Sana bir sır vereyim mi... Ben deli bir Kurt Wallander (Henning Mankell'in ünlü dedektif karakteri) hayranıyım. Ama öyle böyle değil. Deli gibi. Tabii ki beni iyi tanıyorsan, bu senin için sürpriz değil; Wallander'daki 'varoluşsal krizin' anında tutkunu olacağımı kolayca tahmin edersin.. :))
Romanlar bir yana, tv'deki versiyonlarını da tutkuyla izledim, hatta vakti zamanında Kenneth Branagh'ya platonik aşklar falan bile besledim :)) Fakat Emma Thompson gibi muhteşem bir yaratığı boynuzlaması ve üstüne de Hercule Poirot'u oynamaya kalkması, bu hislerimi puf diye söndürdü.. Fakat evet, Wallander olarak Kenneth Branagh'yı da, her şeye rağmen tek geçerim. Geçer..dim.
Ta ki geçenlerde tutkuyla izlediğim Genç Wallander serisinin yıldızı Adam Pallson'a denk gelene dek. Bence Wallander'i Wallander olma yolunda çok ama çok iyi canlandırmış - ve yine bir İsveçli'ye geri ide ederek karakteri, çok da iyi yapmışlar.... Tırnaklarını yiyişi, Josef'ten öğrendikleri, opera müziğine tutkusunun gelişimi, alkol problemi, hepsi adım adım şahane işlenmiş; aynı İsveç sinizmi de devam ediyor. Pallson'un genç ve deneyimsiz genel duruşu ve masum maviş gözleri, Barnagh'nın olgun ve oturmuş duruşu ve derin mavi gözleriyle şahane uyumlu... E daha ne olsun? Vallahi tebrikler. Çok sevdim. Wallander tutkunuysan, şiddetle öneriyorum... 2 sezoncuk olması ve Josef'i fazla göremememiz dışında hiçbir eleştirim yok.
Bu arada değinmezsem çatlarım; Poirot'nun gözleri 'bir kedininki gibi pırıl pırıl parlayan bir yeşil'dir yahu, Agatha defaatle, kafamıza çaka çaka tekrar eder kitapların her birinde; asla mavi değildir, olamaz..... Mavi gözlü Poirot!!! Hiç olmamış, Barnagh bu işe girişmeyip gönlümüzün Wallander'ı olarak kalıverseymiş keşke.... Ah keşke.