30 Haziran 2025 Pazartesi

Pazartesi Masalı - 27

Bu haftanın masalı bana çok iyi geldi... Çok! 

27: Ayak İzleri

Bir hayat boyu yürüyüp, sonsuzluk okyanusunun kıyısına gelmişti. Boşluğa, sonsuz okyanusa ve dalgaların izine baktı. O sırada, gerisinde ayak izlerini gördü. Kumda kendine ait olanlar ve tam yanında bir çift ayak izi daha. Etrafta kimse yoktu, yalnız yürümüştü.. Gözleriyle görebileceği en uzak noktaya baktı, o izler hep yanındaydı, hiç yalnız yürümemişti! Hayatının tüm önemli anlarını gözden geçirerek geriye yürüdü ve bu gizemli ayak izlerine çoğu yerde rastladı. Hayatının her noktasında yanında, ona eşlik ve tanıklık eden biri vardı! Bunu anlayınca içini derin bir sevgi kapladı. Bir melek tarafından korunup kollandığını sık sık hissetmişti. Sanki sevgi dolu bir varlık onu takip ediyor gibi gelirdi ona hep, şimdi bunun doğruluğunu görmüştü. 

Sonra biraz daha yakından baktı ve durumun her zaman böyle olmadığını gördü. Bazen ayak izleri kaybolmuştu, bu dönemlerin hep hayatının "zor zamanlarına" denk geldiğini fark edince aklı karıştı ve sitem duydu: "Neden? Neden ihtiyacım olduğunda yanımda değildin?" diye isyan etti. 

Kalbinin derinliklerinden cevabı duydu: "Her zaman seninleydim.. Yoldaki her adımında. Hayat yolunda artık yenildiğini hissettiğin anlarda, seni ben taşıdım, onlar senin değil, benim ayak izlerim.."

Kıssadan Hisse:

Ben bu masalı Tanrı'nın en yalnız, en zorda hissettiğimizde bile yanımızda olmasına bağladım. Artık devam edemeyeceğim dediğimiz her an, aslında o bizi yeniden kaldırdı, yeniden yola koydu, yürümemizi sağladı. Kendimizi en yalnız hissettiğimizde bile yalnız değiliz, Tanrı hep kalbimizde, yanımızda..

Yazarın yorumu daha farklı ama o da güzel; en yalnız hissettiğimiz anda bile yalnız değiliz, dünyadaki diğer tüm canlılarla bağlantı halindeyiz. Bu bağlantılar kalp ve ruh enerjisiyle mümkün. Fakat son zamanlarda aklımızı karıştıran ve bu bağlantıyı görmemizi engelleyen çok fazla gürültü var. Mesela medya teknolojileri geliştikçe, kendimizi her an herşeyden bilgi sahibi olma halinde buluyoruz. Bu da bizim asıl bağlantılarımızı zayıflatıyor. Sürekli sosyal medyada ne olduğunu takip etme zorunluluğu FOMO - gündemi kaçırma korkusunu tetikliyor, bu da aslında, gerçeklikten daha fazla kopmamızı sağlıyor. Sürekli haberleri ya da sosyal medyayı takip edersek, gerçekte bizim için asıl önemli olan insanları, ilişkileri, duygu ve hisleri kaçırırız.. Medya bağlılığı, gerçek evren ile (doğa, hayvanlar, en yakınlarımız, asıl sosyal çevremiz) aramızdaki bağı engeller. 

Gerçekten yazar bu konuda haklı. Çok tuhaf ama hiç tanımadığı birinin acısına empati yaparken, en yakınında kendi çocuğunun ya da yakın dostunun acısını fark edemeyenlerle doldu dünya! Bambaşka bir ülkedeki depreme ağlarken, kendi sokağındaki evsizi göremeyenlerle doldu.. Ülkenin güneyindeki orman yangınına üzülüp, kendi sokağındaki parkın çöplerle dolmasına dikkat bile etmeyenlerle......

Haftanın iki görevi:

1. Deniz kenarındaysan denize dümdüz uzan. Bahçen varsa bahçene. Balkonun varsa balkon zeminine ya da hiçbiri yoksa evinin salonunun orta yerine uzan. Gözlerini kapat ve tüm vücudunun suyla, toprakla ya da zemindeki halı veya parkeyle nasıl bağlantıda olduğunu hissetmeye çalış. 

2. Bir kağıda, sana dokunmuş olan tüm insanları yaz, sevdiklerini, seni sevenleri, hiç tanımadığın ama yazılarıyla sana güç ve mutluluk vermiş olanları, ya da resimleriyle, heykelleriyle, müzikleriyle.. Tanıdığın hayvanları, hatta ağaçları ve bitkileri de unutma! Bu kağıdı sakla ve kalbine yeni giren herkes ve herşeyi o sayfaya ekle..

"Sanki ayaklarınla yeryüzünü öpüyormuşçasına yürü" - Thich Nhat Hanh.

23 Haziran 2025 Pazartesi

Pazartesi Masalı - 26

İkide bir ve Birde iki arasında Pazartesi Masalı ister istemez kaynadı :) Bunca hafta içinde en sevdiğim masalı alıp, devam edeyim diyorum..


23: Mağaradan bir Ders

Aydınlanmaya ulaşmak isteyen bir öğrenci kendisini bir mağarada inzivaya çekmiş ve ustası bu kararını tek bir şartla onaylamış: her ay bana gelişimin hakkında bir cümle haber yollayacaksın. İlk ay öğrenci ustasına "kalbimin bin yapraklı bir çiçek gibi açıldığını hissediyorum" yazılı notu yollamış. Usta yüzünü ekşilmiş, notu buruşturup atmış. İkinci ay "Kalbim evrenin kalbinin küçük bir parçası" notu yine çöpü boylamış. Üçüncü ay "evren bana birlik dalgaları yolluyor", yine çöp. "Evren benim aracılığımla benimle konuşuyor" Çöp. "Her şey bir, hem bir zerre, hem de yaratıcıyım" hooop yine Çöp.

Artık usta öğrencinin gelişiminden umudunu kesecekken, o ay hiç not gelmemiş! Meraklanan usta, öğrencisine bir hatırlatma yollayıp aylık raporunu sorunca, şu cevap gelmiş: "Kimin umurunda....."

"Sonunda!" diye bağırmış Usta, "sonunda anladı" :))))

Kıssadan Hisse: Çabalama. Aşmaya çalıştığın sınırlar, aslında hiç varolmamış olabilir mi? Bazen ilerlemek için gereken, çabalamaktan vaz geçmektir. 

Haftanın Görevi: Mola ver. Günlük hayatında sürekli yinelenen eylemlerden birini seç. Örneğin yemek yapmak, ibadet etmek, çocuğunla ilgili bir süredir sürekli hale gelen bir endişeyi yaşamak. Bu eylemi yaparken, bir dakikalık bir mola ver, derin bir nefes al ve kendine hatırlat: "Kendimden hoşnutum ve herşey olması gerektiği gibi. Şu yaşadığım an tümüyle tatmin edici ve tam olması gerektiği gibi."

21 Haziran 2025 Cumartesi

Birde iki - 13

Bugün canım biraz sıkkın. Benim de hocam olan, Betül Mardin’le başbaşa bırakayım seni..

“Ölümden sonra yaşamak istiyorsan, günlük tut. O küçük notlar, hem kendi hayatının tanıklığı, hem de yarına kalan bir bilgi kaynağı. Mesela benim babam, hiç düşünmeden 60 sene boyunca her gün Ece Ajanda'sına o gün olanları yazmış. Hâlâ açıp okuyorum ve çok faydalanıyorum.”

19 Haziran 2025 Perşembe

Birde iki - 12

Bir “paylaşımım” olacak ama çok tatlı 🥰 

Bu ağacın adı “Floş Ağacı” ya da İpek Ağacı’ymış. Ben hayatımda ilk defa Antalya’da otelin bahçesinde gördüm. Sana da göstermek istedim bu güzelliği!


Endemik ağaçlardanmış ve “Maymun tırmanmaz” da denirmiş :)) Maymunu bırak kimsenin tırmanmaması için nasıl da evrimleşmiş dikenleri baksana:


Dikenler de yetmemiş, pek kıymetli tohumlarını yumuşacık pamuklara sarmış sarmalamış! Fırtınada yerlere dökülünce, hemen elime alıp inceledim, aslında öyle kolayca gagalanacak kırılacak bir kabuğu yok, çok sert bir tohum. Ama “anne ağaç” kıyamamış evlatlarına, koruma üstüne koruma yapmış! Ve belki de fazla koruma nedeniyle, kendi türünü tüketmiş! Tam bir “anlayana; hayat dersi”…….



İki tohumu cebe attım, botanikten anlayan birini bulur bulmaz vereceğim, kendime güvenmiyorum, beceremem ben bu aşırı hassas yavruları büyütmeyi :)) İddialı olanımız varsa birini yollayabilirim.

Bunlar da google’dan çiçekli hali ve meyve verip, o meyvenin pamuğa dönüşmesi ve tohumun etrafa yumuşakça taşınması için yaptıkları.. Bu arada pamuğu da o kadar yumuşak ki, tekstilde kullanılıyormuş..


15 Haziran 2025 Pazar

Birde iki - 10

Fazla inancın sonu da inançsızlığa varıyor, dedi, okuması için verdiğim kısa menkıbeyi tartışırken. Her sistemin sonu kaos ve anlamsızlık gibi görünüyor ona. Nihilizmi bu nedenle baştacı ediyor. 

Bense henüz birleştirme, tekleştirme, tamamlama ve bütünleşme aşamasında olduğum için, ateşli bir şekilde karşı çıkıyorum. Bu ateşimi seviyor, öyle diyor. Biraz da, şu yaşımda bana hâlâ ufaklık gözüyle baktığı için belki..

Nihilizmden sonra ne var peki, diye sorduğumda, bu nedenle, gülüyor. Bense herşeyin yeniden, en baştan başlaması, demesini umuyorum…

Demiyor.


Daha derin okumalı..

11 Haziran 2025 Çarşamba

Birde iki - 8

Dün babamla oturup beyaz şarap içerken ve ağır ağır inmekte olan günü - Ahmet Haşim’i de bolca anarak idrak ederken, çok mutlu hissettim ve dedim ki babama: “şimdi şurda ölsem, mutlu ölürüm”. Sonra işte hayatın belli yaştan sonra “tekrar” gibi göründüğünden, artık dünyayı az çok anladığın bir yaşı geçince, insanın bir tür huzur duyduğundan falan konuştuk. Babam “insanı çözdük, hayatın da bir anlamı yok” deyip güldürdü bizi, fakat aslında hayatın tek anlamının o an olduğunu, bu farkında olma, içinde olma, huzurda ve müteşekkir olma anı olduğunu düşünerek, kendi farklı dünyalarımızda bir araya geldiğimiz bu “temas” anlarına ait huzurla, mutlandık..

İnsanı ve hayatın anlamını çözmek mümkün değil. Zaten çözülse, sanırım kimse devam edecek gücü de bulamazdı. O bilinmezlik, hayatı yaşamaya değer kılıyor..

Ama yine de hepimiz için, hayat, kişiye özelve bazen birbiri içinde bütünleşmiş, biricik anlamlar bütünü. Hayatın anlamı yok diyenler, sadece göremeyenler.. 

Benim için anlam, ya da diğer değişle beni hayatta tutan gaye, ya da diğer değişle “tamamlanmayan liste” şu: 

1. Çocuklarımın kendi ayakları üzerinde durabilecek olgunluğa geldiğini görmek (kızım için buna ulaştım ulaşacağım çok az kaldı, oğlum için daha biraz var)

2. Kendimi törpülemek, yanlış ve eksik bulduğum yanlarımı düzeltebilmek (çok çalışıyorum ve çok yol aldım ama henüz hamım, özellikle öfkelenip ani tepkiler vermek sonra da pişman olmak konusunda, şefkat konusunda)

3. Yaşanılan anın keyfini çıkartmak, hakkını vermek (şahane bir gözlemciyim fakat gözlemlediklerimi aktarmam, bir anlama büründürmem, bir kolaj, henüz olmadı yapamadım, bu beni biraz üzüyor, izle izle eee sonuç? yani)

Evet bunlar önemli… Hayatın anlamı da, beni “şimdi ölmeyeyim aman, henüz bunlar tamamlanmadı” diye düşündüren ve hayatta tutanlar da bu üçü..

Sende neler eksik gibi duruyor henüz? Neyle bağlısın hayata?

9 Haziran 2025 Pazartesi

Birde iki - 7

Hayır hayır. Dünkü ikilemdeki doğru soru; Tanrı'nın var olup olmadığından ziyade, Tanrı'nın bir varlık mı, hâl ya da durum mu olduğu. 

Belki de.


"Bu resmi görünce hemen seni hatırladım" diye yollayan sevgili İ.'ye de, güzel görüşü için teşekkürler <3 Hakikaten ben de beni hatırladım :)

3 Haziran 2025 Salı

Birde iki - 4

Dünkü yazıda, orta yaşlarımızdaki arkadaşlıkları ele almıştım. Grup arkadaşlığı ve birebir arkadaşlıkları yazmıştım ama bir de sanal arkadaşlıklar var.. 

Ben seviyorum sanal arkadaşlıkları. İsmini cismini bilmediğin biriyle bir sürü şey paylaşabiliyorsun. Fakat genellikle bir sınır oluyor bu tip ilişkilerde ve onun aşılmaması gerekiyor bence. Çünkü o sınır ihlal edilirse, gereğinden fazla şeyi aslında hiç tanımadığın biriyle paylaşmış oluyorsun.. Benim genel bir kuralım var; sanal ilişkilerde o çizgiyi aşmak istediğim an, o insanla yüzyüze görüşürüm. Eğer yüzyüze görüştüğümde de aynı sıcaklığı hissediyorsam, o zaman o insan artık "sanal"ı gider, "arkadaş" hanesine yazılır.. 


Sanal arkadaşlıklarda bu kuralı öğrenmeden önce, çok dilim yandı maalesef.. Bir sürü şey paylaşıp sonra "aaa hiç göründüğü insan değilmiiiiş"le kalakaldığım birkaç deneyim oldu. İnsanlar sanal ortamlarda göstermek istedikleri yüzlerini yazıp paylaşıyorlar ve asıl oldukları yüzü saklayabiliyorlar. Ama yüzyüze gelince, ortaya çıkıyor hanya da konya da.. 

İnsanlar gözlerimin içine bakıp bana asla yalan söyleyemez diyemem, söylerler. Ben kül yutmaz değilim pek, yutarım. Fakat içgüdülerim güçlüdür, bir iki sefer görüştükten sonra "içimde oturmayan bir şey var" hissi duyduğum an, artık uzaklaşıyorum çünkü o oturmayan şey "samimiyetsizlik" ve eninde sonunda beni zedeliyor.

Demek ki; grup olsun, tekli ilişkiler olsun, sanal olsun, benim için güven çok önemli.... Yarın oradan devam ederiz o zaman :))

1 Haziran 2025 Pazar

Birde iki - 3

Anne olmak dedim dün bu yazıyla. Zor dedim. Çocuk büyüdükçe de zorlaşıyor, dedim..

Hep böyle miydi sence? Yani doğal olan bir şeyi, biraz da biz, modern çağın kadınları, zorlaştırdık gibime geliyor. Çocuk sayısı düştükçe, çocuğa ilgi arttı mutlaka fakat bir noktada bu ilginin hastalıklı bir bağlılık halini aldığını düşünüyorum. 

Çocukluğumu hatırlıyorum da.. Ananem büyüttü beni ve benimle hiç oturup da oyun oynadığını hatırlamıyorum. O kendi dünyasında olurdu (bazen ev işleri ama genellikle sosyal aktiviteler) benim de önüme - hiç abartmıyorum - bir kutu düğme atardı ve ben saatlerce o düğmeleri bir ileri bir geri iteler, evcilikler, düşsel hikayeler, maceralar yaşardım..... "Anane sıkıldım...", "Sıkı can iyidir, kolay çıkmaz.", "Peki..." Gider bahçede zaman geçirirdim, karıncaları izlerdim... Acıktım desem zeytinyağlı yeşil börülce yemeği... 

Şimdi düşününce, börülce yiyen, peki diyen, rüya gibi çocukmuşum :)))) Ama bence asıl iş bende değil, ananemin rahatlığındaymış.. "Çocuğa yetebiliyor muyum, sevgimi hissettirebiliyor muyum, ona iyi bir eğitim veriyor muyum, doğru besliyor muyum? Börülce yer mi?" gibi bir derdi yoktu ananemin... Çocuk doğal bir koluydu hayatın ama çocuğu merkezine almamıştı hayatının. "Merkezde" değildim ama çok sevildiğimi, özen gösterildiğimi hissederdim yine de......

İşte doğru olan annelik tarzı bence bu..

"İki kalp arasında en kısa yol: Birbirine uzanmış ve zaman zaman ancak parmak uçlarıyla değebilen iki kol" - Cemal Süreya.

İstediğim, ama sık sık girdiğim endişe bulutları altında asla yapamadığım annelik de bu..... Gördüğün gibi; yine bir ikilem, yine ben ortasında.....

Ananemin "sedir"i.. Karaburun.
3 yaş civarı, yıl 1982 olsa gerek..