7 Temmuz 2025 Pazartesi

Mutluluk ve öfke

Bugün de küçük kızımın doğum günü :) 20 sene önce giden köpeğimin yerine, hayat bana onu 20 sene sonra aynı gün vermiş... Belki daha önce verseydi, bu kadar hazır olmayacaktım.....

Yazar komşum C. uğradı ve tüylü bir peluş hayvan armağan etti ona. Bayıldı bizimki, orasını burasını dişliyor, çıkan viyyk sesine meftun. Bana da tek kişilik pasta getirmiş "baksana aynı bizim kızın pasta hali" diyerek :)) Hakikaten öyle...

Biz de bu fırsattan istifade bir kahve eşliğinde psikanaliz yaptık birbirimize. Geçen haftaki öfke krizimi anlattım ve bana kendisinin BİLE öfkelendiğini söyledi. Evet hiç bağırma çağırma huyu yokmuş ama sesim tizleşiyor dedi.... 

Gülümsedim. 

Sesim tizleşiyor........

C.'nin öfkede geldiği son nokta.

Bazı insanları böyle, bazı insanları da öyle yapan nedir acaba bu öfke konusunda........?

6 Temmuz 2025 Pazar

Devam..

Pembe partinin 23. Saati bitti, daha birkaç saat aynen  devam ediyoruz.. Hayatta kalırsam yarın normal hayatla devam ederiz.. 

Yüzme ✔️

Mini burger partisi ✔️

Aburcubur ve açıkbüfe haribo eşliğinde Film gösterimi ✔️

Pijamalı fener alayı (köpek korteji ile) ✔️

Yastık savaşı ve gece boyu süren sohbetler ✔️

Açık büfe kahvaltı keyfi ✔️

Sıradaki aktivite: cam vazo boyama, mokteyl atölyesi

Alman istiklal marşı, annelere teslim ve kapanış, yığılıp kalış..

Eşim “acaba yaşlanınca, ne güzel günlerdi diye mi hatırlayacağız?” diye sordu…… Bilemedim.

5 Temmuz 2025 Cumartesi

Piiink

Bugün, durumlar feci pembe. 

         O nedenle bana az müsaade..

Ben koştura koştura hazırlanırken, sizleri gençliğimizin Aerosmith'i ile başbaşa bırakıyorum; Piiiiiink is my new obsession, yeah! :))


4 Temmuz 2025 Cuma

İkilik, tek tiplilik, içimizdeki kavgalar

Öğretmene düşen; kendisine emanet edilmiş çocuk topluluğundan, birbirinden farklı pek çok çocuk yetiştirmektir. Alışılmış ve yaygın yolu izleyip tüm öğrencilerini tek tip insan olarak eğitmekle karşılaştırıldığında, içlerinde ikilik yaratıp onları birbiriyle boğuşan iki insana dönüştürmek yanlışına düşmesi, daha bağışlanabilir bir davranıştır.

Rainer Maria Rilke - Çünkü zordur sevgi

Bu sıralar bunun üzerinde çok düşünüyorum......

3 Temmuz 2025 Perşembe

Yalnızlık ihtiyacı

Birlikte olmaktan asla sıkılmadığım tek insan yine benim.. Bu çok tuhaf. En sevdiğim insanlara bile, 72 saatin üstüne çıkıldığında, sürekli tahammül edemiyorum. Sizde de böyle bir durum var mı, yoksa bu benim nevi şahsıma münhasır tuhaflıklarım arasında mı?

Bunu hissettirmiş olacağım ki, bir sevdiğimden "sen bizden sıkılıyorsun, normal bu tabii.." ya da "biz geldiğimizde seni yoruyor rahatsız ediyoruz" gibi bir yorum alınca, üzüldüm. Öyle bir durum söz konusu değil çünkü.. Sadece, alıştığım sistem bu... Çocukluktan beri kendimle başbaşa saatlerce kaldığım, şartlar nedeniyle kalmak zorunda olduğum zamanlar oldu ve ben bu sisteme alışmışım.. Bünye istiyor.. 

Bakıyorum da, çocukken kardeşlerle büyümüş, ergenken arkadaşlarla yoğun zaman geçirmiş, üniversiteyi aile yanında ya da yurt, ev gibi ortamlarda yine başkalarıyla geçirmiş, sonrasında da hemen evlenmiş insanların beni anlamaması (çünkü bunların hiçbirini yapmadım), kendimle başbaşa kalma ihtiyacımı da kendilerine karşı bir eylem sanmaları aslında anlaşılır bir durum... Ama keşke benim onları anladığım gibi, onların da beni, bu şeklimle, anlamaları mümkün olsa.......

Nietzsche ile bitirelim: "Tek başınalık, içimizdeki kalabalığın sesini duyabilmek için bir gerekliliktir."

2024 Mallorca.

Orijinali ise, Caspar David Friedrich "Der Wanderer" :)


Hatırlatma için Ekmekçi Kız'a teşekkürler.

2 Temmuz 2025 Çarşamba

İsimler

Pazartesi Masalı'nda önerilen listeyi yaptım bu sabah. A4 beyaz kağıdına.. Hayat yolunda bana dokunan tüm insanları yazmaya başladım. Aslında fikrim önem sırası vermeden, rastgele, bilinçakışıyla yazmaktı isimleri, bir bir. Fakat yapamadım. En önemli insanı ilk olarak yazıp, en ortaya koyunca, yapamayacağımı anladım...

Benim zihnim rastgele değil sistematik çalışıyormuş demek ki.. Kategorilere ihtiyaç duyuyormuş.. Bu egzersizde ilk fark ettiğim bu oldu. Bir aile bir arkadaş bir hayvan gibi gidemedi zihnim, önce en yakınlarım, sonra bir dış halka diye gitti. halka halka genişledi isimler kağıt üzerinde.. Fakat, mesela taaa çocukluğumdan bir isim gelince, onunla aynı dönemde hayatımda olan önemli isimleri de düşünüp ekleme ihtiyacı duydum. Sonra annemin arkadaşları, aslında ne kadar tanımış olabilirim ki, ama yine de benim için önemli isimler... 

Aklıma gelen herkesi yazmadım, biraz hile yaptım - şimdilik - ve sadece önemli izler bırakanları yazdım. Bunlar arasında hepsini ya seviyorum, ya bir dönem sevdim ama bir şekilde koptu ilişkimiz.. Onları yazdım.. Bana kazık atan, sevgimi boşa çalan, samimiyetinin gerçek olmadığını fark ettiklerimi ise yazmadım hiç.. Yokmuş gibi davrandım - belki şimdilik -

Sonra yol fenerlerimi de yazdım yani bazı öğretmenlerimi, terapistleri, arkadaşlarımın annelerini ve bir şekilde bana yol göstermiş olan kişileri, hatta bu gruba en sevdiğim dört beş yazarı da ekledim. Müzikyen, ressam, sanatçı eklemedim ama, nedense onları o kadar önemli bulmadım. Yazarlar kadar "dokunmamışlar" demek ki bana...

Sonra, aklıma başka isim gelmez oldu.. Belki önü sonu toplasam 100 ya da 120 isim var beyaz kağıdın üzerinde ve beyaz kağıdın yarısı boş.... Bu boşluk garip şekilde, yalnızlık değil de, "ama gelecekte tanıyacaklarım var daha, onlara yer ayırmalıyım" hissi verdi bana.... Tuhaf olan, misal en ortaya ufak bir kalp ve içine C. harfi çizdim ya, çevresi tabii en yakın ruhlarla dolu ama orada bile boşluklar var! Orada bile daha "yer" var.....

Kağıda bakınca, şuna da şaşırdım. Sanki bir hiyerarşi var gibi kağıtta... C. harfinin üstündekiler gerçekten kendimden üstte gördüklerim, hayat öğretmenleri (en üst sağ köşede Dostoyevski'nin olması mesela, altında birkaç ünlü psikolog, kendi analistim) kendimle eşit paraleldeki isimler kadar hayatımda dominant olan figürlerin üstte oluşu ve bazı çok sevdiğim ama ilişkide daha dominant olduğum kişilerin hafif alt kısımlarda oluşu, bunlar çok ilginç geldi bana çünkü bilinçsiz bir şekilde doldurduğumu sanıyordum kağıdı... 

Sağ üst genelde toplumsal figürler, sağ yan ve sol yan aile fakat Almanya sağda, Türkiye solda, anane en üstte, ev hayvanları sağda, en yakın dostlar sağda, eski sevgililer, iş arkadaşları, uzak akraba ve tanışlar solda, alt taraf aslında ilkokul ve çocukluk dönemi, aileyakınları, öğretmenlerim, komşu teyzeler, annemin arkadaşları, evimize yardıma gelen teyze.... Hep bunlar aslında beni desteklemiş, arkamı güçlendirmiş figürler... Çok ilginç... Çocukluk arkadaşları da alt sol. Peki üst sol?

Belki üst sol, gelecek... Henüz bilmediğim insanlar.. Henüz tanımadıklarım... Büyük beyaz bir boşluk.....

Çok ilginç geldi bu bana. Sen de yapsana, belki yazarsın bana ya da bloğuna.... ilginç......

Görseli sadece ilk başladığım haliyle ekledim, sonrası bana kalsın şimdilik..... :)

1 Temmuz 2025 Salı

Ters çocuk

Ters doğmuşum ben :) Dünyaya totoyu göstererek çıkmak da bir “duruş” sonuçta. Ama, ters doğan ters olur derler, hakikaten ters biriyim.. Herkes Mersin’e, ben tersine durumları..

Bu sabah, tam kahvaltı tepsimi aldım oturdum çalışma/yeme/blog yazma masama, bildim bileli diyet yapan (ama aslında dünyayı devasa bir yemekhane gibi görüp, onun şusu bunun busu ünlü bilen ve yemek yerken orgazmik bir zevk duyduğunu söyleyip duran ve bence tombikliğin de gayet güzel yakıştığı, hayat ve sağlık doluysa ne yani?!) bir arkadaşım, bana “eziyete bak, ama bu sefer olacak!” diye bol yeşillikli, şu yumurtanın dikine dört parçaya bölündüğü klasik diyet kahvaltısı fotoğrafı yollayınca…. gülümsedim.

Çünkü ben de kendime yalnızken ve keyfetmek istediğim zamanlarda bu “diyet? No diyet no diyet!” tabağı hazırlarım - ki bu sabah tam da öyle bir sabah :)) Ve bu sabah önümdeki tabak bu:


Ne diyeyim bilemedim. İnsanların diyet (eziyet) tabağı ile benim keyiftabağım aynı yahu.. Bir terslik var diyorum ben :))

Tersin böyle olsun bebeğimmm :)))

Günü entelektüel anlamda boş geçmemek için bir alıntı: “İnsan kendini bildi mi, herşeyi bildi demektir.” - Şems-i Tebrizi

30 Haziran 2025 Pazartesi

Pazartesi Masalı - 27

Bu haftanın masalı bana çok iyi geldi... Çok! 

27: Ayak İzleri

Bir hayat boyu yürüyüp, sonsuzluk okyanusunun kıyısına gelmişti. Boşluğa, sonsuz okyanusa ve dalgaların izine baktı. O sırada, gerisinde ayak izlerini gördü. Kumda kendine ait olanlar ve tam yanında bir çift ayak izi daha. Etrafta kimse yoktu, yalnız yürümüştü.. Gözleriyle görebileceği en uzak noktaya baktı, o izler hep yanındaydı, hiç yalnız yürümemişti! Hayatının tüm önemli anlarını gözden geçirerek geriye yürüdü ve bu gizemli ayak izlerine çoğu yerde rastladı. Hayatının her noktasında yanında, ona eşlik ve tanıklık eden biri vardı! Bunu anlayınca içini derin bir sevgi kapladı. Bir melek tarafından korunup kollandığını sık sık hissetmişti. Sanki sevgi dolu bir varlık onu takip ediyor gibi gelirdi ona hep, şimdi bunun doğruluğunu görmüştü. 

Sonra biraz daha yakından baktı ve durumun her zaman böyle olmadığını gördü. Bazen ayak izleri kaybolmuştu, bu dönemlerin hep hayatının "zor zamanlarına" denk geldiğini fark edince aklı karıştı ve sitem duydu: "Neden? Neden ihtiyacım olduğunda yanımda değildin?" diye isyan etti. 

Kalbinin derinliklerinden cevabı duydu: "Her zaman seninleydim.. Yoldaki her adımında. Hayat yolunda artık yenildiğini hissettiğin anlarda, seni ben taşıdım, onlar senin değil, benim ayak izlerim.."

Kıssadan Hisse:

Ben bu masalı Tanrı'nın en yalnız, en zorda hissettiğimizde bile yanımızda olmasına bağladım. Artık devam edemeyeceğim dediğimiz her an, aslında o bizi yeniden kaldırdı, yeniden yola koydu, yürümemizi sağladı. Kendimizi en yalnız hissettiğimizde bile yalnız değiliz, Tanrı hep kalbimizde, yanımızda..

Yazarın yorumu daha farklı ama o da güzel; en yalnız hissettiğimiz anda bile yalnız değiliz, dünyadaki diğer tüm canlılarla bağlantı halindeyiz. Bu bağlantılar kalp ve ruh enerjisiyle mümkün. Fakat son zamanlarda aklımızı karıştıran ve bu bağlantıyı görmemizi engelleyen çok fazla gürültü var. Mesela medya teknolojileri geliştikçe, kendimizi her an herşeyden bilgi sahibi olma halinde buluyoruz. Bu da bizim asıl bağlantılarımızı zayıflatıyor. Sürekli sosyal medyada ne olduğunu takip etme zorunluluğu FOMO - gündemi kaçırma korkusunu tetikliyor, bu da aslında, gerçeklikten daha fazla kopmamızı sağlıyor. Sürekli haberleri ya da sosyal medyayı takip edersek, gerçekte bizim için asıl önemli olan insanları, ilişkileri, duygu ve hisleri kaçırırız.. Medya bağlılığı, gerçek evren ile (doğa, hayvanlar, en yakınlarımız, asıl sosyal çevremiz) aramızdaki bağı engeller. 

Gerçekten yazar bu konuda haklı. Çok tuhaf ama hiç tanımadığı birinin acısına empati yaparken, en yakınında kendi çocuğunun ya da yakın dostunun acısını fark edemeyenlerle doldu dünya! Bambaşka bir ülkedeki depreme ağlarken, kendi sokağındaki evsizi göremeyenlerle doldu.. Ülkenin güneyindeki orman yangınına üzülüp, kendi sokağındaki parkın çöplerle dolmasına dikkat bile etmeyenlerle......

Haftanın iki görevi:

1. Deniz kenarındaysan denize dümdüz uzan. Bahçen varsa bahçene. Balkonun varsa balkon zeminine ya da hiçbiri yoksa evinin salonunun orta yerine uzan. Gözlerini kapat ve tüm vücudunun suyla, toprakla ya da zemindeki halı veya parkeyle nasıl bağlantıda olduğunu hissetmeye çalış. 

2. Bir kağıda, sana dokunmuş olan tüm insanları yaz, sevdiklerini, seni sevenleri, hiç tanımadığın ama yazılarıyla sana güç ve mutluluk vermiş olanları, ya da resimleriyle, heykelleriyle, müzikleriyle.. Tanıdığın hayvanları, hatta ağaçları ve bitkileri de unutma! Bu kağıdı sakla ve kalbine yeni giren herkes ve herşeyi o sayfaya ekle..

"Sanki ayaklarınla yeryüzünü öpüyormuşçasına yürü" - Thich Nhat Hanh.

23 Haziran 2025 Pazartesi

Pazartesi Masalı - 26

İkide bir ve Birde iki arasında Pazartesi Masalı ister istemez kaynadı :) Bunca hafta içinde en sevdiğim masalı alıp, devam edeyim diyorum..


23: Mağaradan bir Ders

Aydınlanmaya ulaşmak isteyen bir öğrenci kendisini bir mağarada inzivaya çekmiş ve ustası bu kararını tek bir şartla onaylamış: her ay bana gelişimin hakkında bir cümle haber yollayacaksın. İlk ay öğrenci ustasına "kalbimin bin yapraklı bir çiçek gibi açıldığını hissediyorum" yazılı notu yollamış. Usta yüzünü ekşilmiş, notu buruşturup atmış. İkinci ay "Kalbim evrenin kalbinin küçük bir parçası" notu yine çöpü boylamış. Üçüncü ay "evren bana birlik dalgaları yolluyor", yine çöp. "Evren benim aracılığımla benimle konuşuyor" Çöp. "Her şey bir, hem bir zerre, hem de yaratıcıyım" hooop yine Çöp.

Artık usta öğrencinin gelişiminden umudunu kesecekken, o ay hiç not gelmemiş! Meraklanan usta, öğrencisine bir hatırlatma yollayıp aylık raporunu sorunca, şu cevap gelmiş: "Kimin umurunda....."

"Sonunda!" diye bağırmış Usta, "sonunda anladı" :))))

Kıssadan Hisse: Çabalama. Aşmaya çalıştığın sınırlar, aslında hiç varolmamış olabilir mi? Bazen ilerlemek için gereken, çabalamaktan vaz geçmektir. 

Haftanın Görevi: Mola ver. Günlük hayatında sürekli yinelenen eylemlerden birini seç. Örneğin yemek yapmak, ibadet etmek, çocuğunla ilgili bir süredir sürekli hale gelen bir endişeyi yaşamak. Bu eylemi yaparken, bir dakikalık bir mola ver, derin bir nefes al ve kendine hatırlat: "Kendimden hoşnutum ve herşey olması gerektiği gibi. Şu yaşadığım an tümüyle tatmin edici ve tam olması gerektiği gibi."

21 Haziran 2025 Cumartesi

Birde iki - 13

Bugün canım biraz sıkkın. Benim de hocam olan, Betül Mardin’le başbaşa bırakayım seni..

“Ölümden sonra yaşamak istiyorsan, günlük tut. O küçük notlar, hem kendi hayatının tanıklığı, hem de yarına kalan bir bilgi kaynağı. Mesela benim babam, hiç düşünmeden 60 sene boyunca her gün Ece Ajanda'sına o gün olanları yazmış. Hâlâ açıp okuyorum ve çok faydalanıyorum.”

19 Haziran 2025 Perşembe

Birde iki - 12

Bir “paylaşımım” olacak ama çok tatlı 🥰 

Bu ağacın adı “Floş Ağacı” ya da İpek Ağacı’ymış. Ben hayatımda ilk defa Antalya’da otelin bahçesinde gördüm. Sana da göstermek istedim bu güzelliği!


Endemik ağaçlardanmış ve “Maymun tırmanmaz” da denirmiş :)) Maymunu bırak kimsenin tırmanmaması için nasıl da evrimleşmiş dikenleri baksana:


Dikenler de yetmemiş, pek kıymetli tohumlarını yumuşacık pamuklara sarmış sarmalamış! Fırtınada yerlere dökülünce, hemen elime alıp inceledim, aslında öyle kolayca gagalanacak kırılacak bir kabuğu yok, çok sert bir tohum. Ama “anne ağaç” kıyamamış evlatlarına, koruma üstüne koruma yapmış! Ve belki de fazla koruma nedeniyle, kendi türünü tüketmiş! Tam bir “anlayana; hayat dersi”…….



İki tohumu cebe attım, botanikten anlayan birini bulur bulmaz vereceğim, kendime güvenmiyorum, beceremem ben bu aşırı hassas yavruları büyütmeyi :)) İddialı olanımız varsa birini yollayabilirim.

Bunlar da google’dan çiçekli hali ve meyve verip, o meyvenin pamuğa dönüşmesi ve tohumun etrafa yumuşakça taşınması için yaptıkları.. Bu arada pamuğu da o kadar yumuşak ki, tekstilde kullanılıyormuş..


15 Haziran 2025 Pazar

Birde iki - 10

Fazla inancın sonu da inançsızlığa varıyor, dedi, okuması için verdiğim kısa menkıbeyi tartışırken. Her sistemin sonu kaos ve anlamsızlık gibi görünüyor ona. Nihilizmi bu nedenle baştacı ediyor. 

Bense henüz birleştirme, tekleştirme, tamamlama ve bütünleşme aşamasında olduğum için, ateşli bir şekilde karşı çıkıyorum. Bu ateşimi seviyor, öyle diyor. Biraz da, şu yaşımda bana hâlâ ufaklık gözüyle baktığı için belki..

Nihilizmden sonra ne var peki, diye sorduğumda, bu nedenle, gülüyor. Bense herşeyin yeniden, en baştan başlaması, demesini umuyorum…

Demiyor.


Daha derin okumalı..

11 Haziran 2025 Çarşamba

Birde iki - 8

Dün babamla oturup beyaz şarap içerken ve ağır ağır inmekte olan günü - Ahmet Haşim’i de bolca anarak idrak ederken, çok mutlu hissettim ve dedim ki babama: “şimdi şurda ölsem, mutlu ölürüm”. Sonra işte hayatın belli yaştan sonra “tekrar” gibi göründüğünden, artık dünyayı az çok anladığın bir yaşı geçince, insanın bir tür huzur duyduğundan falan konuştuk. Babam “insanı çözdük, hayatın da bir anlamı yok” deyip güldürdü bizi, fakat aslında hayatın tek anlamının o an olduğunu, bu farkında olma, içinde olma, huzurda ve müteşekkir olma anı olduğunu düşünerek, kendi farklı dünyalarımızda bir araya geldiğimiz bu “temas” anlarına ait huzurla, mutlandık..

İnsanı ve hayatın anlamını çözmek mümkün değil. Zaten çözülse, sanırım kimse devam edecek gücü de bulamazdı. O bilinmezlik, hayatı yaşamaya değer kılıyor..

Ama yine de hepimiz için, hayat, kişiye özelve bazen birbiri içinde bütünleşmiş, biricik anlamlar bütünü. Hayatın anlamı yok diyenler, sadece göremeyenler.. 

Benim için anlam, ya da diğer değişle beni hayatta tutan gaye, ya da diğer değişle “tamamlanmayan liste” şu: 

1. Çocuklarımın kendi ayakları üzerinde durabilecek olgunluğa geldiğini görmek (kızım için buna ulaştım ulaşacağım çok az kaldı, oğlum için daha biraz var)

2. Kendimi törpülemek, yanlış ve eksik bulduğum yanlarımı düzeltebilmek (çok çalışıyorum ve çok yol aldım ama henüz hamım, özellikle öfkelenip ani tepkiler vermek sonra da pişman olmak konusunda, şefkat konusunda)

3. Yaşanılan anın keyfini çıkartmak, hakkını vermek (şahane bir gözlemciyim fakat gözlemlediklerimi aktarmam, bir anlama büründürmem, bir kolaj, henüz olmadı yapamadım, bu beni biraz üzüyor, izle izle eee sonuç? yani)

Evet bunlar önemli… Hayatın anlamı da, beni “şimdi ölmeyeyim aman, henüz bunlar tamamlanmadı” diye düşündüren ve hayatta tutanlar da bu üçü..

Sende neler eksik gibi duruyor henüz? Neyle bağlısın hayata?

9 Haziran 2025 Pazartesi

Birde iki - 7

Hayır hayır. Dünkü ikilemdeki doğru soru; Tanrı'nın var olup olmadığından ziyade, Tanrı'nın bir varlık mı, hâl ya da durum mu olduğu. 

Belki de.


"Bu resmi görünce hemen seni hatırladım" diye yollayan sevgili İ.'ye de, güzel görüşü için teşekkürler <3 Hakikaten ben de beni hatırladım :)

3 Haziran 2025 Salı

Birde iki - 4

Dünkü yazıda, orta yaşlarımızdaki arkadaşlıkları ele almıştım. Grup arkadaşlığı ve birebir arkadaşlıkları yazmıştım ama bir de sanal arkadaşlıklar var.. 

Ben seviyorum sanal arkadaşlıkları. İsmini cismini bilmediğin biriyle bir sürü şey paylaşabiliyorsun. Fakat genellikle bir sınır oluyor bu tip ilişkilerde ve onun aşılmaması gerekiyor bence. Çünkü o sınır ihlal edilirse, gereğinden fazla şeyi aslında hiç tanımadığın biriyle paylaşmış oluyorsun.. Benim genel bir kuralım var; sanal ilişkilerde o çizgiyi aşmak istediğim an, o insanla yüzyüze görüşürüm. Eğer yüzyüze görüştüğümde de aynı sıcaklığı hissediyorsam, o zaman o insan artık "sanal"ı gider, "arkadaş" hanesine yazılır.. 


Sanal arkadaşlıklarda bu kuralı öğrenmeden önce, çok dilim yandı maalesef.. Bir sürü şey paylaşıp sonra "aaa hiç göründüğü insan değilmiiiiş"le kalakaldığım birkaç deneyim oldu. İnsanlar sanal ortamlarda göstermek istedikleri yüzlerini yazıp paylaşıyorlar ve asıl oldukları yüzü saklayabiliyorlar. Ama yüzyüze gelince, ortaya çıkıyor hanya da konya da.. 

İnsanlar gözlerimin içine bakıp bana asla yalan söyleyemez diyemem, söylerler. Ben kül yutmaz değilim pek, yutarım. Fakat içgüdülerim güçlüdür, bir iki sefer görüştükten sonra "içimde oturmayan bir şey var" hissi duyduğum an, artık uzaklaşıyorum çünkü o oturmayan şey "samimiyetsizlik" ve eninde sonunda beni zedeliyor.

Demek ki; grup olsun, tekli ilişkiler olsun, sanal olsun, benim için güven çok önemli.... Yarın oradan devam ederiz o zaman :))

1 Haziran 2025 Pazar

Birde iki - 3

Anne olmak dedim dün bu yazıyla. Zor dedim. Çocuk büyüdükçe de zorlaşıyor, dedim..

Hep böyle miydi sence? Yani doğal olan bir şeyi, biraz da biz, modern çağın kadınları, zorlaştırdık gibime geliyor. Çocuk sayısı düştükçe, çocuğa ilgi arttı mutlaka fakat bir noktada bu ilginin hastalıklı bir bağlılık halini aldığını düşünüyorum. 

Çocukluğumu hatırlıyorum da.. Ananem büyüttü beni ve benimle hiç oturup da oyun oynadığını hatırlamıyorum. O kendi dünyasında olurdu (bazen ev işleri ama genellikle sosyal aktiviteler) benim de önüme - hiç abartmıyorum - bir kutu düğme atardı ve ben saatlerce o düğmeleri bir ileri bir geri iteler, evcilikler, düşsel hikayeler, maceralar yaşardım..... "Anane sıkıldım...", "Sıkı can iyidir, kolay çıkmaz.", "Peki..." Gider bahçede zaman geçirirdim, karıncaları izlerdim... Acıktım desem zeytinyağlı yeşil börülce yemeği... 

Şimdi düşününce, börülce yiyen, peki diyen, rüya gibi çocukmuşum :)))) Ama bence asıl iş bende değil, ananemin rahatlığındaymış.. "Çocuğa yetebiliyor muyum, sevgimi hissettirebiliyor muyum, ona iyi bir eğitim veriyor muyum, doğru besliyor muyum? Börülce yer mi?" gibi bir derdi yoktu ananemin... Çocuk doğal bir koluydu hayatın ama çocuğu merkezine almamıştı hayatının. "Merkezde" değildim ama çok sevildiğimi, özen gösterildiğimi hissederdim yine de......

İşte doğru olan annelik tarzı bence bu..

"İki kalp arasında en kısa yol: Birbirine uzanmış ve zaman zaman ancak parmak uçlarıyla değebilen iki kol" - Cemal Süreya.

İstediğim, ama sık sık girdiğim endişe bulutları altında asla yapamadığım annelik de bu..... Gördüğün gibi; yine bir ikilem, yine ben ortasında.....

Ananemin "sedir"i.. Karaburun.
3 yaş civarı, yıl 1982 olsa gerek..

30 Mayıs 2025 Cuma

Birde iki - 2

Kendim ateş gibi canlı ve hareketliyken, sakin ve yavaş insanlara özeniyorum dedim ya dün.

Aslında itiraf edeyim: sakinlikten de sıkılıyorum, bir süre sonra (depolarım dolunca) "huzurdan öleceğiz yahu" hissi geliyor ve bir hareket, bir umut, bir canlılık arıyor ruhum. 

Güleceksin ama haklısın, ben her şeyi Dostoyevski'ye bağlayabilirim şu hayatta. Ama ne yapayım, ikilikler denince Dostoyevski'ye gitmez mi tüm yollar? Bak o da Tolstoy gibi geriye dönük, durgun bir enerji ile, Turgenyev gibi ileriye dönük hareketli bir enerji arasında durur ya hep.. Bir ona, bir öbürüne, tatlı tatlı salınır durur bilirsin..


Dostoyevski yazdığında o tatlı salınım çok doğal gelse de, doğrusu, dengesi işte bu! desek de, gerçekte yetişkin insanların çoğu için, salıncak korkutucu bir imgedir. "Birinden birini seç, en kötü seçim bile, seçim yapamamaktan iyidir" der dururlar.. Kutuplaşamayanı bazen rahat bırakmazlar.. İki arada bir deredeliklere güvenemez, "adamın sabit bir fikri bile yok" derler.. 

Salıncaktakiler, salıncakta olmayanlara güvensizlik verir, salıncaktakiler ise yerdekileri sabit fikirli ve muhafazakar bulurlar.. Dostoyevski romanlarında olduğu gibi, birden fikir değiştirenler, birden karşı kutba geçenler, rahatsız eder toplumun sabit noktalarını... Korkutur..

Demek ki, sabit durmak ve salınıp durmak, hayatın çözümsüz ikilemlerinden biri.. Doğrusu ne o zaman? Ya da ortası ne bu işin? Dengesi ne? 

Bence üçüncü, dördüncü değişkenleri ekleyerek bulabiliriz bunu: zaman ve durum değişkenlerini. Kısaca: durumdan duruma bağlı olarak, zaman zaman kutup değiştirerek yaşamak. Bazen idefix gibi inandığımız doğrunun peşinde, ağır ve inatçı. Bazense rüzgarda bir yaprak gibi uçuşkan, hafif.

Şairin "Sincap Ciddiyeti" dediği, tam da bu olsa gerek......

28 Mayıs 2025 Çarşamba

Birde iki yazıları

Dün Yaşamın Tortusu'na yazdım, Neslihan'ın davetiyle, ikizler ayı boyunca "İkide bir" yazıyoruz. Güzel.

Peki ben ne yapacağım? İşi biraz bulandıracağım :))

"İkide bir" yazılarının benim için anlamı şu: "İki" yönü olan yazılar yazmak. Yani dün evet dediğime bugün hayır diyen yazılar, dün bir tarafını tartışırken, bugün diğer tarafını tartışacağım yazılar ;) Yani "Birde İki", "Bir içinde iki", "İkilem" yazıları.

Bunu yapmamın iki nedeni var; iki günde bir diğer bloğa yazacaksam, buraya enerjim kalmaz hergün yazmaya amaburayı bırakmak da istemiyorum bu bir... 

İkincisi de; bence hayat; büyük üstad Dostoyevski'nin de inandığı, yaşadığı ve yazdığı gibi, birbirine denk en az iki yönü olan (ki bence bunu çok rahat çok boyutluluğa çıkartabiliriz) bir hâl, bir durum, bir kavram, bir duygular ve anlayışlar bütünü. Dolayısıyla bugün evetse, yarın neden hayır olmasın? 

Burada yanar döner bilinen ama belki de hayatın dinamiğine bu nedenle en hakim burç olan ikizler burcuna da bir selam yollayarak, sizi bir gün orada tartıştığımın ertesi gün burada diğer açıdan tartışmasına davet ediyorum :) Yorumlara da açıyorum, bakalım neler olacak :))

27 Mayıs 2025 Salı

Mutlu etmek, mutlu olmak

"Hem anneni mutlu edip, hem de kendine ait bir hayatı yaşayamazsın." dedi dinlemekte olduğum terapist, danışanına. 

Danışan uslu uslu dinledi.

Halbuki benim zihnimdeki danışan, tam o noktada: "mutlaka bir seçim yapmak zorunda mıyım?" diye sorardı.. 

26 Mayıs 2025 Pazartesi

Pazartesi Masalı - 22

22: Yaratık

Bu haftanın masalı çok anlamsızdı; sanırım Kurtlarla Koşan Kadınlar'daki masallara özenilmiş fakat masal çok kısa ve özet mi geçilmiş, kurgu mu yok edilmiş bilemedim (mavi kurdele metaforu çok eksik kalmıştı mesela) yazarın elinde patlamış. Dolayısıyla buraya taşımayacağım fakat mesaj iyiydi.

Haftanın mesajı: 

Aşk ile incinmekten korkma. Aşkı arıyorsan, ondan kaçma, hayallerinin gerçekleşmesi olasılığından kaçma. Aşkı gerçekten hissetmek için kalbimizi açmalı ve karşılığında kırılabilme riskini de kabul etmeliyiz. İncinebilir olmamız, insan olmanın bir parçasıdır.

Haftanın görevi:

Aşk ya da diğer yakın ilişkilerinde, incinmemek için "kaçındıklarını" düşün, buna değer mi? Hayatı hissedebilmek için, olumsuz duygulardan kaçma, incinmek, üzülmek de hayata dairdir ve seni "mutluluk"tan çok daha fazla yontar, şekillendirir, olgunlaştırır.

Dünyayı olduğu gibi sevmelisin. 

"Yağmuru seviyorum diyorsun, yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun. Güneşi seviyorum diyorsun, güneş açınca gölgeye kaçıyorsun. Rüzgarı seviyorum diyorsun, rüzgar çıkınca pencereni kapatıyorsun. İşte beni sevdiğini söylediğinde, bunun için korkuyorum.." - Anonim - denmiş ama Rûmi'den de okumuştum ben ;)

25 Mayıs 2025 Pazar

Yaşamın anlamı

Haftayı Zweig ile kapatalım.

"Hayatın kendisini, anlamından daha çok sevin."

demiş ama kendisi yapmış mı, hayır..


Video: Annemler sabah bu videoyu yolladılar. "Balonla mı uçuyorsunuz?" diye sordum, "Sabahın 5'i yahu, otel odamızın penceresinden izliyoruz" dediler.. :) Bak onlar mesajı ne güzel almış....

24 Mayıs 2025 Cumartesi

Minimalizmde boyut atlayanlar

Hep diyorum ya, minimalizm çocukların yoksa mümkün diye. 

Bu aile bana bu sözümü yalattı... 3 çocukla 40 metre kare.

Yapabilir miydim, asla. Ama yapabilen varmış. 

Şapka çıkartıyorum...

23 Mayıs 2025 Cuma

Mutluluk üzerine düşünebilme lüksü

Blogdaşlarımızdan Derin Hakikatler, bir süredir mutluluk, daha doğrusu "toxic positivity" ya da daha eski deyişle olumlama baskısı üzerine düşünüyor. Dünkü yazısına yorum yaptıktan sonra, şu dikkatimi çekti: bizim mutluluk üzerine düşünüp, sürekli mutluluk halinin imkansızlığı üzerine tartışma ve mutlu/mutsuz ayrımı ve denge üzerine fikir beyan etme lüksümüz var..

Birlikte çalıştığım birçok insan için, bu bir lüks çünkü bu özgürlüğe, bu "dıştan bakabilme" haline sahip değiller. Çünkü çok mutsuzlar, klinik anlamda mutsuzlar ve ne yaparlarsa yapsınlar, bırak sürekliliği, dönem dönem bile mutlu olmayı başaramıyorlar.. 

Evet aklı başında herkes olumlama baskısına, sürekli pompalanan mutluluk arayışına karşı.. Fakat depresyonun baskısını da gerçek anlamda idrak edince, insanın aklı daha da karışıyor.... 

Bu konularda yazıp çizebilmek bile bir tür mutluluk, iç denge, huzur sahibi olduğumuzun işareti olabilir mi? Belki. Kesinlikle bir lüks olduğu ise, gerçek..


22 Mayıs 2025 Perşembe

Love, death & robots

Yeni sezonu başladı yuppiiii. Duyduk duymadık demeyin.

Tadımlık ;)


Bir de... Özlemişiz yahu, sağol LDR, hatırlamak iyi oldu:



21 Mayıs 2025 Çarşamba

Rönesans insanı, düşünsel flâneuserie ya da sadece vasatlık?

Küçük Joe'yla farklı alanlarda (b)ilgi sahibi olmanın güzelliğini konuşurken, diğerleri için düşündüğümü, kendim için düşünmediğimi fark ettim. Ben de aslında ilgi dağınıklığım için kendimi suçlama eğilimindeyim; üstelik "şıpsevdi", "maymun iştahlı" falan gibi benzetmelerle yapıyorum bunu.. Tabii ki bu benzetmeleri çocukken çevremizden duyup içselleştirdik, büyük ihtimalle.. Şimdilerdeki çocukların tamamına yapıştırılan: "odaklanma sorunu" misali.... O zaman da bize hayalci, dikkatsiz, ilgisiz denirdi.... 

Bir tür flâneur / flâneuse'üz ya da düşünsel anlamda bir fleneuserie bu yaptığımız.. Gözlemci, gördüklerini düşünmek ve bu düşüncelerin içinde vakit geçirmekten hoşlanan insanlarız..

Rönesans İnsanı'ndan bizi ayıran, bence ilgi alanlarımızdaki genel vasatlık ama bu bizden değil çağın gerçeklerinden de (hızlı sirkülasyon, değersizleştirme, hakikat ötesi çağı) kaynaklanıyor olabilir..

Olamaz mı? Olabilir...


Psikolojiyi bırakırsam ne yapabilirim diye düşünüyorum bir süredir..... Açıkcası "belli bir yeteneğim yok" sonucuna varmış ve mutsuz olmaya başlamıştım. Elimde bir sürü ilgi ve bilgi kırıntısı var ama bunlardan ortaya hiçbir iş çıkmaz gibi geliyor bana... Tam bir: battaniyeye dönüşememiş patchwork..

Bir alana odaklanıp derinleşmek mi, birçok alanda (genellikle de gözlemci sıfatıyla) yüzeysel kalmak mı? İşte bütün mesele bu.

İkincisi nedense daha renkli geliyor bana. Daha eğlenceli. Daha hayata dair.. Daha "başarı odaklı olmayan"...... 

Başarı odaklı olmak...

Dönüp dolaşıp aynı yere geliyorum. Bknz. İlk yazı.

Dipnot. Bu konu bir süre daha gündemimde kalacak sanırım.. Olgunlaştırınca "Yılın Tortusu"na yazmayı düşünüyorum. Başlayınca buradan da duyururum....

20 Mayıs 2025 Salı

Psikoloji yerine edebiyat yerine felsefe.

Beraber çalışmaktan çok zevk aldığım ve kendi gelişirken beni de çok geliştiren bir danışanım, bundan birkaç ay önceki bir seansımızda "ben psikoloji kitaplarını asla okumam çünkü edebiyat oku daha iyi, orada zaten her şey var.." demişti. Bu önermesini ben de doğru bulurum. Fakat edebiyat da psikoloji kadar yetersizdir..

Psikoloji, edebiyat (mitoloji de dahil), sanat ve hatta din aslında hep bir "anlama yöntemleri" hatta daha da temelde "düşünme yöntemleri", bu nedenle aslında hepsi felsefenin çocukları ve torunları.. Dolayısıyla bu bilimlerden herhangi biriyle ilgiliysen, temelde mutlaka iyi bir felsefe eğitimi de alman şart. 

Mark Twain'in İnsan Nedir?'ini taze bitirdim ve Kant sonrası daha da tamamlayıcı bir ekleme gibi oldu. Aslında Kant'ın tipik akılcılık ve deney(im)cilik akımlarına tepki olarak "durun beyler, ikisinin ortak noktaları da var" tepkisini, biri yaşlı diğeri genç iki insan üzerinden tartışıyor Twain ve tabii ki Kant'dan çok daha "okunabilir", çünkü edebiyat sıradan insana odaklanıyor.. Dili daha şiirsel, daha hikayeci, daha az didaktik.. Her ne kadar amaç son derece didaktik olsa da :) Çaktırmadan öğretiyor, sevecen, tonton bir öğretmen gibi... Okuruna şefkat duyuyor edebiyat, oysa felsefe okuru umursamıyor, anlayan anlar, anlamayan elenir, zaten herkese göre değildir felsefe canım......

İlginç. Ben felsefeyi edebiyata da psikolojiye de tercih ederim ama edebiyat olmadan felsefe de çok kuru, soğuk kalıyor doğrusu.. 

Üşenmesem ikinci üniversite olarak felsefeyi okuyacağım ama hali hazırda durum aynen bu olunca:

:)))

19 Mayıs 2025 Pazartesi

Pazartesi Masalı - 21

21: Domuz

Guru, meditasyonda iki rüya görmüştü. Öğrencilerini çevresine topladı ve rüyalarını anlatmaya başladı. "Bir hafta içinde öleceğim ve dünyaya bir domuz olarak geri geleceğim. Bir domuz olmak kesinlikle istemiyorum ama beni bekleyen kaderi değiştiremem" dedikten sonra, şöyle devam etti: "X köyünde öldüğüm gece doğacak üçüncü domuz ben olacağım ve burnumun üzerinde kahverengi bir leke olacak. Sizden bu köye gitmenizi ve beni bulup hemen öldürüp, özgürlüğe kavuşturmanızı istiyorum."

Öğrenciler aynen bu kehanetteki gibi gurunun öldüğü gece o köye gittiler, burnu lekeli domuzu annesini emerken, samanlar altında ve çamur içinde hoplar zıplarken buldular ve tam öldürmeye hazırlanırken, domuzdan cılız bir ses geldi: "Lütfen beni öldürme! Domuz olmanın bu kadar eğlenceli bir şey olduğunu bilmiyordum!" 

:))))

Kıssadan Hisse: 

Deneyimlerimizden çok daha fazlasıyız, olduğumuzdan çok daha farklı potansiyellerimiz var. Şu an yaşadığımız hayat, deneyimlerimizden sadece biri, dolayısıyla her an fark yaratabilir, olduğumuzdan bambaşka bir şekilde de mutlu, üretken, verimli olabiliriz. Kendini "şu anki halinle" kısıtlama..

Haftanın Görevi:

Hayatının başka bir "boyutunda" olsan, yapmaktan hoşlanabileceğin başka işleri düşün, hayâlinde kendini bu işleri yaparken canlandır. Seçilmemiş bu yolların her biri, yine de senin bir parçan. 

Bir günlüğüne iş değiştir, meselâ gönüllü bir iş yap, bambaşka bir mesleği denemek için zaman ayır (ellerinle yapacağın bir iş meselâ). Bu "alternatif sen"in nasıl hissettirdiğine bak..

Kendime Hatırlatma: 

Bu sıra bu mesaj çok fazla mı önüme çıkıyor, son eklediğim videoda da "bir farklılık yaratmak için, önce o farklılığı bir dene, bak bakalım hakikaten sevecek misin?" denmiyor muydu! Hatta daha dün, şu mesleki eğitim deneyiminde de "of bu alan çok sıkıcı bir hale gelmiş, bambaşka bir alanda bir şeyler yapsam nasıl olurdu" demedim mi? Hayat bana bir mesaj vermek istiyorsun, duyuyorum seni :) Duyuyorum da, nereden başlayacağımı bilmiyordum.. Bu haftanın göreviyle başlayayım haydi....

18 Mayıs 2025 Pazar

Beyaz Bisiklet ve At Kestanesi'nin Hikayesi

Önce, biri getirdi bu eski bisikleti oraya koydu, kilitle de bağladı ve bir süre bisiklet orada unutuldu.

Sonra, iki adam geldi, bisikleti püskürtme boyayla beyaza boyadı ve bir süre daha öylece bıraktı.

Ondan sonra, biz sokak sakinleri, bunun bir sanat olup olmadığını sorgulamaya başladık.

Daha da sonra, bu beyaz bisikleti parkımızın süsü olarak kabul ettik.

En sonunda ise, bu beyaz bisikletlerin araçlar tarafından öldürülen bisikletliler anısına, öldükleri yere bırakıldığını öğrendik.. 

Üzüldük.

Fakat o noktadan da artık daha dikkatli, daha yavaş geçmeye başladık.....

Tüm bunların sonunda ise..

Bütün iyi kitapların sonunda, bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda, meltemi senden esen, soluğu sende olan bir başlangıç vardır.. (Edip Cansever) dedik. 

Ve at kestanesi; çiçek açtı........ 

17 Mayıs 2025 Cumartesi

Antony….. :,(

Ben hâlâ...... 

Dönem dönem "Parts Unknown"u izliyorum. Hem ülkeleri elbette ama hem de Antony'yi... Bazılarında çok neşeli ve "içinde".. Bazılarında yorgun, bıkkın, odaklanamıyor, içi yenip posası bırakılmış egzotik bir meyve gibi.. Ama her seferinde özlüyorum ve her seferinde keşke diyorum... Keşke bu kadar erken vaz geçmeseydimn Antony diyesim de geliyor ama belki de geç bile kaldı, yıllardır uzatmaları oynadı durdu.. 

Özgeçmişini de okudum, zor bir hayat..... Bize "şahane bir hayat" gibi görünüyor dışarıdan, dünyanın ne çok ülkesini gezdi (Afrika hariç diyesim geldi, uydu da sanki buraya..) yedi içti doğru soruları sordu cevapları bazen aldı bazen alamadı, sanki hepimizinkinden bir ton daha koyu yaşadı.. Belki de yetti.. Belki de "hepsi aynı.."ya geldi ve anlamını yitirdi, belki de gerçekten 1 kişi olsa değişirdi, belki de değişmezdi..

Fakat şu gerçek. Videoların tamamının altındaki yorumlara bakarsan, onun kadar çok özlenen bir "ünlü" daha yok, sanırım...... 

16 Mayıs 2025 Cuma

Hırs ve başarıyı odağa almak


Dün mesleki bir toplantıya katıldım. Normalde katıldıklarından biraz daha farklı, daha genç ve dolayısıyla daha dinamik bir katılımcı profili vardı. İlk başta heyecanlansam da, sonra beş kişilik odalara ayrılıp birbirimizi daha “derin” tanımaya çalıştığımızda, yavaş yavaş, sırayla, hayal kırıklığı, bıkkınlık ve uzaklaşma isteği duydum.

Hırs çok yoğundu. Egoların çarpışması ve “ben” çok yoğundu. Gösterme, görülme ve onaylanma, hayranlık duyulma isteği çok yoğundu.

Toplantının sonunu, sebat edip getirdim fakat bir daha katılmam da dedim..

LinkedIn felsefesi beni geriyor ve genç kuşak içinde fazlasıyla dominant bir hâl aldı. Bu her meslekte böyle sanırım…..

Ben bu yarışta yokum….. Varsın faturası yalnızlık olsun.

15 Mayıs 2025 Perşembe

Yanlış yaptığını kabullenmek ve sonrası..

Almanya bence benim için yanlış bir karardı. Birçokları için hayal gibi bir ülke olabilir ama benim için yanlış.

Bu karardan dönebilme şansım şu an yok. Daha bir 8-10 sene, çocuklarım için burada yaşamak durumundayım. 

İstemediğin bir ortamda yaşamak; iki tür yapılabilen bir eylem; ilki mızırdanarak, mutsuz olarak, sürekli şikayet edip etrafını da mutsuz ederek (ki bunu baya yapıyorum). İkincisi de; ufak ayrıntılara odaklanarak, zor zamanlara tevekkül ve sabırla yaklaşarak, güzel zamanların dibine dek farkına varıp, keyfini çıkartarak (bunu da sık yapıyorum ama bazen kara bulutlarımın altında kaldığımda, başaramıyorum).

İlkini azaltıp ikinciyi çoğaltarak, bir şekilde iç dengemi korumak da; hedefim. 

Çünkü şükredip keyfetmek kadar, küfredip mızırdanmak da o denge için gerekli. Hiç mızırdanmayan insandan kork anacım, durup durup çok pis patlıyor o cins..

14 Mayıs 2025 Çarşamba

Boş

İçimde bir sıkıntı var. 

Bazı endişeler..

Günü boş geçmemek için, ben bugün bunu gördüm:

Kedi psikologluğu diye bir meslek varmış..

13 Mayıs 2025 Salı

Hem ağlarım, hem giderim..

Çok dikkatimi çeken bir sorununuz var sevgili dostlar, Romalılar.. Çok sık bana "of medyaya, haberlere bakıyorum sürekli, hem içim şişiyor, hem de bakmasam olmuyor, kısıldım kaldım" diyorsunuz.. 

Bu sorununuza cevap ve tedavi olacak bir kitap eklemek istiyorum; lütfen okuyunuz ya da yeniden okuyunuz..

link de burada.

12 Mayıs 2025 Pazartesi

Pazartesi Masalı - 20

20: Çiftçi ve Mısır

Tarım ürünleri yarışmasında, mısırları en iyi kalitede bulunup, birinci seçilen çiftçi, mısırlarının tohumlarını diğer tüm çiftçilere dağıttı ve bu davranışının hiç de öyle örnek, yüce gönüllü bir davranış olmadığını da şu sözlerle açıkladı: "Mısır tohumları rüzgârla tarladan tarlaya atlar. Eğer komşularımın mısırları da en az benimkiler kadar kaliteli olmazsa, bundan ben de zarar görürüm."

Kıssadan Hisse: "Hepimiz bir'iz. Tıpkı tarlalardaki gibi, aramızdaki sınırlar da bir ilüzyondan ibarettir. Sandığımızdan çok daha güçlü bağlarla bağlıyız.. Bütün yarışlar, aslında insanın kendi kendisiyle yarışıdır. Eğer başarılı olmak istiyorsan; içinde bulunduğun topluma katkı yap, oyunun seviyesini yükselt. Çevreni beslersen, kendini de beslemiş olursun."

Haftanın Görevi: İçinde bulduğun sosyal toplulukla alışverişini düşün, sen bu topluluğa neler katıyorsun, onlar sana neler katıyor? 

"Yaratıcılık bulaşıcıdır. Bulaştırın." - Albert Einstein.

11 Mayıs 2025 Pazar

Mutluluk


Harvard Mutluluk Endeksini bilirsin, yüz yıldan fazladır süren bir deneydir. Katılımcılarına dönem dönem "seni ne mutlu ediyor?" diye sorar ve bu cevapları kaydetmelerini ister. Yıllar içinde ve binlerce insan arasında farklılıklar olsa da, temel sonucu şudur: "insanları en çok mutlu eden temel şey: diğer insanlarla ilişki içinde olmak".

Hayatının en mutlu anlarına dönüp baktığında, hiçbirinde tek başına olmadığını fark edeceksin der..

Peki neden benim en mutlu anlarım hep tek başıma olduklarım?

1. Sharm'da gün batarken cup diye dubadan denize atlamam, o bir iki saniyelik süre içinde engin mavilik ve bulanık balıklar, çevremde...

2. Belki iki belki üç yaşındayım, ananemin küçük odasındayım ve içeriye esen rüzgar tül perdeleri dans ettiriyor ve ben o küçük yaşımda "buna dikkat et, bunu asla unutma" diyorum kendi kendime..

3. Karaburunda bir yaz gecesi, terasta ve yalnızım. Elektrikler kesiliyor ve milyarlarca yıldız altındayım bir an içinde.. 

Harvard.... Söyle bana şimdi bu ne demek?!

Görseli yine B.’den (ç)aldım ama napiim böyle güzel şeyleri de hep o buluyor! Affetsin takip ediyorsa..

10 Mayıs 2025 Cumartesi

Çocuk kafası

Eşimin bir hatırası var; bir yaz, haftalarca ilmek ilmek uğraştığı, kumdan ve küçük çakıllardan örerek yarattığı bir kuleyi, ondan üç yaş küçük kuzeni futbol topuyla yıkıyor.. 

Bunu anlatır durur.

Bu hikayede konu kulenin yıkılması değil. Kuleyi yıktığı halde tüm yetişkinlerin buna gülüp “Ah Mathias, haylazın tekisin” diyip geçmiş olmaları.. 

Bunu da 40 sene sonra, bu sabah, benim keşfetmiş olmam.. Çocuklukta kafayı taktıklarını, büyüdüğünde ancak anlayabiliyorsun. Düşün bakalım kendi hikayelerindeki “adaletsizlik” duygusunu.. Ne çoktur..

Çocuklara tepki verirken dikkat etmeli..

Dipnot. Mathias hâlâ haylazın ve de hep dört ayağı üstüne düşenin teki.. Bir yerde bir adalet sistemi varsa, Mathias hep bu sistemin dışında.. Neden bilmiyorum. Sinir oluyorum.

9 Mayıs 2025 Cuma

Gravity problem

Dün, bir arkadaşla yetişkin çocuğu hakkında dertleşirken, birden aklıma şu efsane Ted x Stanford konuşması geldi. 

Hani bazen biri, sürekli aynı konuda sana dertlenir, mızırdanır durur ve bir türlü bu problemi çözemez, eli kolu bağlıdır, şartlar vs. der ya. Sen de ona diyebilecek her şeyi söylemişsindir ama dilinin ucunda da şu kalmıştır ya: "yahu kardeşim, sürekli bu konu, sürekli bu konu, ya değiştirmek için bir adım at, ya da kabul et, sus otur"... Hah işte tam bu durumun bilimsel açıklaması Gravity Problem oluyor. 

Eğer o problemi ele almaya gönlün yoksa, o problemi çözme şansın da yoktur.

Eğer bir problemin varsa ve bunu çözmek için hiçbir adım atmıyorsan, bu kısaca, senin hayat koşulundur. Yapılacak tek şey: kabullenmek. Ve susmak! Gözünü seveyim susmak.... Mıy mıy mıy mıy..

Susmadan önce, bahsettiğim bu efsane konuşmayı ekliyorum:

8 Mayıs 2025 Perşembe

Şu ellerim..

El yıkama obsesyonu edindim. 

Daha doğrusu, şartlar bunu gerektiriyor çünkü evde yeni bir köpek var (henüz %100 güvenemiyorum) ve evde sürekli aç çocuklar var, sürekli ya meyve kes, ya ekmeğe krem peynir sür.. Yani yıkamayayım mı ellerimi?! Yıkaya yıkaya bu hale getirdim:

Of. Ne yapacağım bilmiyorum krem sürüyorum her yıkama sonrası ama böyle çatlaklar, kremle nasıl iyileşecek.. El yıkamayı da bırakamam, e ne olacak?!

Birini sevince, başka bir yerlerden ödün vermek gerekiyor...... Bu hep böyle mi?

Bir de şey diyeceğim. Ellerim tam yazar çizer eliymiş, öyle derler. Çizmeyi beceremem, yazmayı da son birkaç senedir beceremiyorum.. Eller de böyle kaldı işte, işlevsiz. Hayatım boyunca maniküre gitmedim, oje sürdüğüm sınırlıdır, yani "kadın eli" olamadılar hiç. Yazar eli olma potansiyelini de ben kendi korkularımla, kendi kendime koyduğum sınırlarla yok ettim. Sonunda ola ola obsesif eli oldular...... 

Biraz hüzünlü bu.

7 Mayıs 2025 Çarşamba

Olmak ya da Ait olmak, işte bütün mesele bu.

Bugün enerjim biraz düşük. Dün aşı oldum, belki ondandır. Kenelerden geçen ve Münih'te çok ciddi risk altında olduğumuz FSME türü ensefalite karşı oldum bu aşıyı..

Sabahtan beri midem bulanıyor, biraz da depresifim.. 

Ait olmak konusu da kafamda dolanıyor. İnsan "ait" olduğunda, "kendi" olamıyor sanırım; başkalarına ait bir şey oluyor. Birilerine anne, birilerine eş, birilerine dost. Peki kendin neredesin? 

Bazen, bu bir tek benim meselem mi diye düşünüyorum, bakıyorum da, herkes rolleri kıyafet gibi ne güzel giyip giyip çıkartıyor. Sonra bakıyorum, Zweig, Dostoyevski.. onların meselesi de benimkinden. Olmak, olmamak, ait olmak..

Biz hepimiz Hamlet'in hiç doğmamış çocuklarıyız belki de.

Bugün de böyle.. Kafam ağır.

evimin girişine koydum bu güzeli...
gelen güzel gelsin, hoş gelsin diye.

6 Mayıs 2025 Salı

Senkronizasyon sorunu

Sevgili Kum Çocuk diyor ki: "aklım, kalbim, ruhum ve hayat senkronize olmalı.. ya da, olmalı mı?"

Bunun üzerinde düşündüm son iki gündür. Cevabım: olmalı.. dan yana ama tam emin de değilim. Çok mu katı düşünüyorum korkusu var. Malum siyah ya da beyazın değil, grinin taraftarıyız artık son yıllarda..

Senkronize olma sevdası aslında mutluluğu arayışımızdan kaynaklanıyor gibi. Ama mutluluk, hayatın özü ve amacı mıdır, gerçekten? Aradığımız sadece mutluluk mudur? Bu kadar basit midir?

Ben misal; evet mutlu olmak istiyorum ama sağlıklı, üretken, bir fayda yaratan olmak da istiyorum. Yani bu kadar çok boyutlu bir sistemin her açıdan senkronize çalışması, zaten mümkün değil. Ama yine de insan bir uyum istiyor, bir denge istiyor.

Aklım evde, kalbim bambaşka bir yerde, ruhum bu sıra 90 yaşında, hayat ise koştur koştur akıyor.. Evet.

Halbuki.... bu yol... bu kuş sesleri.. 

5 Mayıs 2025 Pazartesi

Pazartesi Masalı - 19

19: Benim tek arkadaşım..

Bir şehirde, öğrencileri tarafından çok sevilen, çok bilgili, dersleri tıklım tıklım takip edilen bir haham yaşarmış. Sınıfın geneli hahamı öyle sever öyle sayarmış ki, ne dese altın bir öğüt gibi dinler, yerine getirmeye çalışırlarmış. Fakat bir öğrenci, aksine, her gün derslerde hahamla zıtlaşır, sürekli tartışmalar yaratır, dersin dinginliğini bozar, hiçbir şey yapamazsa da sıkıldığını ifade eden esneme, üflemelerle dersi sürekli bölermiş.

Günlerden bir gün, bu öğrenci birden bire ölüvermiş. Cenazesine katılan haham, öyle üzgünmüş, öyle çok ağlamış ve dövünmüş ki, öğrenciler "acaba haham bu kötü öğrenci ahirette hesap verdiği, cezalandırıldığı için mi ağlıyor" diye merak etmişler. Hahamın cevabı ise çok başkaymış: "o benim tek gerçek dostumdu, etrafım hep bana hürmet edenlerle doluydu, o ise herkesin aksine beni zayıflıklarımla gördü, eleştirdi,her gün daha iyi bir insan olmam için bana meydan okudu ve benim kendimi geliştirmemi sağladı. Korkarım o gittiği için artık asla kendimi geliştiremeyeceğim.."

İsrail, 2005.

Kıssadan Hisse: Gerçekten seversen, onun gelişmesini istersin. Bir insanı sevmek, onu olduğu gibi kabul etmek değildir, aksine, onun kendini geliştirmesi için onu desteklemektir. 

Haftanın Görevi: 1). Kendini tutup söylemediğin, fakat içten içe sevdiğin kişilerin kendini geliştirmesine vesile olacak düşüncelerin var mı? Onu eleştirirken, aslında ona özen gösterdiğini anlaması için, hangi sözcükleri kullanmalısın? 2). Sevdiğin kişilerden kabul etmekte zorlandığın eleştiriler aldın mı? Onların asıl altta yatan ilgilerini görmeyi deneyebilir misin?

"Eleştiri yağmur gibi, bir insanın köklerine zarar vermeyecek kadar nazik yapılmalıdır". - Frank. A. Clark

2 Mayıs 2025 Cuma

Pitcairn vakası

Dinlediğim bir podcast'te Birleşik Krallığa bağlı Pitcairn Adası'ndan bahsedildi. Bu ada, Pasifik okyanusunun güney tarafında, küçük, gözlerden ırak, volkanik bir ada ve 40 İngiliz vatandaşına ev sahipliği yapıyor. Adaya uçak ya da gemi ile ulaşım mümkün değil, sadece küçük teknelerin yanaşabildiği bir iskelesi var.

cennet görünümlü cehennem

Ada gündeme 1999'da çocuk istismarı ile oturdu. Adada yaşayan 40 kişi, adadaki çocukları yıllardır istismar ediyormuş, kendi çocuklarını evet, herkes birbirinin çocuklarını.. İngiltere durumun ortaya çıkmasıyla online bir mahkeme yapıp suçluları cezalandırmış, şimdi ada nüfusu 35 kişi olarak devam ediyor ve adaya bilimsel araştırma için ya da seyahat için gidenlerin en az 15 yaşında olması, adaya hiçbir surette çocuk götürülmemesi gibi kurallar var.. 

Tüm bunlar olup biterken ada sakinlerinin "size ne, bu çocuklara zarar vermiyor, yıllardır böyleyiz biz" gibi demeçler vermesi de cabası.... Al sana insan ırkının dar bir alanda küçük bir grupla yaşadığında neler olabildiğine dair, doğal bir deney... 

Az nüfuslu ve aşırı nüfuslü yerlerin sorunları bitmiyor. Acaba "ideal nüfus" nedir, merak ettim. Kilometre kareye 50-100 kişiymiş.... Yani İstanbul 5460 kilometrekare, 100 kişiden maksimum 546.000 kişi ahahahaha tamam sustum.

1 Mayıs 2025 Perşembe

Mayısiçka

İstanbul’daki arkadaşım “sokağa çıkanı içeri alıyorlar, markete bile gidemedim” diyince.. Diyecek bir şey bulamadım. Bu noktaya geldi demek ki ülke demokrasisi, özgür dolaşma ve protesto etme hakkı….. 

Ben de Mayıs şerefine her ay başı bileklik rengimi değiştiriyorum ya, Marteniçka’dan beri.. Onu yazacaktım. İnsana anlamsız geliyor küçük güzellikleri paylaşmak.. İnsanın neşesini umudunu keyfini kaçırıyorlar. Ama inatla devam! 

Bu ayın renkleri turkuaz beyaz ve yeşil ;) Sağlıkla, iç ve dış huzurla, neşeyle gel Mayıs! İnadına!

30 Nisan 2025 Çarşamba

Bekleme yapmayalım.

Neredeyse bir yıl olacak. Esen’in hediyesi bu muhteşem nazarlığı kıyıp da asamadım, hep “yeni eve geçince yeni kapıma asacağım” diye diye, beklettim durdum.

Yeni ev falan olmayacak uzun bir süre, bu anlaşıldı. 

Çıkarttım nazarlığı, kapıma astım dün. Renkleri, canlılığı, enerjisi hemen hissedildi, bana büyük keyif verdi.. Olmayana takılmak yerine, olanı güzelleştirmek!


Bazı şeyleri bekleyip duruyoruz ya…. Çok anlamsız! Beklemeyelim artık hiç bir şeyi! Hayat beklemek için çok kısa!

Bu güzel nazarlıklardan birine sahip olmak istersen link burada. Ayrıca Instagram’da da!

29 Nisan 2025 Salı

Çocuğunuzun kullanım kılavuzu

Hani derler ya: "ben de bilmiyordum ki, anne olunca öğrendim. Çocuk milleti kullanım kılavuzuyla gelmiyor ki....."

Almanya'da geliyor :))))

İşte bu şekilde:


Doğduğu günden başlıyor, devlet önce her hafta, sonra her ay, sonra yarı yıl ve sonra da yılda bir, çeşitli aralıklarla bu kılavuzu yolluyor anne-babalara. Dün M.'in 12. yaşına 1 ay kala, 12. yaş kullanım kılavuzu geldi postayla. Hemen okudum. Bu yaşa özgü tabii ergenlik sorunları, çocuğun bağımsızlık hissi, öfke nöbetleri, sürekli "ben haklıyım" deme ihtiyacı, okul ve arkadaş gruplarının yapısı, olası sosyopsikolojik sıkıntılar, ekran bağımlılığı ve 12 yaş ergenliğe giriş doktor kontrolünün ve aşıların hatırlatılması gibi bölümler var.

M.'e dedim "geldi kullanma kılavuzun..." :))

Seviyorum sosyal-devlet'i.. Çocuğuna sahip çıkan, vatandaşını tatlı tatlı eğiten, bilgilendiren, destek veren devlet'i..... 

28 Nisan 2025 Pazartesi

Pazartesi Masalı - 18

18: Karı koca dağa karşı

Karı koca, evlerini (huysuz) bir dağın yamacına kurmuşlar ve ne bahçelerinde bir bitki yetişiyormuş, ne de dağ onlara rüzgar ve yağmurdan başka bir şey veriyormuş. Yıllarca soğuktan titreyip, açlıktan bıktıktan sonraa, canlarına tak etmiş ve bir bilgeye başvurmuşlar. Bu bilge onlara: dağa bağırın çağırın, öfkenizi gösterip onu korkutun, göreceksiniz dağ kaçıp gidecek demiş. Karı koca bunu günlerce denedikten ve bir sonuç alamadıktan sonra ikinci bir bilgeye başvurmuşlar. O da onlara: öfke hiçbir şeye yaramaz, dağa sevginizi gösterin, ona çiçekler hediyeler sunun diye önermiş. Karı koca bunu da uzun süre deneyip yine sonuç alamayınca, üçüncü bir bilgeye başvurmuşlar (bölgede herkes bilgeymiş maşallah). Bu bilge onlara: yahu öfke ve sevgi işe yarar mı hiç, işe sadece dans yarar, şimdi eve gidin, tüm eşyalarınızı toplayın, gözlerinizi kapayıp, iki ileri dört geri adımdan oluşan dansı edin. Bunu bir gün boyunca yaptıktan sonra açın gözünüzü ve oraya evinizi yeniden kurun demiş :)))

Kıssadan Hisse: O zaman dans! :)) 

(C) Yiğit Özgür

Yani daha açık olarak: hareket et, etrafındaki koşullardan memnun değilsen, o zaman “etrafını” değiştir. Seni besleyen ortamlara git, seni beslemeyen, sana iyi gelmeyen ortamlardan, insanlardan uzaklaş! 

Haftanın Görevi: Sana iyi gelmeyen insanlarla neden hâlâ birliktesin, onları neden hayatından çıkartamıyorsun bir düşün. Sorun gerçekten onlar mı, yoksa senin korkuların mı?

19 Nisan 2025 Cumartesi

Hediye: Zaman

Dün, yazar olan ve son birkaç senedir oldukça yakın bir arkadaşıma dönüşen karşı komşumun doğum günüydü. 65 yaşına bastı. Kocaman bir buket lale aldım ona, koyu mavi kurdeleyle fiyonkladım, bir de kart hazırladım. Çok basit, çok ucuz bir hediye mi sence? Bence değil.. Çünkü "zaman" hediye ettim bu sene komşuma, dedim ki, sana (ve uygunsa kız arkadaşına) hepimize uygun ortak bir zamanımızda, Botanik Bahçesinde birlikte yürüyüş ve birer dilim pasta ile kahve armağan ediyorum :)

Çok hoşuna gitti... Şimdi herkese uygun bir zaman bulma derdindeyiz.....

Bu tür hediyeler vermeyi çok seviyorum ama herkese uymuyor, bazen bir türlü zaman denkleştirip buluşulamıyor ve işi "bedavaya" getirmiş durumuna düşüyorum ve buna üzülüyorum. Üzülüyordum. Artık diyorum ki, ben zaman hediye ettim ama zamanı kullanma yeteneği hediye etmedim, o kendisinin kendisine hediye etmesi gereken bir yeti.... Benim sorunum değil.

Başkalarına ya da kendine "zaman" hediye edebilenlerden misin?