21 Kasım 2022 Pazartesi

Günler günlerin ardından..

"Yasın beş evresini beş gün olarak düşünüyorum ben. Hani Tomris Uyar'ın bir öyküsünde geçtiği gibi; asla birbirine eşit olmayan, kimi aylar, kimi yıllar, kimiyse bir saat ya da sadece bir an uzunluğundaki günler gibi.." dedi genç kadın ve devam etti: "İlk dört günü, bir arada ve içiçe yaşadım O gittikten sonra. Gidişini inkâr ettim, ona kızamadığım için kendime kızdım, pazarlıklar yaptım, sözler verdim, buz gibi günlerde etraftaki tek sıcaklık olan kalorifere sarılıp ağladım, yokmuş, hiç olmamış gibi davrandım, onunla ilgili, onu hatırlatan her şeyi sildim attım, aklıma geldiği her an hemen aklımı dağıttım.. Yapılabilecek her şeyi yaptım yani.

Fakat onu unutamadım.

Ona kızamadım, suçlayamadım, olan bitene lanet okuyamadım. İçime bir kum tanesi atıp, sessizce kabuğuma kapandım.

Sadece bir gün, artık üzerimdeki hüznü daha fazla taşıyamayacağımı fark ettiğim bir gün, sembolik anlamının da farkına vararak, çırılçıplak soyundum, duşa girip, kendimi temizleyip, dua ettim. Tanrım, dedim. Ne olur onu aklımdan ve kalbimden çıkart. Bunu öyle usulca, doğallıkla ve hissettirmeden yap ki, içim bir kuş kadar hafif, o kadar özgür olsun yeniden. Evet böyle dedim."

Hikâyesinin burasında derin bir iç çekip sustu. Bakışlarımız bahçeye döndü, ufak bir çalıkuşu çimenlerin arasında eşeleniyordu. Bakışları bir noktaya sabit, ufacık sarışın başı bir sağa bir sola hızla hareket ediyor. Birden havalandı, gagasında kıvrım kıvrım, kımıl kımıl bir şeyle...

*

Genç kadın devam etti.

"Sonra ne oldu bilmiyorum. Çok mu yürüdüm, çok mu düşündüm, yoksa sadece zaman mı geçti.. Her kafadan başka bir ses çıkıyor; büyüdün diyenler bile oldu! Komik değil mi? Önemli değil, olan şu: bir sabah uyandım ve yıllar öncesinde kaybettiğim noktadan yeniden buldum kendimi. Bir sabah artık O acı vermemeye başladı. Gelişleri gidişleri, beni hayatın tam ortasında yapayalnız bırakmaları, hiçbiri önemli gelmemeye başladı. Işıklı, sıcak ve güvenli bir yerdeydim, üstelik kimsesiz, tamamen kendi içimde.. Beşinci gün, çok güzeldi... evet! Havada sakız, kekik ve adaçayı kokusu vardı.."

*

Elindeki kahveden bir yudum daha aldı, sonra tabağını üstüne ters gelecek şekilde kapattı, daire şeklinde döndürdü fincanı ve içinden dışına doğru, alışkın bir devinimle, aniden çeviriverdi fallanmış kahve fincanını.. Gülümseyerek masanın üzerine koydu.

Yeniden konuşmaya başladığında sesinde farklı bir renk vardı. O konuşurken, kırmızılar, turuncular, turkuazlar uçuştu gözlerimin önünde sanki.

"O zaman anladım ki, artık yaşananlara dışarıdan bakabiliyorum, içime almadığım şeyler bana zarar veremez. Altıncı gün, artık şarkılar vardı. Fotoğraflar, kitaplar, hattâ mektuplar vardı. Filmler... onlar hâlâ pek yoktu, ama olsundu. Sonuçta, artık ve sadece ben vardım. O'nsuz bir ben. Hafif, neşeli, daha da derin ve söylemesi ayıp mı sence? Çok güzel bir ben.. Onu sevmekten asla vaz geçmedim. Geçemedim. Ama onu seven ben'i daha çok sevdim; çünkü o tutarlı, o sürekli, o çok güzel seviyor be, çok güzel! Karşılığında sevilmiş, sevilmemiş, artık fark etmiyor...

Bunu fark ettiğim gün, işte o gün 6. gündü.."

*

İşaret parmağıyla kahve fincanının üzerine hafifçe dokundu. Henüz sıcak olmalı ki, yüzünü ekşiterek gerisin geriye çekti parmağını. Yüzünden bir bulut geçti, az önceki güneşi gölgeledi sanki..

"Bugün, yarın, gelecek; ben bunları planlamayı sevmem bilirsin. Bir gün dönerse, belki yine severiz birbirimizi. Dönmezse de önemli değil, ben kendi kendime bir ömür yeterim nasılsa. Bir dönem, yazdığım her satırı ona yazdım, aldığım her nefeste onu sevdim. Ama bir süredir, tek başıma da mutlu olduğumu fark ettiğim günden beri yani, o gittikçe ufalıp yokoldu dikiz aynasında. Orada bir yerde olduğunu bilerek, bazen onu sevgiyle anarak hayatıma devam ediyorum nicedir. Hiç öfkelenmedim ona, evet, onun gidememelerinin acısını defalarca benden giderek çıkarmasına da ses etmedim.. Bu sayede onun da beni gitmelere karşı güçlendirdiğini fark ettim hâttâ! Bu bile yeter aslında bana, bir "moral of the story" olarak.. Değil mi?" 

Cevap beklemediği belliydi. Ben de vermedim zaten.. Parmaklarım masada duran bardağa uzandı, tabakla fincan, bir deniz kabuğunun iki eşit parçası gibi kenetlenmişti birbirine.. 

"Ah, dileğim tuttu!" diye bağırdı sevinçle. "Haydi ama abla! Evirip çevirme de söyle.. Neler görüyorsun fincanımda?" 

Derin bir nefes aldım ve..

- pat diye bitti :)) -

İşte bugün de böyle bir şeyler çıktı kirli çıkından sevgili okuyucu'cuğum, yazıya başlarken aklımda ne yazacağım yoktu. Bitirdim, hâlâ yok :)) Bugün de böyle oluversin.. Ben sevdim, belki sen de seversin.

Foto: üzüm, portakal, yoğurt, zerdeçal, tarçın, zencefil, karabiber. İvedilikle denemelisin, bayılacaksın!