Ne Hamlet kadar derin ve karanlık, ne Berna kadar sığ ve gereksiz. Kendin olmalısın.
Ama kendin kim, bilmiyorsan?
Ne Hamlet kadar derin ve karanlık, ne Berna kadar sığ ve gereksiz. Kendin olmalısın.
Ama kendin kim, bilmiyorsan?
Berna’yı hatırlıyor musun? Ben tam bir Anti-Berna’yım sanırım :)) Asla olmak istemediğim ve çevremde olmasına dayanamadığım kadın tipidir Berna. Erkek versiyonu da çekilmez elbette ama kadın Berna’lar sadece baymıyor, korkutuyor da beni.. Evet korkuyorum dünyanın başına gelebilecek olası bir Berna istilasından..
Dün Hamlet'i bilmem kaçıncı kez - bu seferki bir radyo oyunu olarak ama 2017'de tiyatroda izlediğim Benedict Cumberbatch'ten sonra artık zihnimdeki tüm Hamlet'lerin de ona dönüştüğüne şaşarak - bitirince, ne bileyim, bugün elim bir türlü yazıya gitmiyor...
Hamlet'i gerçekten anlayabilmek için, çok sevdiği birini haksızca yitirmenin acısı ve sonrasında gelen neden? neden? neden? arama evresinin deneyimi gerekiyor insana...
Dilerim Hamlet'i henüz anlayamıyorsundur....
'Kötü fallar umurumda değil benim. Serçenin ölmesinde bile bildiği vardır kaderin. Şimdi olacak bir şey yarına kalmaz, yarına kalacaksa, bugün olmaz. Bütün mesele hazır olmakta.' (sanki hazır olunabilirmiş gibi..)
'Neden gece gecedir, neden gündüz gündüzdür, neden zaman zamandır diye düşünmek, gündüzü de geceyi de zamanı da boşa harcamaktır.'
Fakat; derin bir komedi unsuru da vardır Hamlet'te, insan arada kahkahalarını da tutamaz (aynen hayat gibi.). Bunu anlamak için, biraz da varoluşçuluktan çıkıp, gerçekten varolma konusuna eğilmesi gerekiyor insanın. Dün 'daha az sorumluluk, daha çok oyun' demesi gibi, Dr. Uzun yol bilet satıcısı'nın.. :)
Kraliçe: 'Bakın, zavallı yavrum elindeki kitabı okuya okuya buraya doğru geliyor' :))
Hamlet: 'Kesin olan bir şey var ki, delilik, yaratıcılığı kışkırtıyor..' <3
Geniş çap aile üyelerimizden birinin ufak oğlunun vaftiz töreni vardı bugün. Çok güzel bir törendi, dedesi rahip olduğu için, vaftizi de o yaptı. Kilisede üç farklı köpek, bir sürü ağlayan bebek ve fazlasıyla hoşgörü vardı.
Dün yere eğilmiş, bisikleti bağlamaya çalışırken yaşlıca bir adam yanımda durdu ve bana “x isimli hıristiyan birliğinden geliyorum, sadece size güzel bir gün dilemek istedim” dedi ve başka hiçbir şey söylemeden kibarca selam verip gitti. Misyonerlik böyle olur işte..
Her dinde olduğu gibi bu dinde de sapkınlıklar, şeytan ayetleri var. Yok demiyorum. Her dinde olan insan etkisi, değiştirmeler, sonradan “duruma göre” eklenen saçmalıklar bu dinde de bolca var.
Din değiştir ya da inanç sahibi ol demiyorum. Aynı sebzenin farklı pişiriliş şekilleri diyorum.. O sebzenin o halini pişirdiler hep diye sevmek zorunda değilsin, o sebzeyi sevmek ve yemek zorunda da değilsin. Ama o sebzeyi severek iştahla yiyenleri de kabul etmek ve ara sıra sana uzatılan kaşığı istiyorsan denemek, istemiyorsan da kibarca teşekkür edip reddetmek, senin elinde olmalı.
Kimse kimseye zorla bamya yedirmesin! Bamyayı sevenlere de eee ööö yapılmasın! Ayrıca bamya sevenler de birbirlerine en güzel bamya yemeğinin onlarınki olduğu konusunda diretip durmasınlar!
Bu kadar basit :)
Hamiş. Çevireceğim birkaç dizesini çünkü çok güzel bir şiir, küçük Ludwig’imiz ve aslında tüm genç ruhlar için..
Çocukluk çağının kutu oyunlarını seviyorum.
Çocukluk çağının açık havada oynanan oyunlarını ve bilgisayar oyunlarını da seviyorum. Bence bir çocuğun hem bedensel, hem bilişsel oyunlara ihtiyacı var; ne bilgisayar oyunsuz büyümek, ne bahçe-sokak oyunsuz büyümek, ne de kutu oyunsuz büyümek.. Hepsinden biraz, hepsi dengede olunca, bakıyorum çocuk da dengede…
Ama konu bu değil. Ünlü bir söz vardır; bir insan ya seyahatte ya içki masasında tanınır diye. Bence ona bir de oyun masasını eklemeli ;) Hakikaten ne çok şey öğrendim, ne kadar açık belli ettiler gerçek yüzlerini, nasıl da şaşkınlıklar yaşadım tanıdığımı sandığım insanlarla oturduğum oyun masasında, bir bilsen..
Ya da belki biliyorsun ;) Bilmiyorsan dene. İnsan tanımanın en kısa yolu ve çok ilginç bir deneyim..
Oğlum okulda kapalı sistem teraryum yapmış:
Teraryum, genelde kapaklı iri boy bir kavanoz içinde “kendi kendine yetebilen” bir bitkicilik yöntemi. Adeta küçük bir dünya.. Büyüleyici.. Biraz küçük olmuş gibi geldi bana kavanozu ama bakalım yaşatabilecek miyiz..
Burada ayrıntılı bilgiyi bulabilirsin. Burada da bir blog var. Bu da olgun (tam 47 yaşında!) bir teraryum örneği:
Günün deyimi: 'O kötü bir elmadır.'
İspanyolca asıllı bu deyim, bahsedilen kişinin içi kurtlu, karın ağrısına neden olacak biri olduğu anlamına geliyor.
Ekleme: Bir de Almanca versiyonunda, sepetteki diğer elmaları da bozacak, dikkat anlamına da geldiğini eşim ekledi. Ben de ona “üzüm üzüme baka baka kararır” dedim. Kültürel fark işte, buralarda üzüm mü bulunur :)
Pek güzel.....
Günün sözü Dr. Uzun yol bilet satıcısı’ndan:
“Hayat bir müzik aleti gibidir. Onu doğru dürüst çalmayı öğrenmek, sürekli çalışmayı gerektirir. Yanlış çalarsın, yeniden çabalarsın, öğrenene dek çok hatalar yaparsın.”
Ben de ekledim:
“Hayatı anlamak da, bir müzik aletini hakkını vererek çalabilmek gibi, herkesin başarabileceği bir şey değil, sadece bu aleti çalmak için heves ve merak değil, azim değil, biraz da zaman istiyor, müziği gerçekten duyabilmek için deneyim gerekiyor, dikkat gerekiyor, bazen bir ustadan yardım almak gerekiyor..”
Bilmem ki, daha yeni başladım çıraklığa ama uyumluyuz sanki ustamla..
Foto. Sabahki yürüyüşten, iki çirkin kardeş..
Sabah güneşi de, ne bileyim yani, tam yeni doğmuşken, pek bir hoş olmuyor mu?
Akşam güneşi güzele vurur derler ama bence asıl sabah güneşi, güneşlerin en güzeli..
Bana ikide bir çiçek buketi ve her Adana’ya gittiğinde de baklava getiren Na. getirdi bu güzeli. “Bu rengini görünce aklıma sen geldin” dedi verirken de. Orkide nazından ötürü hiç bakamadığım ve kişisel başarısızlık hikayelerime bir yenisi olarak algılayıp, sevemediğim bir çiçektir ama, dur bakalım, inşallah yerini beğenir…..
Pessoa soruyor:
“Ruhsal anlamda yenik düşme hissi de, aslında savaşmamış olmanın vicdan azabı mı?”
Öyle gibi sevgili Anarşist Banker, öyle gibi.
Sevdiklerimize fazla karışma hastalığımız var toplumca. Ayağına terlik giy, kahvaltını yap ile başlıyor, şunu şöyle yap bunu böyle yapla devam ediyor.. Sevgi ve şefkat nedeniyle başkasının hayatına müdahale etme davranışının sınırını tam tutturamayan bir toplumuz.. 'Öneri möt gibidir, herkeste bir tane var' demişler ne de olsa....
Önerilerden ve müdahalelerden aşırı rahatsız olan biri olarak, müdahaleci biri olmadığımı düşünüyorum ama ben de bazen kendimi başkasına müdahale ederken yakalayıp şaşırıyorum.
Dün 70+ ebeveynlerim denize karşı bisküvi ve kuru pasta ile çay içerken yakalandılar bana ve hemen 'yemeyin öyle hamur' diye benden azar işittiler. Oysa daha dün Behçet Çelik'te okuyup altını çizmiştim:
'Yaptığım şakalardan utanmıştım. Boşver deyip sırtına vurdum babamın. Gülümsediğini görünce, 'Rakı içen öldü de içmeyen ölmedi mi?' dedim.
Doğru diyorsun Behçet...... doğru.... Eninde sonunda öleceksek, çok da şey'etmemek lazım belki de... ama insan işte hiç ölmeyecekmiş(ler) gibi düşünmek istiyor.......
Aileden birini kaybetmiş gibi üzüldüm bu sefer......
Çok yeni, henüz bir şey yazabileceğimi sanmıyorum.... Artık onun kaleminden tek bir yeni satır okuyamayacak oluşumuz, bıçak gibi saplanıyor.
Gitmek için çok güzel bir gün seçti.. Sıcacık, güneşli bir Mayıs gününü....