Kendim ateş gibi canlı ve hareketliyken, sakin ve yavaş insanlara özeniyorum dedim ya dün.
Aslında itiraf edeyim: sakinlikten de sıkılıyorum, bir süre sonra (depolarım dolunca) "huzurdan öleceğiz yahu" hissi geliyor ve bir hareket, bir umut, bir canlılık arıyor ruhum.
Güleceksin ama haklısın, ben her şeyi Dostoyevski'ye bağlayabilirim şu hayatta. Ama ne yapayım, ikilikler denince Dostoyevski'ye gitmez mi tüm yollar? Bak o da Tolstoy gibi geriye dönük, durgun bir enerji ile, Turgenyev gibi ileriye dönük hareketli bir enerji arasında durur ya hep.. Bir ona, bir öbürüne, tatlı tatlı salınır durur bilirsin..
Dostoyevski yazdığında o tatlı salınım çok doğal gelse de, doğrusu, dengesi işte bu! desek de, gerçekte yetişkin insanların çoğu için, salıncak korkutucu bir imgedir. "Birinden birini seç, en kötü seçim bile, seçim yapamamaktan iyidir" der dururlar.. Kutuplaşamayanı bazen rahat bırakmazlar.. İki arada bir deredeliklere güvenemez, "adamın sabit bir fikri bile yok" derler..
Salıncaktakiler, salıncakta olmayanlara güvensizlik verir, salıncaktakiler ise yerdekileri sabit fikirli ve muhafazakar bulurlar.. Dostoyevski romanlarında olduğu gibi, birden fikir değiştirenler, birden karşı kutba geçenler, rahatsız eder toplumun sabit noktalarını... Korkutur..
Demek ki, sabit durmak ve salınıp durmak, hayatın çözümsüz ikilemlerinden biri.. Doğrusu ne o zaman? Ya da ortası ne bu işin? Dengesi ne?
Bence üçüncü, dördüncü değişkenleri ekleyerek bulabiliriz bunu: zaman ve durum değişkenlerini. Kısaca: durumdan duruma bağlı olarak, zaman zaman kutup değiştirerek yaşamak. Bazen idefix gibi inandığımız doğrunun peşinde, ağır ve inatçı. Bazense rüzgarda bir yaprak gibi uçuşkan, hafif.
Şairin "Sincap Ciddiyeti" dediği, tam da bu olsa gerek......
Salıncakta olmak en güzeli, küçükken en sevdiğim eğlenceydi. :))
YanıtlaSilsalıncakta olmak her yaşın en güzel eğlencesidir bence! :)
Sil