31 Aralık 2022 Cumartesi

Bir: Bitiş

3-2-1.. ve sar baştan 31.557.600.. yapacak mıyız sevgili blogcuğum?

Hâlimiz, sabrımız, niyetimiz var mı? 

Göreceğiz..... 

Burada sessiz sessiz bulunduğun, ara sıra bana mail yolladığın, whatsapp'tan yazdığın, bazen ses kaydı çektiğin, bir iki defasında avaz avaz (ve çok güzel bulduğum sesinle) şarkı söylediğin bu mesajların için sana teşekkür ediyorum. Hepsi beni düşündüren, geliştiren mesajlardı. 

Sağlıklı, iç huzurlu ve şanslı bir sene diliyorum sana, iyi insanlarla karşılaş. Bunlar olduktan sonra, gerisini sen halledersin zaten, inanıyorum :)

30 Aralık 2022 Cuma

İki: Oluş

Kendimi sıklıkla, tekrar tekrar, ne kadar güzel bir an ya da güneş ne hoş vuruyor ya da renkler ne kadar güzel derken yakaladığım yerlerden biri:

Bir de müziği var bu anın elbette, içimde döne döne çalan.

Böyle anlarda oluş, bir mes'ele değil, sadece keyfi çıkartılan bir hâl..

29 Aralık 2022 Perşembe

Üç: yokoluş

Seneca'nın sözüne güvenirsen, öldükten sonra, doğmadan önce olduğun yere döneceksin.. O zaman endişeye gerek yok.

Mantıklı gibi.


Ricky Gervais'e dönelim. Milyonlarca yıl boyunca yoksun, sonra bir şeyler bir şeyler oluyor (ne olduğu fark etmez) ve hadi bol keseden verelim, 70-80 sene dünyada bulunuyorsun. Sonra milyonlarca sene yine yoksun. Bu durumda, zamanını nasıl harcadığın, çok büyük anlamı olacak bir durum olmaz mı?!

E bu da mantıklı gibi.

Düşünsene 70-80 senecik ve 1 tanecik şansın var ve sen sevmediğin bir kadınla / adamla / insanlarla, sevmediğin bir işi yaparak, sevmediğin bir ortamda yaşayarak, mutlu olmadan, mutlu olma ihtimalini kendine sunmadan, yaşamından geriye hiçbir anlam bırakmadan, yani BOŞA geçiriyorsun bu şansı. Tam gözlerini kapatırken 1sn için aklın başına geliyor. İşte asıl "cehennem" bu olmaz mıydı?!?

Mantıklı mı? Ha şimdi o zaman ne yapıyoruz?

Fark etmez, sadece "boş yapmıyor"uz!

Foto: Dünkü yürüyüşün "kaybolmadığım kısmı"ndan. Ağacın adı Lebensbaum (Yaşam Ağacı) ve tam ortada gördüğün kuytusundaki sessizlik tam bir piknik battaniyesi serip, sırtüstü uzanıp, saatlerce ağacın dallarını izlemek için, muhteşem değil mi....?

28 Aralık 2022 Çarşamba

Dört: varoluş

Carl Sagan, Soluk Mavi Nokta’da şöyle diyor: “Bugünden beş milyar yıl sonra, Dünya yanıp kül olduktan ya da güneş tarafından yutulduktan sonra, varolan başka dünyalar, yıldızlar ve galaksiler olacak ve onlar bir zamanlar Dünya denen bir yer olduğunu asla bilmeyecek.”

Bugün ormanda yürürken, patikadan sapınca kayboldum ve üstteki fotoğrafta gördüğün kuru ağacın gövdesinde büyüyen mantarla karşılaştım. Ormanın bu ıssız bölgesinde benim dışımda bir insanın daha görüp görmediğinden emin olamadığım bu mantar, gerçekte var mıdır? klasik önermesini aklıma getirdi..

Peki biz kuruyup gittikten sonra üzerimizden tekrar doğacak olan mantarlar, yosunlar, börtü böcek, onları yiyen kuşlar, büyük otoburlar ve sonunda onu yiyen insanlar desem, asıl soru şu değil mi: gerçekte hiç yok olacak mıyız?

27 Aralık 2022 Salı

Beş: küçük şeyler.

Her yılbaşı öncesi beni şaşırtan bir S. var, Berlin'den bana kart atarak.. Birbirimizi aslında çok tanımıyoruz ve belki 3 defa o da telefonda konuşmuşuzdur. Çok nadiren blog yazıyor, mutlaka okuyorum. Çok nadiren instagram'a girdiğimde, mutlaka güzel fotoğraflarına gülümsüyorum.. Yıl boyunca başka bir iletişimimiz yok ama yılbaşı yaklaştığında, senelerdir, onun nazik kartlarını posta kutumda bulmak, tekrar tekrar şaşırmak ve sevinmek, ne bileyim; iyi geliyor..... 

Küçük şeyler. Hepsi de küçücük şeyler

Kartlarımın hiçbiri ulaşmadı henüz. Ama umudum var ve hepsinin fotoğrafını çektim, elimde kanıtım var :) en kötü 1 Ocak'ta emaille yollayacağım. Hayatımda ettiğim en ağır iki küfürden (Be-o-ke ya da Koca Kafalı) birini de sallayacağım o zaman PTT'ye.

Ama bana kartlar ulaşıyor.. Ve her biri çok mutlu ediyor.. Bugün bunu yazmak istedim..


26 Aralık 2022 Pazartesi

Altı: hafiflik

Dün ne oldu öyle anlamadım. Bir an neşeyle önceki gecenin noelinden kalma şarkıları dinliyorken, birden kendimi Hania'nın kollarında ve Türk gençliğinin içinde bulunduğu dayanılmaz buhranı açıklamakla yükümlü buldum :) Bu bir bana mı oluyor yoksa 2013 baharından bu yana hepimiz az çok bipolar mıyız?

Yine retorik soru.

Dün gece yazıyı yolladıktan çok sonra, pijamalarımı giyip yatağa girdim ve planladığım gibi, her sene noel döneminde mutlaka izlediğim "Love Actually"yi yine izledim. Sanırım sonsuza dek izleyip sonsuza dek sıkılmadan aynı esprilere gülümseyeceğim, aynı aşk-kafasına sahip olduğum Sam'i çok seveceğim, aynı "bu filme dek noel dendiğinde akla Londra'nın gelmesi mümkün değildi, nasıl promote ettiler şehirlerini yahu, helal olsun" diyeceğim tek film de bu.. Basit, insanı yormayan, neşe veren bir film. Ve evet neşe verdi bana. Hafif, huzurlu bir uyku uyudum.

Boş, hafif, neşeli şeyler... Hayatın anlamı bunlar belki de. Entelektüel insanın kendi mutluluğunu ve hafifliğini bir suç olarak görmesi de; bir tür kibir değil mi aslen?

O zaman. 

İki hafif ve neşeli şarkı ekleyeceğim. Biri bana. Biri sana :) 

Bir de hafif ve neşe veren tarif ekleyeceğim. Hiç içmedim ve senin de içtiğini sanmıyorum ama ilk kim dener ve beğenirse, ilk yazıyı da o yazsın o zaman :)

25 Aralık 2022 Pazar

Yedi: All i want for christmas is hope.

Dün gece noeldi, bugün de sakin bir noel sabahı.. 

Demin yazdıklarım hoşuma gitmedi, sildim. O kadar da neşeli değilim doğrusu.. çok yorgunum.

Ama sakinim ve özellikle kahvaltı sonrası Deniz Göktaş'a ayıracak vaktim çoktu. Yeni nesli anlayamadığını düşünüyorsan, ilk podcast yayınından (Mirgün Cabas'ın Hayaleti) başlayarak dinle derim, kendisini ve neslinin içinde bulunduğu boşluğu bence çok güzel anlatıyor. Ben anladım yani, nasihatten ve bilgi çokluğundan bıkmış, yolu kaybetmiş ve artık nereye yürüdüklerinin de bir önemi kalmamış hallerinin nedenlerini anladım.... Hak da verdim işin tuhafı. 

Sonra biraz da Hania'ya zaman ayırmak istedim. Özellikle döndüre döndüre "There will be hope"u dinledim. Dobrawa Czocher ile.. Buraya da onu ekliyorum, noel şarkılarından daha uygun bugünüme.. Seni bilmem. Umarım daha güneşli ve daha neşelisindir.

24 Aralık 2022 Cumartesi

Sekiz: Sütlü çay

Düne çayla başlayıp güzel bir gün geçirince, bugüne yine çayla başlamak istedim.. Çayın bir de bu şeklini denemeni öneririm. Chai Latte / Sütlü baharatlı çay.


Sahlep çok severim ve buralarda bulamıyordum.. Chai Latte biraz sahlepi de andırıyor. İlk defa Hindistan'da içmiştim, çok hastalanınca kaldığımız pansiyonun sahibi kadın yapmıştı ve "bu çay seni zımba gibi yapacak" demişti.

Bak tarifi şu: Çayı demliyorsun, 2 bardak süte 1 yıldız anason, 2 kakule tohumu, 1 çay kaşığı toz zencefil, iki adet karanfil, çeyrek çay kaşığı toz karabiber ve yarım çay kaşığı tarçın ekleyip güzelce karıştırıyor ve sütü kaynatıyorsun. Sonra süzüyor, bir bardak çaya iki bardak süt ekliyor, keyfinin istediği kadar şeker, agave şurubu ya da balla tatlandırıp, biraz ılıtıp, baharatların rayihasını iyice çıkartmasına izin verdikten sonra höpürdete höpürdete içiyorsun.. 3 kişilik çekirdek aile tarifi yaptım sana bak ya da tek başına üç bardak ;)

Ha bir de tabii: Masa da masaymış ha..

23 Aralık 2022 Cuma

Dokuz: Çay!

Sıcacık bir çayın bile onaramayacağı bir şeyse, koyver gitsin :) Bundan sonra mottom bu.. 

Bu sabah ilk danışanım 9.30'da. Öncesinde noel takviminden bugüne çıkan "LOVE"ı içmeye karar verdim. Love'ın bileşimi Pukka Çay'a göre; biraz gül yaprağı, biraz lavanta ve papatya imiş.. Doğru mu sence? Bence içilebilseydi eğer biraz sardunya, biraz lale, az da fesleğen olurdu.. Aşk anlayışım zehirli galiba :))

Moralim geldi evet. Çayın kesinlikle ilgisi var ama 5 günlük uykusuzluktan sonra deliksiz uyumuş olmanın ve sıcacık sabah duşunun sanki bir tık daha fazla etkisi var..

Psikoloğunuz uyarıyor: Yorgunluk ile depresif ruh halini karıştırmayalım lütfen!

22 Aralık 2022 Perşembe

On: iki kalp

Komşum C. bugün bana bir noel kartı verdi. 
Kurşunkalemle amatör çizgilerle çizilmiş, üzerindeki tarih 17-01-21.


Bana iki şeyi hatırlattı hemen.. İlki elbette buydu:

İki kalp arasında en kısa yol:
Birbirine uzanmış ve zaman zaman
ancak parmak uçlarıyla değebilen
iki kol. (Cemâl Süreya)


İkincisini ise biraz aramam gerekti ama sonunda buldum:

Tarihe dikkat :) 21-01-17, Martinique.

Yarın pencerenin önünden geçerken yakalarsam komşumu, göstereceğim :) şaşırır ve çok sever / sevinir eminim..

21 Aralık 2022 Çarşamba

On bir: siyah ve beyaz

Zweig, Satranç'ta Gestapo tarafından sorgulanmak üzere tek başına aylarca bir hücreye kapatılan, bu hücrede çıldırmamak için, sorgulardan biri sırasında askıda kurumaya bırakılan bir gardiyan ceketinin cebinden konusunu bilmediği bir kitap çalan ve bu kitabın bir satranç kitabı çıkması sonucu satrançla ilgilenmeye başlayan bir adamın, tehlikeli bir uyarılmadan kaynaklanan bir bilinç bölünmesi yaşayarak kendi zihninde hem siyah hem beyaz olarak oynamaya başlaması ve iki "ben"den birinin ötekine meydan okuması hattâ yenilmesi sonucu hissettiklerini, gittikçe daha da takıntılı bir şekilde satrança bağlanmasını (satranç zehirlenmesi) muhteşem bir dille anlatır. 

Bir obsesyon, takıntı, akıl hastalığı olarak okuyabilirsin bunu ve çok etkilenirsin. 

Ama bir de şöyle okuyabilirsin:

Hem siyah, hem beyaz olmak; tek bedende iki zıt kutup olmak ve bunun insanın üzerindeki ağırlığı.. 

Nadiren de olsa, bazen hem siyah hem beyazı görmek, tanımlayabilmek, anlayabilmek bile bu kadar yorarken beni, bunun ötesine geçip hem siyah hem beyaz olmanın nasıl bir his olabileceğini düşünemiyorum.. 

Tanrısal..?

Ekleme: Bu kitabı ikinciye okumak yerine Okan Bayülgen'in sesinden Storytel'de dinledim, bu kadar mı güzel okunur, tonlanır, içine girilir?! Muhteşem.....

Ekleme 2: Kediler bu yaz son Bursa ziyaretimizde doğan, ikidebir araba jantlarının arasından çıkartıp durduğum yavrular.. Babam yollamış, sadece 3 ayda nasıl da kocaman olmuşlar..

20 Aralık 2022 Salı

On iki: elma ve cennet

Bugün yokuş yukarı bir gündü. 

Sadece geçmişten bir şarkı, bir de yine geçmişten bir fotoğraf bırakacak gücüm kaldı günden geriye.. İnşallah yarın düzlüğe çıkar, biraz soluklanabilirim.. Yoksa bu elmacık gibi ben de kendimi sepetten aşağıya bırakıvereceğim, az kaldı......


19 Aralık 2022 Pazartesi

On üç: kısa kısalar

Çok seviyorum kısa kısaları. Azıcık kelimeyle o kadar çok şeyi anlatabilmeye ne özeniyorum..

Al işte; Barış Bıçakçı “Seyrek Yağmur”dan “Çengelliiğne”:


Önü topu bu kadarcık işte!
Fakat muhteşem değil mi?

18 Aralık 2022 Pazar

On dört: anlamak

Sibirya Berberi'nin son yazısındaki 9 başlıklı paragrafın ikinci yarısı "benim bir hikâyeyi düzeltmem gerek.." diye başlayan "Benim aslında seni sevip, bütün ömrümü düzeltmem gerek uğultularından..." diye devam eden andan itibaren çok fena üstümden geçti. Çünkü öncesinde de Orhan Pamuk'u dinliyordum sabah ve o da diyordu ki: "yazılan metnin anlamı yazar için de okur için de apayrı şeyler değil, birebir aynı duyguyu ifade ettiği ölçüde güçlüdür". 

Dinliyor ama katılmıyordum hattâ tam tersini savunuyordum içimden: "olur mu canım, aksine, okunan zamana göre bile ayrı ayrı anlamlar ifade edebilmelidir iyi metin" diye diretiyordum. Daha bir önceki gece bitirdiğim "İlk Adam"ın 16 sene arayla bana yaşattığı duyguları düşünerek ve orta 2 edebiyat öğretmenimin elimde gördüğü "Kara Kitap"a bakıp, şefkatle bana gülümseyerek: "bunu bir de 40 yaşlarında oku olur mu kızım".. deyişini de hatırlayarak.. 

Ve o güzel adamın lise 2'den bir kız öğrenciye aşık oluşunu, iki tenefüs arasında sınıfta elini tutuşunu. Kızın o tatlı gülüşünü, hepimizin bunu bilişini, onları o 5dk'lık arada yalnız bırakışımızı.. Sonra bir şekilde olayın "büyükler" tarafından fark edilişini. 

Kız "büyük büyük adamlar"ın oluşturduğu kurullar önünde yaşından ve cinsiyetinden beklenmeyecek ölçüde bir yiğitlik ve gururla, başını asla eğmeden yeminler etse de "bir şey olmadı" diye ondan başka herkesi ilgilendiren bekaretine, öğretmenin okuldan (ve muhtemelen okullardan) uzaklaştırılmasını, bir gün pazarda limon satarken görmemi onu, o beni görür de incinir düşüncesiyle yolumu değiştirmemi.. Onun yaptıklarından değil, sistemin ona yaptıklarından ötürü utanç duymamı.... 

Hayat bazen çok tuhaf. İyi ve doğru, bazen çok karmaşık.

ve Orhan Pamuk da haklıymış..


Fotoğraflar: Bu sabahtan. İkinciyi büyütürsen bana doğru hızla gelmekte olan Athos Porthos Aramis ve d'Artagnan'ı görebilirsin.. 

17 Aralık 2022 Cumartesi

On beş: ev

Evimden çıktım bu sabah. Ilık bir gün henüz başlıyordu, güneşli. İnsanlar kıpır kıpırdı, devingen, sıcak kanlı. Çoğunun bir mes'elesi var gibiydi hayatta ya da hayatla. Hep bir koşturmaca, yetişememece, iç çemberler, dış çemberler...

Sonra. 2500 km uçtum.

Evime geldim. Eksi on derece, her yer bembeyaz, gök uçuk bir mavi. İnsanların gözleri de aynı maviden, cam gibi. Sakin, yavaş ama ak düşünceli insanlar. Çoğunun düşünceleri hafif, ağır olanlar da var mutlaka ama yansıtmazlar. Çemberler yok ama kopuşlar var.. Ait olamamalar. Yalnızlıklar. Çok mesafe var....

Hangisi benim gerçek evim, bir türlü anlayamıyorum.. Güneşli günlerde, ikisi de! 

ama bazen de hiç biriymiş gibi geliyor..

Dünden, Bizim kız..
Canlı yayındı.
Tabii ki Ba. sayesinde haberim oldu..

Tam da öyle, evet..

16 Aralık 2022 Cuma

On altı: C. wears..

Dünkü yazının devamı :)

Erkek kokusu biraz baharatlı olsa da, kadınlara çiçeksi ve turunç kokularını daha fazla yakıştırıyor bu kendinden emin, diğer duyular arasında gözde olmanın şımarıklığını yaşayan burun..

Ve sahibi yirmi senedir bunu kullanıyor:

Hâlâ durdurup soruyorlar “afedersiniz, çok güzel kokuyorsunuz, acaba nedir?” Vaz geçemiyorum. Sanki koku kimliğim gibi yapıştı üstüme :) Başka bir şey sürersem, başkası gibi hissedeceğimden korkuyorum!

Tek pıs yettiği için, bir sene gidiyor, her sene kendime doğum günü hediyem.. 

15 Aralık 2022 Perşembe

On yedi: Devil wears..

Herkesin bir duyusu öne çıkar ya hayatta, kaç yaşıma geldim hâlâ başımı döndüren, aklımı alan duyu: koku..

Yarım saattir yan yana duruyoruz, bıdı bıdı bir şeyler anlatıyor. Çevremdekileri güldürüyor, kendi de neşeli, kıpır kıpır, kabına zarar.. Ne diyor dinle(ye)miyorum ya da sorsan nasıl görünüyor, betimleyemem. 

Ama muhteşem kokuyor. Buram buram değil, çok hafif, dalga dalga geliyor ve demiş miydim, çok fena başımı döndürüyor.. Çok fena!

Biraz aklım varken ve hâlâ yapabiliyorken, hızla uzaklaşmak iyi olacak sanırım..

Koku: Prada Luna Rossa, yanlış hatırlamıyorsam. Emin değilim ama o gibi. Ya da Mont Blanc Legend. Son yıllarda beni çarpan tek kokular bunlar oldu çünkü. Ya da yepyeni bir şey çıkmış.. O zaman fena işte. 

Ekleme: Doğruymuş, devil başka şey giymez zaten.. Meraklısına: Ocean değil klasik gri şişe ;) 

14 Aralık 2022 Çarşamba

On sekiz: yorulunca insan

En güzeli hayâl kurmak.. 

Buram buram ben kokan bir ev işte; mütevazı, köşesi begonvilli, masası çiçekli, ufacık havuzu nilüferli (ve eminim bir kırmızı balık da yaşar yaz kış orada ailesiyle) e bir de maviş panjurlu, daha ne isterim ki?

Bir de müzik ekleyeyim sana, kapat gözlerini 25dk çal hayattan... Ben öyle yapıyorum şu an.

Yeşilleri budadım biraz, eteğimi tek elimle topladım kucağıma, eğilmişim kırmızı balığımla konuşuyorum. Arkada masamda 

(ekleme: cümlenin ortasında kesip yollamışım :) yorgunum dostlar.. bakınca arkaya şimdi, masaya.. bilmiyorum ki ne gördüm, ne demek istedim.. Ama hoşuma gitti, bu da böyle "yarım" kalıversin)

13 Aralık 2022 Salı

On dokuz: sen değil siz!

2000'lerin başında Türkiye'den ayrılırken herkes birbirine "siz" derdi, hattâ yaşça küçüklerimizin bireyselliğine saygımızdan, onları "adam yerine" koyduğumuzu gösterme arzumuzla, onlara siz derdik. Evimizdeki yardımcımıza, mevkisi, eğitimi ya da kazancı bizden düşük insanlara da siz derdik, yine benzer bir hümanist saygıyla.

Sadece 20 sene içinde bize ne oldu da (retorik soru) kendimizle eşiti bırak, yaşça büyüğümüze bile "sen" der olduk? 

Görgü, kibarlık, hümanizm önce sözde başlar, sonra davranışla devam eder.. Toplumumuz gittikçe bir kabalıklar ve uygarsızlıklar kalabalığına dönüşüyor.. Çok yazık.....

Karşı argüman da "sen" diyince daha samimi olunuyormuş. İnsan karşısındakine saygı duymadan sevebilir, samimiyet kurabilir mi yahu? Önce saygı..... sonra olacaksa (olmasa da olur) sevgi bence.

geçen sabahtan.. bu da yaşama saygı.

12 Aralık 2022 Pazartesi

Yirmi: maşallah

Nazara inanıyorum. O nedenle şuracıkta dursun.


Lâzım olan kullanabilir :) 

Hamiş. Dünkü yazıyı sildim çünkü şişim indi, çok şükür :))) Ama maşallahımız yine de dursun, ne oli ne olmii..

11 Aralık 2022 Pazar

Yirmi bir: anne.

Bunu yazmıştım ama..

YoSoyMatt ve çıplak ayaklarla dans etmek.. Ah yaz!

…. çok daha önemli bir şey oldu gün bitmeden.

Gece geç saatte çalınca telefon endişelendim. Oysa karşımda heyecandan titreyen bir ses: C., anne dedi! deyiverdi ve koydu gözyaşlarını gitsin.. 

Biraz sessizlik.

Sonra anladım ki 6 yaşındaki otistik yavrumuz ilk defa gözlerinin içine bakmış ve çok net bir şekilde anne demiş.. 

Koydum gözyaşlarımı gitti…

Beni aramış ilk. 

Off yazarken şimdi yine, koydum gözyaşlarımı gitsin..

10 Aralık 2022 Cumartesi

Yirmi iki: ilk kar

Öyle güzel yağıyor ki öğlenden beri lapa lapa. Çay içerek izledim ama yetmedi, hava kararınca uzun bir yürüyüşe çıktım. Tek bir kurdun izinden tüm kurt sürüsü geçer ya karda, bizim ara sokaktan geçmekte olan araç sürücüleri de öyle yapıyor, öndeki aracın lastik izinin dışına çıkmadan seyrediyorlardı yavaş yavaş.. Çok hoşuma gitti. Sanki yağan bu ilk karı bozmaya kıyamıyorduk hiç birimiz….

Sahi.. Neden yağar kar?


Ha bir de.. Kurtlarla Yaşamak belgeselini izledim. Romanya Karpat çoban köpeklerinin koyun sürüsünü kurtlara karşı hayatları pahasına koruması, çobanların doğada yalnız yaşamı üzerineydi ve kurtları yok edilmesi gereken bir düşman olarak değil, kendilerine paralel bir yaşam hakkı olan saygıdeğer canlılar olarak görmeleri çok etkileyiciydi.. 

9 Aralık 2022 Cuma

Yirmi üç: Sevmek

Proje 365 Blog'ta bu yılın projesi "sevmek"ti. Kendime göre ele aldım, masaya yatırdım, biçtim diktim, oldu bir şeyler.. Ben yazarken çok keyif aldım, belki senin yoluna da bir fener olur, yaşama bakacağın farklı bir pencere açar. Bugünün tortusu olarak blogtaki ilk yazının linkini bırakmak istiyorum, sen istersen bu linkten okumaya başlayıp, devamını getirirsin.. 

belki seversin ;)

8 Aralık 2022 Perşembe

Yirmi dört: yumuşak hatlar

"Sarıldığında yumuşak bir şeylere mi sarılmak isterdin, yoksa sert, oranı acıtıp burana batan, köşeli bir şeylere mi?" diye soruyor yeme bozuklukları alanında uzmanlık yapan bir meslekdaşım, 43 kiloya düşmüş danışanına / meslekdaşına.. 

2007 Kışı. Boston. 

Bir şeyleri tetikleyen cümle bu oluyor içinde. Ve kendini gram gram öldürmeye çalışmaktan vaz geçiren..

Bugün şu bibloları görünce, inanılmaz sevimli buldum ve fotoğrafını çekip, hayatımdaki balık etli ve sarıldığımda bana yumuşacık ve sıcacık duygular veren üç muhteşem kadına yolladım. Sen de onlardan biriysen, biri de senin olsun :)

7 Aralık 2022 Çarşamba

Yirmi beş: Kâ’mü!

Albert Camus, 2000’lerin başında tanıştığımdan beri tutkunu olduğum bir yazar. Tamamen örtüştüğüm dualizm ve aslında o kendisini pek ait görmese de üzerine yakıştırılan varoluşçulukla ilk karşılaşmam da “Yabancı” sayesindedir.

2009’da okuduğum İlk Adam’ı, tam 13 sene sonra, bugünlerde kendi 40 yaş varoluş krizim çerçevesinde yeniden okuyorum. Yeniden seviyorum, bu sefer daha farklı cümlelere hayran oluyorum. Günün tortusu bu paragraf-cümlelerden birinden çıktı bugün:

Şu bunalımlı, yaşamaya doyamayan, şu dünyanın kırk yıl boyunca kendisine eşlik etmiş ölümlü düzenine baş kaldırmış ve her zaman kendisini her türlü yaşamın gizinden ayıran duvar karşısında hep aynı güçle çarpan, daha uzağa, daha öteye gitmek ve bilmek, ölmeden önce bilmek, var olmak için en sonunda, tek bir kez, tek bir saniye, ama kesinlikle bilmek isteyen yürekten başka bir şey değildi artık.” 

Yarabbim sana geliyorum! Bu nasıl bir cümledir, bu nasıl bir anlatımdır, bu bu.. bir tür kelime orgazmı yahu!



Fotoğraflar “Un homme qui dort” (the man who sleeps) filminden, o da alıntının da bulunduğu, Camus’nün “Le premier homme” kitabından..

6 Aralık 2022 Salı

Yirmi altı: Karşılıksızlık

Güzel bir şey duydum, kendim hakkında bugün. 

Bizim neslimize iltifat kabul etmek ayıp olarak öğretildi, yıllarca hicab içinde, utanarak, sıkılarak, duymamazlığa gelerek ve hemen unutmaya çalışarak dinledim kendimi başkalarından. Gururlanamadım, kibirdi çünkü. Kutlayamadım, taşkınlıktı. Sevinemedim bile çoğu zaman, görevimdi, normaldi, abartılacak bir şey yoktu.. 

Öyle gördük biz, öyle büyütüldük. 

Hepimiz değil. Sen eve takdir getirirsin, aferin akıllı kızım denir geçilir, komşunun çocuğu sınıfta kalmadı diye anne babası parti verir.. Hangisinin daha tuhaf olduğunu düşünür, bulamazsın.. Ama konumuz bu değil. Konumuz, böyle büyütüldükten sonra, başarıların karşısında kendini kutlayamamak, kendinle gurur duyamamak. Bunu yetişkinlikte öğrenmeye çalışmak oldukça zor oluyor..

Neyse. Bugün değer verdiğim biri bana "senin çok güzel bir huyun var, asla yaptığının karşılığını beklemiyorsun sen" dedi. Bu bence çok güzel bir iltifattı, utandım ama içten içe sevindim de. Çünkü demek ki fark ediliyor..

Bunu da "iltifat kabul etmeyi, kendinle gururlanmayı öğrenme sanatı" adına, günün tortusu olarak buraya yazıyorum. 

Foto. Ufacık bir meraklı olarak ben, C., bundan tam 40 sene önCE.. "Ne güzel saçların var" diyenlere "Eşek saçlarım!" diye cevap verdiğim yıllardan.. 

5 Aralık 2022 Pazartesi

Yirmi yedi: Katliam

Oz yollamış sabah. Kahkahalarla güldüm ağlanacak halimize...... 


Fakat "yayıM"a hazırlıyorum kısmı umutlandırdı beni ;) 

Mes'ele hiçbir zaman basit bir "- de - da ve - ki" mes'elesi değildir, Nalân!

4 Aralık 2022 Pazar

Yirmi sekiz: ilişkiler

Bugün şunu okudum; en iyi ilişkiler, zorlamak zorunda olmadığımız ilişkilerdir.

Şöyle bir yokladım kendimi. Çok şükür, zorlamak zorunda olduğum tek bir ilişkim yok.

Senin var mı? Peki neden var, sence?

lale mevsimi açılmış..
erken değil mi biraz?

3 Aralık 2022 Cumartesi

Yirmi dokuz: renk

"Hayatta sadece siyah ve beyaz yok, griler de var" demekten yıllardır bir türlü vaz geçemeyen kişisel-kişisel-gelişim uzmanlarına "gri dışında renkler de var, lo!" diye bağırmak istiyorum.....!

Misal kırmızı. Vazgeçilemezim. Aralık'ta da ayrı bir yakışıyor.. 

bu en az 12 senelik eteğimi de çok seviyorum!

2 Aralık 2022 Cuma

Otuz: Kebikeç

Babam son yazısında kullanmış bu kelimeyi. Hiç duymamıştım, araştırdım. Süryanice'den Türkçe'ye katılan kelimelerden "kebikeç", el yazması kitapları güveden korumak için üzerine yazılan ve tılsımlı olduğuna inanılan bir söz / dua imiş!

İlgini çekerse burada güzel bir açıklama ve ek kaynakça da var.

1 Aralık 2022 Perşembe

Otuz bir: heyecan

Klişeler, klişeler. Geri sayım da onlardan biri :)) Ama neden olmasın, klişeler boşuna klişe olmuyor sonuçta. Otuz bir'den başladım haydi. 

Bugün bir bebeğim oldu! Akvaryum maceramızın ilk bebeği.. Minicik 3mm boyunda bir kiraz karidesi hem de.. Nasıl oldu anlamış değilim çünkü bizim akvaryumun tamamı erkek! Henüz amatör olduğumuz için güvenli sularda yüzelim, hiç bir canlının vebaline girmeyelim demiştik :)) Balıklar erkek, karidesler erkek ve al işte bir bebek karides. Filtrenin içinde doğmuş, orada büyümüş, gözle görülecek boyuta gelince, benim günlük yavaşlama ve farkındalık egzersizi mealinde yaptığım "çayımı alıp akvaryumun karşısına oturma merasimim"in tam orta yerinde bana el salladı! 

Aklımı oynatıyordum!

Ok'kad'dar heyecanlandım.. Filtreyi açtım karidesi çıkarttım ama diğer balıklar kodaman gibi başına üşüştüler "canlı yem" muamelesi çekecekler bebeme. 

Hemen Ba.'ı whatsapp'ladım, sağolsun 1 saat çenemi dinledi ve öneri verdi. Bebemi ufak bir kaba aldım, biraz yem verdim, üstünü streçle kapayıp lastikle sabitledim, kabı suya batırıp, suyun kaldırma kuvvetine inat üstüne bir kaya koydum, oksijen değeri düşmesin ama kimse de girip çıkamasın diye  kayanın etrafında streçe kürdanla delikler deldim, tam bir zihni sinir projesiyle "akvaryum içi akvaryum" yarattım yani.. Bilmem ki oldu mu? Yarın sabah açılır açılmaz akvaryumcudan bebeme özel "bebe kutusu" alıp, bebemi içine koymadan bana rahat yok..... 

Dur bakalım yaşatabilecek miyiz bu mucizeyi! 

Hayatta en büyük mutluluklar, en ufacık şeylerden çıkıyor diye de klişeme klişe katayım :))

zihni sinir projem, 
tam ortada belki görebilirsin, kiraz bebem

30 Kasım 2022 Çarşamba

Alma, ver.

Hayat bazen; Bolivia'daki Unicef projesinin çocuklarının Ewan McGregor'a "sen aktör müsün, peki hangi filmde oynadın?" diye sormasına karşılık, onun da "Trainspotting'i izledin mi?" diye sorması kadar anlamsız ve bir o kadar da komik aslında..

Seviyorum bu adamın hayata baktığı pencereyi.


Yıl biterken bir sürü anlamsız hediye almak yerine, güvenli bir yerlere bağış yapmak istiyorsan, kurucusunu birinci elden tanıdığım ve sonsuz güvendiğim, paranın nereye gittiğini bileceğin ve yerel projelerde kullanıldığını göreceğin bir adres bırakmak istiyorum bugün buraya:

29 Kasım 2022 Salı

Yaşama hileleri


Yaşayabilmek için, seninkiler ne bilmem ama benim en sık kullandığım hilelerim: sevmek, ufak ayrıntılarda kaybolmak ve umut etmek.. 

Sevmek; özellikle son iki senedir üzerinde düşündüğüm ve bugün yazmaya başladığım (biraz olgunlaşsın, elbet paylaşırım seninle, zaten başka kimle paylaşacağım ki?) ana tema hayatımda. Ufak ayrıntılar dersen; bu blogta onların içinde birlikte kaybolup duruyoruz ya nicedir. Umutsa tatlı bir torun ismi ;) hem görmeden sevdiğimiz. Ama hem de işte bilirsin, olmazsa olmazımız..

Başka hile bulamadım ben, sen bulduysan yazsana..

28 Kasım 2022 Pazartesi

Yirmi dakika

“İnanmazsın belki, hâlâ sırılsıklam aşık bana. Evi tertemiz tutuyor, çocuğu büyütüyor. Hem hiç karışmaz bana. Zaten ben evden işe, işten eve… Neyime karışacak?

Mutsuz değilim, hayır. Bana verilen görevi eksiksiz yerine getirmek, benim de mutluluğum bu. Ölesiye çalıştıktan sonra, akşamları, Mehveş’le oğlan televizyon seyrederlerken sedire yığılıp kalmak.”

“Hayır yapmıyorum artık. Boyaları falan bizim oğlana verdim. Resmi bıraktım. Tehlikeli olabilirdi.

Konuşmak da tehlikelidir. İçte biriken sözcükleri boşaltmak. Hele konuşmayı bir kere unutmuşsan.

Bir şey sızlıyor. Bir eksiklik. Bir özlem. 

Bir korku getiriyor yedeğinde: Ya bir gün, bunca yıl kafamda biriktirdiğim sözcükler boşalıverirse? Çene kemiklerim açılırsa? Beynime üşüşen imgeleri durduramazsam? 

Ya eve, bir gün yirmi dakika gecikirsem?”

Dikkat Kırılacak Eşya - Tomris Uyar 

On beş dakika

"Beş dakika uğrayabilir miyim, çok ihtiyacım var bir konuda fikrini almaya" dedi.

Başımı kaşıyacak vaktim yok diyemedim de, "tamam" dedim, "öğlen aramda falafelcinin önünde buluşalım, bir şeyler atıştırabilmek için 15 dakikam oluyor genellikle".

Tam 12.15'te buluştuk. Ben açıkhavada dikilerek soğansız, haydarili ve bol domatesli, tuzda ovulmuş mor lahanalı sıcacık döner pidemin arasındaki falafelimi yerken, o durmaksızın anlattı. Tam 10 dakika. 

Hiç bölmedim, sadece dikkatle, cevap vermek için değil, anlamak için dinledim. 

Falafelimin son lokmasını da yuttuğumda sustu. Üzerinde birkaç dilde afiyet olsun yazan peçeteye ağzımı ve ellerimi sildim. Suyumdan bir yudum aldım. Çöpü falafelcinin ufak çöpüne attım. Avuçiçlerimi birbirine vurup silkeledim ve ona döndüm. Gülümsedim.

Hiçbir şey söylemeden, sadece gülümseyerek ona baktım. O zaman o da "bana 15 dakikanı ayırdığın için teşekkür ederim" dedi, bana sarıldı. Ayrı yönlere doğru yürümeden önce bir defa daha adımı söyledi, "seni gerçekten çok seviyorum" dedi..

Sevgi diyorum, demek ki bazen sadece varolmak, anlamaya çalışarak dinlemek.. Hiç konuşmadan, karşındakinin senden almak istediği fikri, kendi kendine bulmasına vesile olmak.. Sevgi demek ki, bazen "araç olmak"..

27 Kasım 2022 Pazar

Elgin

Yani; doğduğu yerden ayrı düşmüş, yaşadığı yerde hep bir yabancı olan.

At gibi huysuz, eşingen, gençti.
Ömer Ağa o yana döndü:

- Hoş geldin Kâzım!
- Hoş bulduk, dedi Kâzım Efendi.

Sesinde bir elginlik vardı.” 

(Süt Payı, Tomris Uyar).

Sabahki yürüyüşten..

26 Kasım 2022 Cumartesi

Black friday'de alınabilecek en tuhaf şey nedir?

Kedi almış biri.

İndirim varmış..

Herkes alışveriş merkezlerine koştururken, benim bu haftasonu bir ayakkabı kutusunu nasıl kapladığımı, içine papatya çayı, şekerleme, bir mum, sıcacık bir çorap ve iyi dileklerimi yazdığım bir kartı neden hazırladığımı, bu ufak hediyeyi yaşlılar evine neden götürdüğümü uzun uzun anlatmayacağım. 

Kısası var: Almak yerine vermeyi denesek, çok daha mutlu olabiliriz.. 

25 Kasım 2022 Cuma

İstiridye

Sosyal biri olduğumu söylüyor. Bense kendimi; canı istediğinde açılıp, istemediğinde sımsıkı kapanan bir istiridye diye tanımlardım.. 

Video: tutku meyvesi (passion fruit) kestim, yen mi? :))

24 Kasım 2022 Perşembe

Şefkat

Sevgi olmadan şefkat verilemez, dedi kendinden emin. Bu iki kavram iç içeymiş (o buna da girift dedi aslında ama ı-ıh ben eski kafalıyım) ve birbirine öyle karışmış ki (sarnışık kavram dedi sanırım, cümlenin sonunu tahmin ettiğimden dikkatim dağılmıştı, tam dinlemediğim için tam duymadım).

Oysa bak, ben seni hiç sevmediğim halde çayı nasıl içtiğini (balçık gibi iki şekerli ve sütlü! Çünkü İngiltereler görmüş kadınsın) öğrendiğimden beri hiç sormadan önüne iki şekerli sütlü çayını koyuyorum. Üstelik bunu görev gibi değil, içimden gelerek, kibarca, nazikçe yapıyorum, dedim. Hınzırca gülümseyerek.

Onu kızdırmayı seviyorum.

İşte ben de onu diyorum ya, dedi ve Bruce Willis’in yarım gülüşüyle (beni) bitirdi: sen çayı seviyorsun, o yüzden çayı şefkatle hazırlıyorsun.

Eh..! Beyaz oyunu alır :)

Foto: bu sabah ofise yürürken.. bunu da gördü gözüm evet :)) görmediyse senin göz, az büyütüver sol pabucumun önüne doğru.. 

23 Kasım 2022 Çarşamba

Orijinalinden daha iyi olan şeyler - 1


Çünkü sinister kelimesini hissediyor insan, tüyler ürpertici değil mi? Simsiyah bir clubta etrafında kimse tanıdık değilken dinlediğini düşün!?

22 Kasım 2022 Salı

Leblebi

Leblebi buldun da boza kaldı.. Peki o zaman Orhan Pamuk "Kafamda bir tuhaflık"la bitirelim günü.


"Her gece sokaklarda uzun uzun yürümek artık mesleki bir alışkanlıktan çok bir ihtiyaç olmuştu. Gece sokaklara çıkıp uzun uzun yürümezse, kafası, hayâl gücü, düşünceleri zayıflıyordu." - Bozacı Mevlut için yazılan bu cümleler aslında Orhan Pamuk'un bir röportajında da belirttiği gibi, kendisi için de geçerli. Çünkü o da romanlarını yazarken, özellikle gece yarıları sokağa çıkıp uzun uzun yürüdüğünü ifade ediyor.. Yürümek yani, iyidir, uzun uzun olursa, daha da iyidir.

Foto: Son İstanbul'a geldiğim kış (Aralık, 20) Joe ile içtiğimiz bozalar - leblebili benimki tabii <3

21 Kasım 2022 Pazartesi

Günler günlerin ardından..

"Yasın beş evresini beş gün olarak düşünüyorum ben. Hani Tomris Uyar'ın bir öyküsünde geçtiği gibi; asla birbirine eşit olmayan, kimi aylar, kimi yıllar, kimiyse bir saat ya da sadece bir an uzunluğundaki günler gibi.." dedi genç kadın ve devam etti: "İlk dört günü, bir arada ve içiçe yaşadım O gittikten sonra. Gidişini inkâr ettim, ona kızamadığım için kendime kızdım, pazarlıklar yaptım, sözler verdim, buz gibi günlerde etraftaki tek sıcaklık olan kalorifere sarılıp ağladım, yokmuş, hiç olmamış gibi davrandım, onunla ilgili, onu hatırlatan her şeyi sildim attım, aklıma geldiği her an hemen aklımı dağıttım.. Yapılabilecek her şeyi yaptım yani.

Fakat onu unutamadım.

Ona kızamadım, suçlayamadım, olan bitene lanet okuyamadım. İçime bir kum tanesi atıp, sessizce kabuğuma kapandım.

Sadece bir gün, artık üzerimdeki hüznü daha fazla taşıyamayacağımı fark ettiğim bir gün, sembolik anlamının da farkına vararak, çırılçıplak soyundum, duşa girip, kendimi temizleyip, dua ettim. Tanrım, dedim. Ne olur onu aklımdan ve kalbimden çıkart. Bunu öyle usulca, doğallıkla ve hissettirmeden yap ki, içim bir kuş kadar hafif, o kadar özgür olsun yeniden. Evet böyle dedim."

Hikâyesinin burasında derin bir iç çekip sustu. Bakışlarımız bahçeye döndü, ufak bir çalıkuşu çimenlerin arasında eşeleniyordu. Bakışları bir noktaya sabit, ufacık sarışın başı bir sağa bir sola hızla hareket ediyor. Birden havalandı, gagasında kıvrım kıvrım, kımıl kımıl bir şeyle...

*

Genç kadın devam etti.

"Sonra ne oldu bilmiyorum. Çok mu yürüdüm, çok mu düşündüm, yoksa sadece zaman mı geçti.. Her kafadan başka bir ses çıkıyor; büyüdün diyenler bile oldu! Komik değil mi? Önemli değil, olan şu: bir sabah uyandım ve yıllar öncesinde kaybettiğim noktadan yeniden buldum kendimi. Bir sabah artık O acı vermemeye başladı. Gelişleri gidişleri, beni hayatın tam ortasında yapayalnız bırakmaları, hiçbiri önemli gelmemeye başladı. Işıklı, sıcak ve güvenli bir yerdeydim, üstelik kimsesiz, tamamen kendi içimde.. Beşinci gün, çok güzeldi... evet! Havada sakız, kekik ve adaçayı kokusu vardı.."

*

Elindeki kahveden bir yudum daha aldı, sonra tabağını üstüne ters gelecek şekilde kapattı, daire şeklinde döndürdü fincanı ve içinden dışına doğru, alışkın bir devinimle, aniden çeviriverdi fallanmış kahve fincanını.. Gülümseyerek masanın üzerine koydu.

Yeniden konuşmaya başladığında sesinde farklı bir renk vardı. O konuşurken, kırmızılar, turuncular, turkuazlar uçuştu gözlerimin önünde sanki.

"O zaman anladım ki, artık yaşananlara dışarıdan bakabiliyorum, içime almadığım şeyler bana zarar veremez. Altıncı gün, artık şarkılar vardı. Fotoğraflar, kitaplar, hattâ mektuplar vardı. Filmler... onlar hâlâ pek yoktu, ama olsundu. Sonuçta, artık ve sadece ben vardım. O'nsuz bir ben. Hafif, neşeli, daha da derin ve söylemesi ayıp mı sence? Çok güzel bir ben.. Onu sevmekten asla vaz geçmedim. Geçemedim. Ama onu seven ben'i daha çok sevdim; çünkü o tutarlı, o sürekli, o çok güzel seviyor be, çok güzel! Karşılığında sevilmiş, sevilmemiş, artık fark etmiyor...

Bunu fark ettiğim gün, işte o gün 6. gündü.."

*

İşaret parmağıyla kahve fincanının üzerine hafifçe dokundu. Henüz sıcak olmalı ki, yüzünü ekşiterek gerisin geriye çekti parmağını. Yüzünden bir bulut geçti, az önceki güneşi gölgeledi sanki..

"Bugün, yarın, gelecek; ben bunları planlamayı sevmem bilirsin. Bir gün dönerse, belki yine severiz birbirimizi. Dönmezse de önemli değil, ben kendi kendime bir ömür yeterim nasılsa. Bir dönem, yazdığım her satırı ona yazdım, aldığım her nefeste onu sevdim. Ama bir süredir, tek başıma da mutlu olduğumu fark ettiğim günden beri yani, o gittikçe ufalıp yokoldu dikiz aynasında. Orada bir yerde olduğunu bilerek, bazen onu sevgiyle anarak hayatıma devam ediyorum nicedir. Hiç öfkelenmedim ona, evet, onun gidememelerinin acısını defalarca benden giderek çıkarmasına da ses etmedim.. Bu sayede onun da beni gitmelere karşı güçlendirdiğini fark ettim hâttâ! Bu bile yeter aslında bana, bir "moral of the story" olarak.. Değil mi?" 

Cevap beklemediği belliydi. Ben de vermedim zaten.. Parmaklarım masada duran bardağa uzandı, tabakla fincan, bir deniz kabuğunun iki eşit parçası gibi kenetlenmişti birbirine.. 

"Ah, dileğim tuttu!" diye bağırdı sevinçle. "Haydi ama abla! Evirip çevirme de söyle.. Neler görüyorsun fincanımda?" 

Derin bir nefes aldım ve..

- pat diye bitti :)) -

İşte bugün de böyle bir şeyler çıktı kirli çıkından sevgili okuyucu'cuğum, yazıya başlarken aklımda ne yazacağım yoktu. Bitirdim, hâlâ yok :)) Bugün de böyle oluversin.. Ben sevdim, belki sen de seversin.

Foto: üzüm, portakal, yoğurt, zerdeçal, tarçın, zencefil, karabiber. İvedilikle denemelisin, bayılacaksın!

20 Kasım 2022 Pazar

Yazar benden mi bahsediyor?!

Olur öyle, bilirsin. Bazen yazılanlar seni sana anlatır, tam hedeften vurur seni. 

Al işte.. "Nerde sakat, yaralı bir hayvan, sorunlarının altından kalkamayan yaralı bir insan, sen orada."

Devamı da var ama. Bekle geliyor; dudağını ısırıp durma ama, kanatacaksın..

"Gittin işte. Biliyor musun, haklıydın. Ara sıra sana imrendiğim de oldu. Alabildiğine dürüsttün çünkü. Yalanın hemen belli olurdu, yüzünden okunurdu. 

Kendini sertleştirme çaban da haklıydı."

Alıntı: Dikkat kırılacak eşya - Tomris Uyar.

Foto: Kendi kendini çeken bir Vivian :)

19 Kasım 2022 Cumartesi

Güzel Hatun, Buka, Kazımak

Güzel Hatun'dan geçen sene de bahsetmiştim, benim ilk tanışmamdı kendisiyle. Şoklu aşk :) Bu sene mevsimi gelince hemen soğandan ektim, bir ay içinde çıktı. Henüz iki gün oldu açalı, iki üç hafta sürer çiçeği. Sonra solacak, soğanını saklayacağım. Şanslıysam ertesi Kasım'larda yine buluşacağız. Hayatın döngülerini, bahçevanlık hobisi geliştireliberi daha iyi anlamaya ve kabullenebilmeye başladım sanırım.. Beni Tanrı'ya yaklaştıran şeylerden..

Amaryllis (Güzel Hatun)

ikinci fotoğraf güzelliğinden değil, boyutunu anla diye :)

Bir diğeri de bizim kız... Sürekli Buka'yı dinliyorum bugünlerde. Biri altına yorum olarak heavenly yazmış, cennetsel yani. Katılmayan bizden değildir.

Bizden olan bir başka duygu; Barış Bıçakçı'nın "Yazmamak İçin" başlığının hemen altındaki kelimeleri: "Belli bir yaştan sonra, yazmak kendini kazımak demek oluyor. Üstelik kazıdığımız yerin altından ne çıkacağını da çok iyi biliyoruz.

18 Kasım 2022 Cuma

Yağmur, limon kabuğu, çocukluk, sevmek

Eve dönüşüm, bisiklet üstünde ve şakır şakır yağmur altında oldu bugün. Çenemin takırdamasını ya da tam karşıdan esen rüzgârın getirebileceği yüz felci olasılığını düşünmemek için, sıcak bir şeyler düşünmeye çalışırken, aklıma blogdaşımız ve onkolog Yavuz Dizdar'ın son yazısı geldi. Bakışını seviyorum tıbbi yaklaşımlara, doğaya dönüş akımına ve önleyici uygulamalara. Barış Manço'nun şarkısındaki reçeteyi uygulayın demiş özetle, gripten kurtulmak, bağışıklığı güçlendirmek için..

Sanırım Manço'nun (beni çocukluğumdan beri ağlatan arkadaşım eşek dışındaki) tek şarkısıdır, bildiğim. Bildiğim dediysem yanlış yunluş, zürefa yerine zürafa'nın düşkünü, zencefil yerine "zenci pilavı" olarak söylerdim. Zenci pilavı :) Çin pilavı gibi herhalde, ama ırkçısı.. Hey gidi çocukluk..

Çocukken üşümezdik hiç, hatırlar mısın? Dilimizle kar tanelerini yakalayabilmek için koştururduk saatlerce dışarıda. Ayakkabılarımız su alır, yanaklarımız elma gibi al al olur, yine de istemezdik girmeyi içeriye. 

Eve gelince kendime bir Barış Manço reçetesi yaptım, zenginleştirilmiş olanından. Biraz tarçın, bir tutam zencefil, biraz zerdeçal, ekürisi karabiber, rezeneli bal, biraz da sıcak su.. Gribe karşı iyi midir bilmem ama içimi sıcacık yaptı. 

Dedim ki; sevmek üzerine yazsam mı ki yeniden..?

Foto: R.'dan <3 Taaaa Hopa'dan.. 

17 Kasım 2022 Perşembe

Park yeri müziği

Bisikleti park ettiğimde hava alacakaranlıktı henüz, fark etmemişim. Öğleden sonra aklımı aldı bu görüntü:


Bizim ofisin park yerinde bu güzellik. Japon bi'şeyi diyorlar, hatırlayamadım akçaağacı (Ba. düzeltti, teşekkürler!). Önemli de değil aksine, çok önemli! Sadece bu mevsim kıpkırmızı oluyor, sonra döküyor yapraklarını. Baharda sıradan, yeşil yapraklı bir çalılık... 

Benim bisiklet de onunla flört ediyorken yakalandı :))


Ya da kulağımda çalan bu olduğu için, bana öyle geldi (BR-Klassik radyonun linkini istersen de burada)