Bugün, durumlar feci pembe.
O nedenle bana az müsaade..
Ben koştura koştura hazırlanırken, sizleri gençliğimizin Aerosmith'i ile başbaşa bırakıyorum; Piiiiiink is my new obsession, yeah! :))
Niyetim günden kalan tortuyu saklamak; bu sayede, yaşadığımı kendime kanıtlamak..
Bugün, durumlar feci pembe.
O nedenle bana az müsaade..
Ben koştura koştura hazırlanırken, sizleri gençliğimizin Aerosmith'i ile başbaşa bırakıyorum; Piiiiiink is my new obsession, yeah! :))
Öğretmene düşen; kendisine emanet edilmiş çocuk topluluğundan, birbirinden farklı pek çok çocuk yetiştirmektir. Alışılmış ve yaygın yolu izleyip tüm öğrencilerini tek tip insan olarak eğitmekle karşılaştırıldığında, içlerinde ikilik yaratıp onları birbiriyle boğuşan iki insana dönüştürmek yanlışına düşmesi, daha bağışlanabilir bir davranıştır.
Rainer Maria Rilke - Çünkü zordur sevgi
Bu sıralar bunun üzerinde çok düşünüyorum......
Birlikte olmaktan asla sıkılmadığım tek insan yine benim.. Bu çok tuhaf. En sevdiğim insanlara bile, 72 saatin üstüne çıkıldığında, sürekli tahammül edemiyorum. Sizde de böyle bir durum var mı, yoksa bu benim nevi şahsıma münhasır tuhaflıklarım arasında mı?
Bunu hissettirmiş olacağım ki, bir sevdiğimden "sen bizden sıkılıyorsun, normal bu tabii.." ya da "biz geldiğimizde seni yoruyor rahatsız ediyoruz" gibi bir yorum alınca, üzüldüm. Öyle bir durum söz konusu değil çünkü.. Sadece, alıştığım sistem bu... Çocukluktan beri kendimle başbaşa saatlerce kaldığım, şartlar nedeniyle kalmak zorunda olduğum zamanlar oldu ve ben bu sisteme alışmışım.. Bünye istiyor..
Bakıyorum da, çocukken kardeşlerle büyümüş, ergenken arkadaşlarla yoğun zaman geçirmiş, üniversiteyi aile yanında ya da yurt, ev gibi ortamlarda yine başkalarıyla geçirmiş, sonrasında da hemen evlenmiş insanların beni anlamaması (çünkü bunların hiçbirini yapmadım), kendimle başbaşa kalma ihtiyacımı da kendilerine karşı bir eylem sanmaları aslında anlaşılır bir durum... Ama keşke benim onları anladığım gibi, onların da beni, bu şeklimle, anlamaları mümkün olsa.......
Nietzsche ile bitirelim: "Tek başınalık, içimizdeki kalabalığın sesini duyabilmek için bir gerekliliktir."
Orijinali ise, Caspar David Friedrich "Der Wanderer" :)
Pazartesi Masalı'nda önerilen listeyi yaptım bu sabah. A4 beyaz kağıdına.. Hayat yolunda bana dokunan tüm insanları yazmaya başladım. Aslında fikrim önem sırası vermeden, rastgele, bilinçakışıyla yazmaktı isimleri, bir bir. Fakat yapamadım. En önemli insanı ilk olarak yazıp, en ortaya koyunca, yapamayacağımı anladım...
Benim zihnim rastgele değil sistematik çalışıyormuş demek ki.. Kategorilere ihtiyaç duyuyormuş.. Bu egzersizde ilk fark ettiğim bu oldu. Bir aile bir arkadaş bir hayvan gibi gidemedi zihnim, önce en yakınlarım, sonra bir dış halka diye gitti. halka halka genişledi isimler kağıt üzerinde.. Fakat, mesela taaa çocukluğumdan bir isim gelince, onunla aynı dönemde hayatımda olan önemli isimleri de düşünüp ekleme ihtiyacı duydum. Sonra annemin arkadaşları, aslında ne kadar tanımış olabilirim ki, ama yine de benim için önemli isimler...
Aklıma gelen herkesi yazmadım, biraz hile yaptım - şimdilik - ve sadece önemli izler bırakanları yazdım. Bunlar arasında hepsini ya seviyorum, ya bir dönem sevdim ama bir şekilde koptu ilişkimiz.. Onları yazdım.. Bana kazık atan, sevgimi boşa çalan, samimiyetinin gerçek olmadığını fark ettiklerimi ise yazmadım hiç.. Yokmuş gibi davrandım - belki şimdilik -
Sonra yol fenerlerimi de yazdım yani bazı öğretmenlerimi, terapistleri, arkadaşlarımın annelerini ve bir şekilde bana yol göstermiş olan kişileri, hatta bu gruba en sevdiğim dört beş yazarı da ekledim. Müzikyen, ressam, sanatçı eklemedim ama, nedense onları o kadar önemli bulmadım. Yazarlar kadar "dokunmamışlar" demek ki bana...
Sonra, aklıma başka isim gelmez oldu.. Belki önü sonu toplasam 100 ya da 120 isim var beyaz kağıdın üzerinde ve beyaz kağıdın yarısı boş.... Bu boşluk garip şekilde, yalnızlık değil de, "ama gelecekte tanıyacaklarım var daha, onlara yer ayırmalıyım" hissi verdi bana.... Tuhaf olan, misal en ortaya ufak bir kalp ve içine C. harfi çizdim ya, çevresi tabii en yakın ruhlarla dolu ama orada bile boşluklar var! Orada bile daha "yer" var.....
Kağıda bakınca, şuna da şaşırdım. Sanki bir hiyerarşi var gibi kağıtta... C. harfinin üstündekiler gerçekten kendimden üstte gördüklerim, hayat öğretmenleri (en üst sağ köşede Dostoyevski'nin olması mesela, altında birkaç ünlü psikolog, kendi analistim) kendimle eşit paraleldeki isimler kadar hayatımda dominant olan figürlerin üstte oluşu ve bazı çok sevdiğim ama ilişkide daha dominant olduğum kişilerin hafif alt kısımlarda oluşu, bunlar çok ilginç geldi bana çünkü bilinçsiz bir şekilde doldurduğumu sanıyordum kağıdı...
Sağ üst genelde toplumsal figürler, sağ yan ve sol yan aile fakat Almanya sağda, Türkiye solda, anane en üstte, ev hayvanları sağda, en yakın dostlar sağda, eski sevgililer, iş arkadaşları, uzak akraba ve tanışlar solda, alt taraf aslında ilkokul ve çocukluk dönemi, aileyakınları, öğretmenlerim, komşu teyzeler, annemin arkadaşları, evimize yardıma gelen teyze.... Hep bunlar aslında beni desteklemiş, arkamı güçlendirmiş figürler... Çok ilginç... Çocukluk arkadaşları da alt sol. Peki üst sol?
Belki üst sol, gelecek... Henüz bilmediğim insanlar.. Henüz tanımadıklarım... Büyük beyaz bir boşluk.....
Çok ilginç geldi bu bana. Sen de yapsana, belki yazarsın bana ya da bloğuna.... ilginç......
Görseli sadece ilk başladığım haliyle ekledim, sonrası bana kalsın şimdilik..... :)
Bu haftanın masalı bana çok iyi geldi... Çok!
27: Ayak İzleri
Bir hayat boyu yürüyüp, sonsuzluk okyanusunun kıyısına gelmişti. Boşluğa, sonsuz okyanusa ve dalgaların izine baktı. O sırada, gerisinde ayak izlerini gördü. Kumda kendine ait olanlar ve tam yanında bir çift ayak izi daha. Etrafta kimse yoktu, yalnız yürümüştü.. Gözleriyle görebileceği en uzak noktaya baktı, o izler hep yanındaydı, hiç yalnız yürümemişti! Hayatının tüm önemli anlarını gözden geçirerek geriye yürüdü ve bu gizemli ayak izlerine çoğu yerde rastladı. Hayatının her noktasında yanında, ona eşlik ve tanıklık eden biri vardı! Bunu anlayınca içini derin bir sevgi kapladı. Bir melek tarafından korunup kollandığını sık sık hissetmişti. Sanki sevgi dolu bir varlık onu takip ediyor gibi gelirdi ona hep, şimdi bunun doğruluğunu görmüştü.
Sonra biraz daha yakından baktı ve durumun her zaman böyle olmadığını gördü. Bazen ayak izleri kaybolmuştu, bu dönemlerin hep hayatının "zor zamanlarına" denk geldiğini fark edince aklı karıştı ve sitem duydu: "Neden? Neden ihtiyacım olduğunda yanımda değildin?" diye isyan etti.
Kalbinin derinliklerinden cevabı duydu: "Her zaman seninleydim.. Yoldaki her adımında. Hayat yolunda artık yenildiğini hissettiğin anlarda, seni ben taşıdım, onlar senin değil, benim ayak izlerim.."
Kıssadan Hisse:
Ben bu masalı Tanrı'nın en yalnız, en zorda hissettiğimizde bile yanımızda olmasına bağladım. Artık devam edemeyeceğim dediğimiz her an, aslında o bizi yeniden kaldırdı, yeniden yola koydu, yürümemizi sağladı. Kendimizi en yalnız hissettiğimizde bile yalnız değiliz, Tanrı hep kalbimizde, yanımızda..
Yazarın yorumu daha farklı ama o da güzel; en yalnız hissettiğimiz anda bile yalnız değiliz, dünyadaki diğer tüm canlılarla bağlantı halindeyiz. Bu bağlantılar kalp ve ruh enerjisiyle mümkün. Fakat son zamanlarda aklımızı karıştıran ve bu bağlantıyı görmemizi engelleyen çok fazla gürültü var. Mesela medya teknolojileri geliştikçe, kendimizi her an herşeyden bilgi sahibi olma halinde buluyoruz. Bu da bizim asıl bağlantılarımızı zayıflatıyor. Sürekli sosyal medyada ne olduğunu takip etme zorunluluğu FOMO - gündemi kaçırma korkusunu tetikliyor, bu da aslında, gerçeklikten daha fazla kopmamızı sağlıyor. Sürekli haberleri ya da sosyal medyayı takip edersek, gerçekte bizim için asıl önemli olan insanları, ilişkileri, duygu ve hisleri kaçırırız.. Medya bağlılığı, gerçek evren ile (doğa, hayvanlar, en yakınlarımız, asıl sosyal çevremiz) aramızdaki bağı engeller.
Gerçekten yazar bu konuda haklı. Çok tuhaf ama hiç tanımadığı birinin acısına empati yaparken, en yakınında kendi çocuğunun ya da yakın dostunun acısını fark edemeyenlerle doldu dünya! Bambaşka bir ülkedeki depreme ağlarken, kendi sokağındaki evsizi göremeyenlerle doldu.. Ülkenin güneyindeki orman yangınına üzülüp, kendi sokağındaki parkın çöplerle dolmasına dikkat bile etmeyenlerle......
Haftanın iki görevi:
1. Deniz kenarındaysan denize dümdüz uzan. Bahçen varsa bahçene. Balkonun varsa balkon zeminine ya da hiçbiri yoksa evinin salonunun orta yerine uzan. Gözlerini kapat ve tüm vücudunun suyla, toprakla ya da zemindeki halı veya parkeyle nasıl bağlantıda olduğunu hissetmeye çalış.
2. Bir kağıda, sana dokunmuş olan tüm insanları yaz, sevdiklerini, seni sevenleri, hiç tanımadığın ama yazılarıyla sana güç ve mutluluk vermiş olanları, ya da resimleriyle, heykelleriyle, müzikleriyle.. Tanıdığın hayvanları, hatta ağaçları ve bitkileri de unutma! Bu kağıdı sakla ve kalbine yeni giren herkes ve herşeyi o sayfaya ekle..
"Sanki ayaklarınla yeryüzünü öpüyormuşçasına yürü" - Thich Nhat Hanh.
Bugün canım biraz sıkkın. Benim de hocam olan, Betül Mardin’le başbaşa bırakayım seni..
“Ölümden sonra yaşamak istiyorsan, günlük tut. O küçük notlar, hem kendi hayatının tanıklığı, hem de yarına kalan bir bilgi kaynağı. Mesela benim babam, hiç düşünmeden 60 sene boyunca her gün Ece Ajanda'sına o gün olanları yazmış. Hâlâ açıp okuyorum ve çok faydalanıyorum.”