler çok kere hakikate tahammül edemezler ama daima kendilerini koruyan, kurtaran bir muhayyileleri vardır.." diyor, Abhülhak Şinasi Hisar; Ahmet Haşim'i kastederek..

- Varlık dergisi sayı 41. 15 mart 35.

Bazen bu muhayyile yani hayâl gücü olmasaydı, dünyaya katlanamayacağımı hissediyorum. Tanrım öyle çok kötülük, acımasızlık var ki; bazen diyorum Tanrı ya umursamaz bir tanrı, ya da yok.. Göz göre göre.. Sonra aklıma güzellikler, iyi niyetler, karşılık beklenmeden verilen sevgiler de geliyor. O zaman da diyorum ki, Tanrı her yerde olmalı, her bir hücrenin içinde olmalı.

Tanrının "iyilik ve kötülük"ten ayrılmış bir töz olduğunu çözeli hayli zaman oldu.. Yine de içimdeki dualist bazen "ya.. ya da.." sistemine takılıyor. Oysa bir de "ve.." vardır hayatta.... 

Eylül, 2021. 

3 Şubat 2022 Perşembe

Ters ışık - 2


F. bazen Hindistan'da çektiğimiz eski fotoğraflarımıza bakarken, "bu sarı sadece Hindistan'da var değil mi?" der. Ben de gülümseyerek onaylarım. İkimiz de özleriz o günleri..

İşte o bahsi geçen sarı, tam da yukarıdaki sarı. Rajastan'da hava öyle kirli ve tozludur ki, güneş ışığı insana sanki dünyayı bir perde gerisinden izliyormuş hissi verir. Steve McCurry çok güzel yakalamış ışığı; o rengi, anı ve hissi çok iyi aktarmış..

Bugünlerde bazı şeylerin üzerine ters ışık düştüğünü ve onları daha önce görmediğim başka başka şekillerde gördüğümü fark ediyorum. Arkadaşlık, ayrılık, birini sevmek ve sevgi bittikten sonra devam edebilmek gibi şeyler..

Aslında, genel anlamda da, çoğu kavrama daha önceden baktığım açıdan bakmadığımı ve o açıdan bir daha bakamayacağımı fark ediyorum son zamanlarda. Bu hoşuma gidiyor. Genişlediğimi, kıpırdadığımı, dinamik bir hâle geçtiğimi hissediyorum. 

Hep bu ters ışıklar sayesinde sanırım..

2 Şubat 2022 Çarşamba

Salıncaklı divan

Çocukluğun ve yaşlılığın paylaşılan ortak güzelliklerinden biri de, sanırım, öğle uykuları..


Yıllar var ki, tatilde bile olsam öğle uykusu uyumadım; fakat şöyle salıncaklı bir divanda göğsümde bir kitapla "uyurmuş gibi" yapıp; böceklerin seslerini, hafif esintiyi ve insana hiç bitmeyecekmiş hissi veren Ağustos öğle sonlarının ağır ve yapışkan huzurunu, çevremdeki otlardan yayılan o sütümsü baygın kokuyu duymayı öyle isterdim ki.. Hafif hafif sallanır, düşlere dalardım.. Hiç acele etmezdim..

Doğrusu bu ya; bu divan benim olsa sanırım sabahın erken saatlerinde kuşların uyanışlarını, günün doğuşunu izler, akşamları biraz uzağımdaki kertenkelelerin dost sohbetlerine kulak kabartır, geceleri de yıldızlara baka baka yine bu divanda uyumakta ısrarcı olurdum.. Bu divan benim olsa, kesin bu divanda yaşardım ben. Hiç kımıldamaz, ağzımı bile açmazdım.. Hattâ evet evet, şu en köşedeki tombik mavi yastık olurdum, buralar benden sorulur dercesine dururdum..

1 Şubat 2022 Salı

76'dan 21'e Goldberg Ailesi

Diego Goldberg, Arjantinli, ödüllü bir fotoğraf sanatçısı. Onu asıl duyuran ve 2006 yılında Gabriel Garcia Marques Derneği'nin "Hayâlinin Peşinden Gidenler" ödülünü almasını sağlayan ise; 1976'dan beri her sene 17 Haziran'da düzenli olarak çektiği vesikalık fotoğrafları; yani The Arrow of Time Projesi.


1976'da eşi Susy ile başladıkları projeye 1978'de ilk oğlu Nicolas, 1979'da ikinci oğlu Matias ve 1984'te son oğlu Sebastian da katılıyor. Beş kişilik ailenin 2021 Haziran'ında son çektikleri foroğrafın yanında, aynı zamanda oğulların kendi eşleri ve çocuklarıyla olan fotoğrafları da ekleniyor ve iki kişinin 46 sene içinde nasıl genişleyip değiştiğine tanık oluyoruz. Bence muhteşem bir proje.. 

İnsan düşünmeden edemiyor; acaba onları bunca sene bir arada tutan şeyler içinde, bu projenin devam ettirilmesinin de büyük bir yeri var mıdır? Bu projeye baş koymasalardı, onlar da birçok çift gibi ayrılır ve kendi yollarına devam ederler miydi? Peki ya çocuklar; kendi ailelerini de projenin içine çekerken bu projenin getirdiği güven ya da gücün / bağlayıcılık ve zorunluluğun bilincinde miydiler? Ya da hayatlarına daha önce girip çıkan tüm o insanlar, mutlaka projeye alınmış ve projeden ayrılmış olanlar, onlar da projeye devam etselerdi neler görecektik kaderlerinde? Söz gelimi, sadece proje için oynamalar olur muydu ya da yıllar sonra geri dönmeler, başka bir açıdan projeye girmeler? Yüzüne aşina olup benimsediğimiz birini yitirmek ama yıllar sonra birden yeniden görmek ne hissettirirdi bize? Ya da 2020'deki maskeli fotoğrafların yerine bir boşluk bulsaydık peki? O boşluğa takılıp kalmaz mıydı gözlerimiz? Bir haksızlık hissetmez miydik? 

Yaşam bir ya da birden çok projeyse ve Goldbergler için yaşamın anlamı bu projenin devamıysa eğer; peki bizim projelerimiz ne? Amaçlarımız ne? Anlamımız ne?

Projeye buradan ulaşabilirsin.