31 Ekim 2025 Cuma

Jack Kerouac'ing..

Wayward. Geçen hafta başladım. Dün bitirdim. Hoşuma gitti. Polisiye. Kanada masumiyeti.

Orada duydum. Alex onu ormanda bulup, ne yaptığını sorduğunda, "I am Jack Kerouac'ing...." dedi ergenimiz. Ergen dili muhteşem bir şey... 

Kerouac'ı bilirsin, hani Yolda Olmak'ın yazarı. Hayatın anlamını yolda olmak olarak betimler. Gelenekten uzaklaşıp kendi yolunu çizmek olarak da anlayabilirsin. Hoşuma gitti bu deyim: "Jack Kerouac'lıyorum...." :)

Hayat arasında bir sene ben de Jack Kerouac'ladım biliyorsun.. Sırtımda çantam. Yola düştüm. Sonra o yol, hakikaten beni gerçek yola çıkarttı bir süreliğine. 

5 senedir yine biraz yolu kaybettiğimi düşünüyorum. Dönem dönem, yolumu yeniden bulmak için, yeniden yollara düşsem de (Mimas, Mallorca..) gerçek anlamda bir sene falan yürümeli ki insan, gerçek yolu yeniden bulabilsin... Artık öyle bir lüksüm yok. Belki hayatımın ilerleyen bir döneminde yeniden.. 

Başka türlü bir yol bulmalıyım kendi içimde yürümek için. Jack Kerouac'lamak için... 

30 Ekim 2025 Perşembe

Ne yapmalı?

Bazı günler, canım sadece blog okumak istiyor... Senin, onun, diğerlerinin hayatı içinde kaybolmak, kendimden çıkıp gitmek... Bu nedenle okumuyor muyuz zaten tüm o romanları, hikayeleri, denemeleri de? Blog daha da sahici. İşte oradasın, kendi küçük evreninde debeleniyorsun, bazen su üstündesin, bazen su altına battın batacaksın, ama oradasın, koca okyanusta yalnız olmadığımın kanıtısın.... 

Çok uzun yazıyorum... Gereksiz uzun.... Biraz kısaltmalı, biraz sadeleştirmeli... 

Evet, bunu, bir an önce, yapmalı.

Hamiş. Yıllardır 1 kişi çıkıp, bana 1 Ece Ajandası armağan etsin istiyorum.. Bu 1 kişi, 2026'da da çıkmazsa, bu iş de üstüme kaldı demektir.. Haydi bakalım..

29 Ekim 2025 Çarşamba

Ne yapıyoruz?

Blogtan hediye, 3 tane mektup arkadaşım var. Üç aya yakındır, üçüne de mektup yazamadım. İstiyorum ama elim gitmiyor. Hem keyifsizlikten, hem tembellikten; bunu yazsam, ona ne... diye düşünüyorum.. Blog(lar)ım için de aynı şeyi düşünüyorum, yazmanın ne gereği var, kime ne, hem anlatsam, bu beni rahatlatacak mı gerçekten yoksa bir süre rahatladığımı sanıp, sonra aynı kısırdöngünün içinde debelendiğimi fark edip, kendime daha da mı öfkeleneceğim?

Blogları kapatmayı düşündüm bir süre önce... Yapamadım.. Daha az, daha mesafeli yaz dedim kendime... Yapamadım.. Daha olumlu şeylerden bahset, umut ver ve umut duy dedim... Yapamadım.. Tüm bunları yapamıyorsam, e ben burada ne yapıyorum peki? 

Bilemedim...

Sen biliyorsundur belki.... Sahi tam olarak ne yapıyoruz biz burada?

Zambia, 2010.
Bazen bu küçük kız gibi kayıp hissediyorum hayatta....

28 Ekim 2025 Salı

Büyülü bir an

Dün akşam 18.15 gibi eve dönüyordum. Radyoda bu çalıyordu. 

Başımı kaldırıp göğe bakınca, muhteşem bir son dördünle karşılaştım. Öyle büyülü bir andı ki; yarısı kalmış ayın etrafında küçümen bir bulut, gerisi tamamen açık, rüzgarlı bir gök.. Ay bir görünüyor, bir kayboluyor.. Arabayı sağa çekip bir süre bu dansı izledim. Eve geç kaldım biraz ama değdi...

Bu sabah meditasyon grubumla "nasıl gidiyor?" u konnuşurken, ben "10 dakikanın üzerine mümkün değil çıkamıyorum, dikkatim dağılıyor, yapılacak işler listesi aklımda uçuşmaya başlıyor" dedim. Hocamız "gün içinde 1 dakikalık mikro meditasyonlar, toplam 45 dakikalık tek oturumdan daha iyi gelebilir sana" deyince de, birden fark ettim, yahu ben bu mikro-meditasyonların uzmanıyım yıllardır :) Ve evet, toplasan, rahat 45 dakika eder....

Yıllardır kendimi "belirlenmiş kalıplara uymaya" zorluyorum ve başaramıyorum. Oysa, kendi içimde, kendi kendime, uyumluyum ben.... Bunu fark etmek, çok iyi geldi.

Foto. Maalesef telefonumun kamerası ancak bu kadarına yetti. 

27 Ekim 2025 Pazartesi

Aramızdaki mesafe

Dün itibarıyla, kış saati uygulamasına geçtik. Yani Türkiye'de yaşadığını var sayarsam, aramızdaki mesafe 2 saate çıktı... Sabahlar aydınlandı (bir süreliğine) ama akşamlar da erkenden gelir oldu... 

Sen ne yapıyorsun acaba uzun kış gecelerinde... 

Benim için saat 20'de aile sorumlulukları geride kalıyor. O saatten sonra ev sessiz, sakin, sarı loş ışıklı bir yer halini alıyor. Koltuk köşeme geçiyorum, annemin yıllar önce ördüğü rengarenk battaniyeyi üzerime çekiyorum, bu sıralar Ashwaganda denemeye başladım, bir tableti bir bardak melisa çayı eşliğinde yavaş yavaş içerken, bazen kitabımı okuyorum, bazen de işte, sana yazıyorum... 

Hayatımın bu kadar "dar" olması, hergün aşağı yukarı aynı rutinleri gerçekleştirmek, tuhaf ama, bugünlerde, iki sene öncesine kıyasla, beni çok rahatlatıyor.. Aslına bakarsan, ben rutinlerimi, çok seviyorum...... Kendimi bu şekilde güvende hissediyorum... 

Şu işe bak sevgili dostum; sana "ben aslında yalnızlığımı seviyormuşum" demiştim bir süre önce, şimdi de "ben aslında rutin, dar hayatımı da seviyormuşum".......! Sırada daha neler var bakalım? :)

26 Ekim 2025 Pazar

Eksikler / Fazlalıklar

Hafta biterken; sana şu soruyu atacağım: Hayatında ne eksik / ne fazla? Neden daha çok, neden daha az olsun isterdin?

Bende mesela; şefkat daha çok olsun isterdim..... İnsanlardan bana karşı, benden de insanlara karşı.. 

Daha sıcak bir bağlanma şekli isterdim insanlarla aramda ve daha yumuşak. Nasıl anlatayım sana bak; daha "şişko şişko" ilişkiler isterdim. Hani anane-torun gibi; tombul, sıcak, yumuşak ilişkiler.. Alman mürebbiyeler gibi değil; uzun ince kaslı sert yapılar, buz gibi eller, sarıldığında batan, acıtan kemikler değil... 

Haddinden fazla olup, daha az olsun istediğim ise; sabırsızlık huyum. Bu huyumu gerçekten yarı yarıya azaltabilmeyi çok isterdim.....

Senin eksiklerin / fazlalıkların neler peki?

25 Ekim 2025 Cumartesi

Puzzle

"Konfor alanının dışına çıkıp, yeni bir şeyler dene" derken, "git 5000 parçalık puzzle al" demek istememiştin sanırım :P 

İnsan gibi, 500lük ile başlayamıyorum. Sorunum tam olarak bu.

Haydi bakalım.. Başladım ama sanki vaktime yazık, boş iş gibi geliyor.. Dur bakalım, belki bir şey öğretir.

24 Ekim 2025 Cuma

Günümü güzelleştiren "gizli sanatçı"

Bu sabah orman içinde yürürken, her iki üç ağaçta bir, el yapımı ilanlar karşıma çıktı. Tamamen elde hazırlanmış, boya kalemleriyle özenle boyanmış bu ilanlar nasıl esprili ve yaratıcı işlerdi.. Ah yanımda da telefonum yoktu ki senin için hepsini tek tek çekeyim.... 

Dayanamadım, tekrarlayan ilanlar arasından en sevdiğimi kopartıp, cebime attım. İşte bu:


Diyor ki: Kayıp 100 euro. Yaşı: 100. Rengi: Yeşil. Bulana ödül: Kedi :)))) 
Muhteşem... Çünkü bu sıra mahallede çok fazla bu şekil 100 euro ödüllü kayıp kedi ilanı var, hatta biri abartmış, neredeyse 3 metrede bir Oscar'ın fotoğrafları... Yahu belki de kedi senin bu düşkünlüğünden bıktı da kaçtı özgürlüğüne... :P

Hamiş. Aslında bu ilanlar çok sevdiğim Hikmeti Tabiyeci'yi anımsattı bana.... Bak:

23 Ekim 2025 Perşembe

Suç nedir, suçlu kimdir?

Dün, ödüllü belgesel "The perfect neighbor"u izledim. Konu, özetle Ajike Owens isimli 4 çocuk annesi siyah bir kadının, Susan Lorincz isimli beyaz bir kadın tarafından öldürülmesi. 

İlk bakışta "aman yarabbi" diyor, kadını bir canavar olarak görüyorsun.. Sonuçta çocuklar mahallede sokakta oynuyorlar, evde tiktok izlemelerinden ya da daha beteri sokaklarda suça karışmalarındansa, sokakta futbol oynuyor, koşturuyor, kaykayla kayıyorlar... Tek suçları "fazla gürültü yapmak ve Susan'ın arazisine izinsiz girmek". 

Fakat ikinci bir bakış var. Susan bu çocuklardan neredeyse 2 senedir polise şikayetçi ve çocuklar sürekli onun bahçesi içinde oynuyor, oyuncaklarını onun bahçesi içine bırakıyorlar.. Susan defalarca polis çağırıyor ve olaydan sonra da diyor ki "Florida kanunlarına göre evimi arazimi koruma hakkım var" ve aynı zamanda çocukların annesinin gece vakti kapısına dayanıp kapıyı dakikalarca yumruklayarak "seni öldüreceğim, aç kapıyı" diye bağırması beni çok korkuttu. O beni öldürecek sandığım için, evime girmemesi için, kapıyı açmadan, kapının arkasından ateş ettim ve bilmeyerek öldürdüm.

Bir anne ama aynı zamanda da bir hakikaten yüksek volümlü çocuk sesinden hiç hiç hiç hoşlanmayan insan olarak, ikisini de anlıyorum. Fakat asıl terapist olarak, kimsenin nedense görmek istemediğini gördüm bu belgeselde... Susan'ın önceki hayatında bir tecavüz hikayesi var. Ve Susan, tamamen polis kayıtlarından yapılan belgeseli (aktörün oynadığı değil) izlediğim kadarıyla %100 eminim, bir Paranoid Şizofreni hastası, buna kimsenin dikkat etmemiş olmasını aklım almadı..... Susan'ın tüm kayıtlarda defaatle söylediği "korkuyorum korkuyorum, evime izinsiz giriliyor, alanıma izinsiz giriliyor" tüm bunlar iyileştirilmemiş bir tecavüzün travmasına işaret ediyor. Üzerine paranoid şizofreni eklenince, bu kadının başka bir seçimi gerçekten olabilir miydi?? Olayı "ama öldürmemeyi seçebilirdi"ye indirgemek ne kadar kolay veya doğru? Tüm duyuların "yaşamın tehlikede" diye bağırıyorsa....

4 çocuğun haline ne kadar üzüldüysem, Susan'ın tedavi alamamış olmasına ve bu hayatta bu kadar kaybolmuş bir noktaya gelmesine de o kadar üzüldüm açık söyleyeyim..... Bir ilaca bakardı çünkü....

Burada "her tedavi edilmemiş şizofren birini öldürebilir"i haklı çıkartmaya çalışmıyorum yanlış anlaşılmasın. Fakat bazen ruh sağlığı yerinde olmayan insanların, tedavi yerine ceza almaları bana hiç adil gelmiyor... Hele ki bunu belgeselleştirirken (yönetmen ölen kadının kuzeni bu arada) hiç değinilmemesi hiç adil gelmiyor... Çünkü evet "siyahı öldüren canavar beyaz" teması gayet güzel gözümüze gözümüze sokulmuştu ödüllü belgeselde.

Son olarak. Elbette asıl suçlunun "florida kanunu" olduğunu düşünüyorum ben de. Alanımı koruyacağım diye marketten su alır gibi silah alabilmeye, hiçbir denetimin olmamasına bağlıyorum. Ki o zaten aklı başında her insanın zaten çıkacağı sonuç.... Ama çevremizdeki tedavi alamayan ruh sağlığı bozuk insanları düşününce, onlara destek veremeyişimize, ruh sağlığı çalışanları ya da genel olarak "komşular, arkadaşlar, aile" olarak bunu görmezden gelişimize ne demeli? 

Susan suçlu. Ama bizler suçsuz muyuz gerçekten?

Göz ardı etmek; asıl suç bu değil midir?

Hamiş. Bu yazıyı şundan yazdım. Bu sıra aynı sorun bizim kokoş mahallede yaşanıyor. Mahalleye bir sığınma evi kuruldu ve bizim kokoşlar asla istemedi, imza falan topladılar. Yine de kuruldu. Şimdi oradaki genç ve çocuklardan, gürültü ve taşkınlık yapıyorlar diye aşırı şikayetçiler, sürekli polisi arayan bir grup falan var.. Umarım sonu böyle olmaz..

22 Ekim 2025 Çarşamba

Absürtlük üzerine

Adam harita mühendisiymiş.

Sonra ortayaşa geliyor ve varoluş krizi vesaire, mesleğini değiştiriyor. Yeni mesleği: Astroloji haritalarını okumak :))) 

Bir yerden harita kelimesine bağlanmış adamın kaderi.. 

Gerçek hikaye bu arada, dün danışanım anlattı. “Baya da tutturuyor ha” dedi.. O haritalar o kadar genel geçer ki, mutlaka bir yerinden tutuyor zaten, diyemedim..

Tam da böyle..

21 Ekim 2025 Salı

Dost mu düşman mı?

“Hayatımı allak bullak edip, sonra da ortalığı bana toplattın” diye suçluyordu Sezgin Kaymaz’ın bir kahramanı, diğerini. 

Düşündüm: bu aslında…. zararlı bir şey mi?

Foto. Şuncağız ırmak kesişimini bile nasıl güzelleştirebiliyor bazı insanlar.. 

20 Ekim 2025 Pazartesi

Pazartesi Masalı - 43

Haftanın masalı değil de, son bir haftanın, aslında birkaç ayın, sürekli önüme çıkan teması; bugünkü yazımın konusu... 

Ama önce bir alıntı:

"Hiç aklından çıkartma İthaka'yı. Oraya varmak, senin başlıca yazgın. Ama yolculuğu tez bitirmeye kalkma sakın. Varsın yıllarca sürsün, daha iyi! Sonunda kocamış biri olarak demir at adana. Yol boyunca kazandığın bunca şeylerle zengin, İthaka'nın sana zenginlik vermesini ummadan.. 

Sana bu güzel yolculuğu verdi İthaka. O olmasa, yola hiç çıkmayacaktın." - Kavafis.

Sarı bir arabayla, sarı bir yolculuk..

Bazı bazı yürüdüğün yoldan emin olamıyorsun ya.. Sanki sürekli dönüp dolanıp aynı yere geliyor, kaybolmuş hissediyor, anlamını hedefini kaybetmiş hissediyorsun ya.. O noktada; Sisifos gibi görüyor, Sisifos'u da hakir görüyorsun ya.....

Ama yolun getirdikleri var. Daha doğrusu, hatırla, tüm yolculuklarda aslolan vardığın yer, tamam diyip dönüşe geçtiğin nokta olmadı hiçbir zaman senin için asıl konu.. Asıl; yolda olma tecrübesi oldu seni zenginleştiren, değiştiren, geliştiren. Ve sabır.... Sabrı öğrenmek, sabrı sevmek... Yolu sevmek....

Bunları biriktiriyorum. Yazacağım.. Yazmak istediğim çok şey var bu konuda. Az sabır...

19 Ekim 2025 Pazar

SoMbaharın Tonu

Bugün; bizim efsanevi banyo penceresinden (2 metreye 1,5 metrelik bir banyo pencerem var, neden dersen, sanırım tam bu nedenle!) her gün gördüğüm manzaradaki şu renge hayran oldum. 

Dün böyle değildi.. Yarın da bambaşka bir renk olacak. Ama tam bugün ve tam bu ışıkla yakalamak, hakikaten muhteşem bir hediye oldu..

Bahçedeki diğer ağaçlar henüz yeşilken, onun böyle kıpkızıl saçlarını savura savura aradan parlaması.. Ne bileyim; aşk bu değilse, nedir?

Hele bir de Dvorjak’ın Opus 22 numaralı seranadı eşlik ediyorsa bu manzaraya….. 

Ekim ayı, sende de Dvorjak dinleme isteğini alevlendirmiyor mu??? 

18 Ekim 2025 Cumartesi

"Geleneksel" elma çayı

Elma Üçlemesi yapıyorum şimdi de :)) Dün şarabından başladık, bugün çayı, bakalım yarın nesi.. 

Geçenlerde, İranlı bir arkadaşım, "Siz Türkler daha iyi yaparsınız ama.. Bir denemeni istedim.." diyerek, utana sıkıla verdi üzerinde Pers Elma Çayı yazan paketi. 

İtiraf edeyim, yabancılara "Elma Çayı" diye ne satıyoruz, hâlâ tam emin değilim çünkü ben 25 sene Türkiye'de geçen hayatım boyunca, bir kere bile oturup da "haydi geleneksel elma çayımızı içelim" halini deneyimlemedim sevgili dostlar. Peki siz? Fakat turistlere kilo kilo geleneksel elma çayımızı satıyoruz yine de.. Çayımız kahvemiz bile bu kadar ünlü değil!

Bu huysuz düşünceler içinde demlediğim İran elma çayı (belki öyle bir şey onlarda da yoktur, aynı şekilde) ama... AMA yani.. muhteşem bir şey çıktı. Sadece kurutulmuş elma küpleri ve zencefil küpleri, biraz da tarçın ve karanfil var sanki içinde ve nasıl muhteşem bir tat, koku aroması anlatamam. Zaten bağımlılığa yatkın bir bünyem var, anında bağımlısı oldum. 2 defa üstüste demledim, şimdi de yazmazsam, duramayıp yine demlerim diye, yazıyorum....


İşte adresi de budur. Merkezde ufak bir dükkanmış. Yolun düşerse..

Dudak büküyordum yıllardır elmanın çayı mı olur, kendini ye, suyunu iç diye... 

Meğerse hayatım elma çaysızken, boşa geçmiş..... :))

Şimdi merak ediyorum; daha "denemeden ı-ıh" yaptığım neleri kaçırdım acaba bu hayatta?!

*

Hamiş. Kaşkol takmış kazların resmedildiği (tek kişilik, çünkü bit pazarından almıştım) çay fincanıma da, aynen dünkü arı mayalı bardağıma güldüğün gibi çok çok gül lütfen :)) Çok seviyorum bu "çocukluğa selam" bardaklarımı...

17 Ekim 2025 Cuma

SoMbaharın bir de..

Tadı da vardır! Sadece kokusu ve renkleri yoktur ki soMbaharın.. 

Elma elmadır tadı. Taze cevizdir. Sonlara doğru kestanedir, mandalinadır.. Ama en çok elmadır! 

Bir de elma elma kokan taze elma şarabı vardır; cider derler adına. İngiliz kültüründe tam bu mevsimde çok yapılır, çok içilir..

Burada cider’a çok yakın, Federweißer denen bir taze fermente şarabımız var. Eylül başı çıkar, Ekim ortalarında biter. Kapağı mayalanması için hafif açık bırakılır, o nedenle yatay durumda taşıyamazsın.. Öyle şahane bir şeydir ki, bir oturuşta bir litre içersin de doyamazsın..

Komik olan; Eylül’de içersen çarpmaz hiç ama alıp da buzdolabında unutursan ve Kasıma kalırsa.. yandın. Öyle bir fermente olur ki, alkol oranı %12’lere falan erişir, üstelik tadı da gazoz gibi hafif olduğundan alkolünü anlamazsın içerken. Sonra değme keyfine tabii ;)

Ben de Eylül ortası almıştım ama unutmuşum dolapta, daha doğrusu hep aklımdaydı da, iş güç ve sorumluluklarda zaman bulamıyordum içmeye.. Dün akşam aklıma esti, açtım, of ki ne of! Tam kıvamında yakaladım..

Belki seneye paylaşırız, belli mi olur..?

Hamiş. Arı Mayalı bardağıma gülme lütfen :) Ya da gül, gülelim yahu..

16 Ekim 2025 Perşembe

SoMbaharın Ecesi: Turuncu

Ver Sarıyı, ver Kırmızıyı, e Turuncu "ben neden yokum?" demez mi? Bugün de; sonMbahar üçlememin sonuncu rengi: Turuncu.... Aslında sonbaharın en güzel rengi belki de, kraliçesi.. Turuncu.


Vakti zamanında bir arkadaşımla "kavuniçi" ve "turuncu" kelimeleri üzerine dönen bir Inside Joke (iç-mizah)ımız vardı. O derdi turuncu, ben derdim kavuniçi. Bir noktadan sonra ben turuncuya o kavuniçine de döndük sanırım. Karıştık.

Eskiden tutarlılığa çok inanırdım. Bir şey dediysem, ölsem dönmezdim sözümden. Gençlik işte... İnsan zamanla benimsediği şeyi sorgulamaya başlıyor ve o şey sorgulandıkça değişiyor.. Fikirlerimiz, inançlarımız, hislerimiz, biz... Artık değişime inanıyorum. Çelişkileri seviyorum. Diyalektiği seviyorum. Sentezi ve sentez ötesini, yeniden sentezleri seviyorum... 

Turuncu bazen kavuniçidir, bazen portakal rengi, bazen kızıl, bazen bakır.. Ama her koşulda sanırım beni en güzel anlatan renktir; gün batımındaki melankoli kadar koyu bir turuncu, şeker gibi neşeli bir portakal rengi ya da bir güz yaprağı kadar anlam dolu, derin, üzerinde düşünülesi... SoMbaharın açık ara en güzel rengi.... 

Dipnot. Tamam mavi ve yeşili de seviyoruz, onlarla huzur ve umut doluyoruz ama.... Turuncu hakikaten bambaşka bir renk. Turuncu: tutkunun rengi! (Hayır hayır, öyle deme, tutku kırmızı değil bence, kırmızı kanın, öfkenin, kavganın rengi.....)

15 Ekim 2025 Çarşamba

Momijigari

Bu ağacı çok aradım bahçeye dikmek için.. 

Normalde yeşil olan yaprakları, sonbaharda böyle kıpkırmızı oluyor ve ben her sonbahar bu ağaca aşık oluyorum, kışın yapraklarını dökünce unutuyorum aşkımı, baharda yeşil yeşil yeşillenince "artık sen de herkes gibisin.." durumları, yazın zaten göz yeşil değil mavi arıyor... Ama sonbahar geldi mi haydiiiiii, en baştan aşk.. 

Momiji Japonca'da sonbaharda kırmızıya dönüşen yapraklı ağaçlar anlamına geliyormuş. Momijigari ise bu kırmızı yapraklı ağaçları izleme davranışıymış :) Momijigarilerin bol olsun bu sonbahar....

14 Ekim 2025 Salı

Sarışın Salı

Bu sıralar çenem çok düşük :) İdare ettiğin için teşekkürler..

Sarı Yaz; resmi olarak yarın yani 15 Ekim'de bitiyor. Ege bölgesi - özellikle de Bodrum - menşeyli şairlerce ortaya atılan bu terim; 15 Eylül - 15 Ekim dönemini kapsayan, otların sarışın sarışın, sakin sakin güneşlendiği, denizin çarşaf gibi durgun olduğu, güneşin de son yaz ışıklarını nazlı nazlı saçtığı, bence "en güzel" dönemi “çok güzel” betimliyor.. Ama endişelenme, kış hemen gelmiyor, Sarı Yaz’ın arkasından Pastırma Yazı başlayacak :) Sonra da yavaş yavaş uyku zamanı....

Bol bol yürüyorum. Umarım sen de yürüyorsundur. Belki denizin vardır senin, benim yok... Biraz tuz yollarsın bana. Ya da sonsuz mavi bir gökyüzün vardır, benim yok... Biraz göçmen kuşların kanat sesinden yollarsın. Ben sana ancak bu sarışın kızı yollayabilirim karşılığında, ama, kız da ne kız ama! :) Hemen şimdi, pencereden çektiğim haliyle hem de......

Evet ve 💛 görmemek imkansız!

Güzel bir gün dilerim sana. Eminim sen de bana :)

13 Ekim 2025 Pazartesi

Pazartesi Masalı - 42

42: Pirinç Tanesi

Öyle fakirmiş ki adam, her gece dua eder, "Tanrım, bana bolluk ver" diye yalvarır hatta bolluğun nasıl verilebileceğine dair fikirler bile öne sürermiş: "Tanrım tarlama bir çuval altın sakla, ben de onu bulayım.."

Günün birinde, tarlanın yakınlarından bir at arabası geçmiş ve üzerinde kilolarca altın, ortasında da ülkenin kralı oturmaktaymış. Çiftçi "Hah" demiş, "sonunda dileklerim kabul oldu, altınları bana verecekler.." Hakikaten de araba tam çiftçinin önüne gelip durmuş. Ama altın vereceğine, kral ondan "bana ne vereceksin bakalım" diyerek, istekte bulunmuş...

Çiftçi homurdana homurdana içeriye gitmiş ve elinde olan tek şeyi, bir çuval pirinç içinden 1 tanecik pirinci krala sunmuş... Kral "peki bakalım" diyerek, yola devam etmiş.

Akşam, pişirmek üzere pirinç almak için çuvalı açan çiftçi bir de ne görsün? Koca çuvalda 1 tanecik, pirinç büyüklüğünde altın durmaktaymış...

Kıssadan Hisse:

Eli açık ol... İstediğin kadar paylaş, dünya bolluk doludur ve bu bolluk paylaşıldıkça artar. Paylaşmaz ve biriktirirsen, bolluk enerjisinin içeriye girmesini de engellersin. Elindeki bolluğu, zamanını, ekmeğini paylaş, bu hayata "teşekkürler" demenin en iyi yoludur.

Haftanın Görevi:

Maddi şeyleri biriktirdiğimizde enerjimiz azalır. Biriktirme, ver...

o zaman haydi;
bir çayın etrafında hayatı paylaşarak başlayalım <3

12 Ekim 2025 Pazar

Güldüren insanlara özlem

Hayat bir süredir sanki daha mı asık suratlı? En azından kendi özelimde öyle gibi.. Bunu değiştirmek için geçenlerde Ferhan Şensoy'un kitaplarını yeniden okuma kararı aldım ve bugün "Seçme Sapan Şeyler"deki "Kâfir Bey" hikayesini yeniden okurken hakikaten önce yüz ifademin, sonra vücut duruşumun, sonra da sanki çevremden dalga dalga tüm evrenin değiştiği hissine kapıldım!

En son ne zaman okuduğum bir şeye böylesine sesli kahkahalar atmıştım? Ne zaman, bitirdiğim bir hikayeyi, daha yeni bitirdiğim halde en baştan okuma isteğiyle dolmuştum?

Kâfir Bey'i bitirdikten sonra, aklıma geldi, aynı kitapta bir de "Femine Hanım" hikayesi vardır, haydi ona da yeniden döndüm, bir kahkahalar sarmalı da onun için koptu... 

Çok âlem adamdı bu Ferhan Şensoy yahu.... Muhteşem bir gözlemcisiydi hayatın ve insanların.. Sözü gediğine koyma üstadıydı. Kavuk erbabıydı hakikaten.. 

Münir Özkul gibi... 

Sana ufak bir kuple yazmak istedim, Femine Hanım'dan, Pazar Pazar gülelim biraz...

"Femine hanım, her ne kadar kocasının onu aldattığını düşünüyorsa da, kendisi bir karşı aldatmayı hiç aklına getirmemişti. Üstelik kocasının aldatıp aldatmadığından da emin değildi. Duygu Asena’yı okuyarak beyninde böyle düşünceler oluştu, daha sonra Ayşe Arman, Pakize Suda gibi yazarlara da merak sarınca, kocasını aldatmak için ille onun kendisini aldatmasını beklemenin şart olmadığı düşüncesine erdi. Giderek, bu kadın yazarların da etkisiyle, mutlaka aldatıyordur adi herif, aldatmayan erkek yoktur duygusuna ulaştı. Güler Kazmacı’nın bir köşe yazısıysa, onda kocasını bir an önce aldatması gerektiği, bu konuda çok geç kaldığı düşüncesini oluşturdu."

Şimdi şunu düşünüyorum; ben de Camus, Kierkegaard, Heidegger okuya okuya mı bu ha...... neyse, karıştırmayalım..

11 Ekim 2025 Cumartesi

Uzuuuun

Yazar komşum C. ile uzuuuuun uzuuuun yürüdük, ben anlattım o dinledi sağolsun. 


Sonra eve gelince uzuuuuun bir banyo aldım. Mudanya kızlarımla uzuuuun uzuuun mesajlaştık, canlarım, desteklerini kemiklerime dek hissettim, sağ olsunlar.

Şimdi eşimin 3 saattir sağ olsun uzuuun uzun cebelleştiği Hint usulü körili tavuğa - vejeteryan olduğum ve denemediğim halde - uzuuuun uzuuuun güzellemeler yapacağım ki bir sonrakine motivasyon olsun :))

Sonra koltuğa uzuuuun şekilde yayılıp Sisifos’a devam etmeyi düşünüyorum, uzuuun uzun düşüne düşüne.

Foto. Uzun yürüyüştem bir sürü fotoğraf biriktirdim, taksit taksit paylaşacağım sizlerle… Gözümüz gönlümüz uzuuuuun kışın son çıkışında iyice renge doysun…

10 Ekim 2025 Cuma

Bize daha fazla ADHDli insan lazım..

Çok bencilce olduğunun farkındayım bu başlığın ama dünyanın daha iyi bir yere gidebilmesi için bence bize daha fazla ADHDli insan lazım çünkü bu insanlardaki "seçici odaklanma" muhteşem bir yetenek bence... Nasıl odaklanıyorsunuz kardeşim, dünyayı toptan değiştirecek enerji ve fikir barındırıyorsunuz minicik, biricik içinizde?

Dün misal, çocuk doktorumuzu değiştirdim ve yenisiyle tanışmaya, bürokratik işleri halletmeye gittim ve bana "bende çocukken ADHD vardı, şu an yetişkin versiyonunda sadece aşırı hızlılık kaldı (hakikaten aşırı hızlı konuşan, hareket eden bir insan) ama özel ilgi alanım ADHD, anlattıklarınızdan oğlunuzda da olabileceğini hissediyorum, şu şu şu adımları atın" falan dedi ve yaklaşık yarım saat boyunca öyle bir bilgilendim ki son 6 senedir açık söyleyeyim toplamda bu kadar ilgi ve bilgi verilmemişti bize.... Kadına sarılıp ağlayasım geldi, kendimi sadece içten bir teşekkürle yetinme konusunda çok zor kontrol ettim..

Eğer doğru bilgi ve yönlendirme alabilirlerse, ben gerçekten dünyayı ADHD'nin değiştireceğine inanıyorum. Aramızda ADHD'li bloggerlar var, ya da ADHD'li çocuk anneleri var, belki ben de resmi olarak onlardan biri olacağım iki ay içinde, biliyorum çok zor ve korkuyorum çok fazla ama bu sabah durup, bir dakika her şeyi bırakıp, sanal bir sarılasım geldi size..... 

Oturduğunuz yerden iki omzunuza iki kolunuzla sarılıp şöyle sağa sola soğru sallanıverir misiniz benim için? Sanal ya da gerçek....

Bugün de böyle...

9 Ekim 2025 Perşembe

Gün

Ben bittim, gün bitmedi... Son zamanlarda maalesef yetişemiyorum. Buraya yazmaya da, yaşamaya da. 

Bugün biri "aaa saçların beyazlamış, boya vakti gelmiş.." dedi (böyle durumlarda aklıma hep Ferhan Şensoy'un "Çok sigara içiyorsunuz"a cevap olarak "siz de yeterince içmiyorsunuz" demesi gelir). Saçlarımı boyamayı Haziran'dan beri bıraktım oysa ki, kendi isteğimle. Ama evet, yorgunluğun ve yetememezliğin ilk alametlerinden sayıldığı için "güzellik odaklı toplum"da, tabii bir süre, boyalı kısımlar gidene dek, bu tip yorumlarla bol bol yüzleşmek zorunda kalacağım. 

Ne demeli acaba? Daha doğrusu, birşey demeyip gülümsesem, durma noktasını tanıyıp duracaklar mı, yoksa "ama boyat, daha gençsin"le başlayan aryalar mı dinleyeceğim artık bir on yıl.... 

Ağzımdan düşürmediğim iki sözüm vardır, bunlardan birisi: Türkiye'deki sohbetlerin %80'i aslında basit bir "sana ne" ile bitirilecek sohbetlerken, kibarlık yapıp, karşıdakini rencide etmemek adına, uzatıyor da uzatıyoruz.

Diğerini de zamanı gelince yazarım..

foto alakasız ama özlemli

8 Ekim 2025 Çarşamba

Nasıl oldu da...

Sisifos Söyleni'ni okuyorum da.....

"Nasıl oldu da Sisifos, intihar etmemeyi seçti?"

Yani bu işi sonsuza dek yapacaksın, hiçbir kurtuluşun da yok ama yine de vazgeçmiyorsun... Neden? Ve daha önemlisi: nasıl?

7 Ekim 2025 Salı

Pazartesi Masalı - 41

Yılın 41. Haftasında olduğumuza inanabiliyor musun?

Pazartesi Masalı, önceden hazırladığım hayat, ölüm, yeniden doğuş üçlemesi nedeniyle, bu hafta Salı Masalı oldu :) Ve dahası, son masalımızı 18 Ağustos'ta yazmışım... Neyse, açık söyleyeyim tüm bu süre içinde dinlediğim masallar içime işlememişti zaten, ama bu haftanın masalı yaşadıklarıma cuk oturdu, belki de gerçekten hayat dinlemeyi bilirsen, işaretleri okuyabilirsen, sana çok şey anlatmaya çalışıyor. Haydi kaldığımız yerden devam.

Bu sıra hayat yolu.. :)

41: İki Fare

Fareciklerden ikisi sürüden ayrılıp bir kuyuya düşüverdi. Kuyu öyle derindi ki, çırpınsalar da bir türlü tırmanamıyorlardı. Kuyunun etrafına toplanan diğer fareler onlara acıyor, korku dolu gözlerle olan biteni izliyor ve "ah kuyu çok derin, vah vah çok dik, ne yaparlarsa yapsınlar başaramayacaklar, çok kaygan, asla yukarı tırmanamayacaklar.." diye aralarında endişeyle konuşuyorlardı. Bir süre sonra iki fareden biri, vazgeçti ve suyun dibini boyladı. Fakat diğer fare, canla başla devam etti denemeye, bir süre sonra çıkış yolundaki taşları tanımaya, hangi taşların onu taşıyabildiğini öğrenmeye başladı ve sonunda kuyunun tepesine çıkmayı başardı. 

Orada arkadaşlarının "oo tebrikler, nasıl başardın, harikasın.." gibi sözleriyle karşılaşan farenin cevabı şu oldu: "dostlarım! benim kulaklarım az duyuyor, ne diyorsunuz siz?"

Fareler birbirlerine baktılar ve kulakları az duyan fare onlara şunu dedi: "Fakat size müteşekkirim, kuyu başında toplanıp bana şarkılar söylemeseydiniz, beni yüreklendirici fısıltılar etmeseydiniz, ben asla kuyudan çıkabilmeyi başaramazdım!" Bir süre sonra farelerden biri şunu dedi: "arkadaşımızı, ona inanarak nasıl kurtardığımızı asla unutmayalım!" :)

Kıssadan Hisse:

Seçici duyalım. Başkalarının eleştiri ve önerilerine fazla önem vermediğimize kendimizi inandırmaya çalışsak da, sözler bacaklarımızı kesebilir, kanatlarımızı koparabilir.. Seni cesaretlendiren sözleri duy, seni aşağıya çeken sözleri duyma. Bu uygulamanın sadece çevrendeki insanlar için değil, en çok da kendi iç sesin için geçerli olduğunu unutma!

Haftanın Görevi:

İhtiyacı olan biri için, cesaret verici bir mektup yaz. Başkaları için cesaretlendiri sözler söylemek, kendi iç sesimizi geliştirmenin de bir yoludur. Genellikle kendimiz yerine başkalarının potansiyeline inanmayı daha kolay buluruz. Mektubu alıcısına ver ya da ona oku.. 

6 Ekim 2025 Pazartesi

Yeniden doğuş

Yeniden doğuşa inanıyor musun? Ben aslında inanıyorum ama hücrelerimizi yiyen kurtçuklarla, çiçeklerle falan doğuş şekliyle, yoksa yeniden yeniden insan olarak gelip duracağımıza değil. Peki ruhumuza ne olacak dersen, çiçeklerin ruhu olmadığına emin misin?

Misal bu elmalar. Hemen altında Tessi'ciğim yatıyor. Tessi su oldu, gübre oldu, elma oldu.. 

200'e yakın elmaya dönüştü Tessi bu sene. Biz onları yedik, içimize girdi, belki saçımın bir teli olarak, belki cildimde yeni bir ben olarak yeniden doğru.

Dün ağaçta kalan son 18 elmayı da toplayıp, son defa elmalı kek yaptım, hem de 3 tane. Biri bize, diğeri eşimin çocuklarla ziyarete gittiği kuzenlerine, biri de bugünkü fizyoterapi ekibime. Çünkü, sadece içimden geldi.. 

5 Ekim 2025 Pazar

Ölüm

Ölüm korkusu aslında arzu ettiğin ya da kendini layık gördüğün şekilde yaşayamama korkusudur der ya Varoluşçu terapiler.. Heidegger de eli arttırır; "o zaman ölüm korkusunun önüne geçmenin tek yolu, zamanı daha özenli geçirmek ve bittiğinde "yaşanmamış" hiç bir şey kalmamasıdır" der ya..

Sonra öyle bir zaman gelir ki, hayat üzerine ağırlık olmaya başlar, ezer seni, boğar. Bakarsın yaşadıklarına, düşünürsün, bundan başka içimde kalan ne var dersin, bulamazsın, hayallerinin olmayışı gerçeği ile sarsılırsın ya...

O an işte şunu bil, bunu kendine yapan tam olarak sensin. Seçimlerin yokMUŞ GİBİ davranan sensin.

Henüz ölmediysen, hâlâ değişime dair umut vardır...... 


Dün, uçurtma uçurdum ve özel ekili çiçek tarlalarından çiçekler topladım fakat bu kadarını ancak bulabildim. Bunlar bu senenin son tarla çiçekleri :) Sona kalanlar.. Uzun bir kıştan önceki son renkler..

4 Ekim 2025 Cumartesi

Hayat

“Hayat çözülecek bir sorun değil, yaşanacak bir deneyimdir” diye bağırmalı Kierkegaard, avazı çıktığı kadar ve günde beş vakit.

Bu sıra.


Yaz boyu masmavi, bazen de yemyeşil olan yüzüğüm, son bir haftadır simsiyah! Enerjim, simsiyah! Ben bile bıktım kendimden….. Nasıl değiştireceğim kendimi yeniden masmaviye…… bilmiyorum ki.

3 Ekim 2025 Cuma

Şempanze cenneti

Jane Goodall’ın 1 Ekim’de 91 yaşında doğal nedenlerle öldüğünü ben dün gece duydum. Ne tatlı bir insandı, sakin, sade, yumuşacık da bir ses tonu vardı.. Sanırım şempanze cennetindedir şimdi..

Goodall hakkında büyük ihtimal bilmediğin bir şeyi söyleyeyim haydi; prosopagnosia yani insan yüzlerini tanıma güçlüğü vardı onda. İnsanları birbirinden ayırd etmesi, bir tanıştığını yeniden hatırlaması çok zordu yani.. Yaşla birlikte bu daha da arttı.. Buna rağmen Afrika’da onlarca yıl yaşadı bu kadın, azimle, doğru bildiği yolu başarıyla savunarak..

Verdiği kadar da sevgi aldı aslında. Popüler ve hep sevilen bir kadındı.. Lego’nun ve Barbie’nin Jane Goodall setleri çıktı mesela, onu bilirsin. Peki karikatürü hatırlıyor musun; şempanzelerle birlikte hani.. Kendiyle dalga geçebilen bir insandı Goodall, herkes nçık nçık nçık yaparken karikatüriste, o “çok güldü” ve sonradan da “popüler kültürdeki en sevdiğim yansıtılmam” dedi, geçti.. Egosu bile zarifti..

Tatlı kadındı vesselam.. Bu dünyadan bir Jane Goodall geldiiiiii geçtiiii. Huzur içinde uyusun.

2 Ekim 2025 Perşembe

Geç kalmış bir yas

Ben dünden beri Tarık Akan'ın yasını tutuyorum. 

Açık söyleyeyim, Hababam Sınıfı'nın jönü olarak ya da diğer romantik filmlerdeki rolleriyle çok da fazla sevmediğim Tarık Akan'ı, yıllar sonra "Anne kafamda bit var"ı okurken, yeniden tanıdım ben... 80 darbesini, o günleri bir de onun kaleminden okurken, o idamlar, gencecik insanlar.. İtiraf edeyim dün başladım durduk yere ağlamaya. 45 sene sonra insan ağlar mı yahu? Ağlar ama bugünlerle gördüğü paralelliğe ağlar....

Dün 80'lerde hukuk fakültesini bitirmiş bir amca ile sohbet ettik biraz. Benzerliklerden bahsedince ben, "hayır çok farklı" dedi hemen. "O zamanlarda insanlar memleketi kurtarmayı düşünüyordu, toplumsal nedenler vardı. Oysa şimdi, kişisel özgürlüklerini kurtarma peşindeler" dedi... 

Doğru. Maalesef. Yani idelojilerin ölmesi anlamında maalesef'in yanında bir de "kendi paçasını kartarma, diğerlerini yara yara öne geçme" anlamında da maalesef.. 

Sanatçı diyor mesela, bir ideolojisi, duruşu olan insan olmalıdır... Sanatçının yaşamı duruşu görüşleri, her şeyi politiktir..

Ben de buna inanıyorum. Politik demezdim ben, ideolojiktir derdim ama evet, sanatçının toplumdan birkaç basım üstte durmalıdır bence de....... Duran kaç kişi var peki? İşte bunun yasını tutuyorum.

Hamiş. Fotoğrafın gerçek olmadığını söylemişti ailem bana Yol'u bir çocuk olarak izlerken. Elbette öldürülmemişti o at, ne oyuncu atlar vardı, bilmiyor muydum?! Onlar yere serilip ölme numarası yaparlardı....... Gerçeği Anne kafamda bit var'da okudum ben 45 yaşımda...... Bir posta da ona ağladım.

1 Ekim 2025 Çarşamba

Ekim 1 Güzeli

Komşum bu sabah bırakmış pencereme. 

Daha dün konuşmuştuk, bu sene çok güzel üzüm ve elma oldu bahçelerde diye.. 

Ufacık incelikler, insana nasıl da kocaman mutluluklar veriyor..

İnceliklerle gel ve geç sevgili Ekim..