20 Temmuz 2025 Pazar

Dalgalar - 2

Dünkü yazıya ek.

Bir de buzlu kahve denen bir şey var..... Bazı günler de o dalgaların üzerinden aşmama sadece koca bir bardak - yazsa buzlu - kahve yeterli olabiliyor :) Ama bir sırrı var bu işin de; sürekli kahve içip vücudu kafeine alıştırdıysan, hiçbir işe yaramıyor bu teknik. Ama benim gibi sürekli kafeinsiz kahve içip, ayda yılda bir "bugünkü dalga beni aşıyor, devrileceğimi hissediyorum" anlarında dikiyorsan kafaya... BUM! 1920'lerdeki kokaine denk :))) Seviyorum bu hissi merkez!


En basitinden ve ucuzundan evde şahane buzlu kahve tarifi: 1 yemek kaşığı nescafeyi yarım kahve fincanı kadar kaynar suyla erit, önceden 2/3ünü buzla doldurduğun bardağa soğuk su, süt ve şeker oranını kendince ayarlayarak, en üste kahve gelecek (ve fotodaki gibi yavaş yavaş alta doğru eriyecek şekilde) dök.. Enfes ki ne enfes, afiyet olsun!

19 Temmuz 2025 Cumartesi

Dalgalar

Bazı günler üzerimden aşıp geçiyor, ben suyun altında debelenirken.... Oysa dalgalarla başa çıkabilmenin iki yöntemi olduğunu çocukken deneyerek, kan revan içinde kalarak öğrenmemiş miydim ben? İlki; benim o güne dek tek yöntem sandığım, üzerinden atlamak... Bu küçük dalgalar için geçerli, keyifli bir oyundur... 

Photo by Pixabay: link

Ama bir de, ustalık gerektiren ikincisi var: dalga tam gelirken, dibe dalmak ve üzerinden geçip gitmesini beklemek... Özellikle büyük dalgalar için, bazen hayat kurtaran bir yöntemdir... Atlayarak aşacağım diye inat edersen, bu 5 yaşındaki kız çocuğuna olduğu gibi, önce alır seni havaya atar, sonra tutar kum zemine çarpar, dakikalarca kanarken burnun, asıl kırılan gururunu toplayamadığın için, içli içli ağlar durursun...

O nedenle, arada dibe dalmak, dibe batmak ve o koca dalganın üzerinden geçip gitmesini beklemek; iyidir.

18 Temmuz 2025 Cuma

Hayatı öğrenmek ne kadar zor yarabbi.

İnsanın yavrusu gibi, köpeğin de ilk 1-2 senesi aslında yavruluk.. Ortalama 7 insan yılı, 1 köpek yılına tekabül ediyor.. Bu iki senede aynen küçük çocuklar gibi, hayatı öğrenmeye çalışıyorlar onlar da..

Bugün mesela; dragonfly (helikopter böceği) avlarken kanala düşülürse, boğulunabileceğini öğrendi bizim yavru... Çimene çömelmiş, sana kanal videosu ve fotoğrafları çekiyordum, denklanşöre bastığım an şaaaap diye bir ses, aman çocuk suyun altına battı çıktı debeleniyor derken hop iki üç saniye içinde tuttum çektim çıkarttım. Böylece şaşkının hayatını kurtarmış oldum çünkü su oldukça derindi ve kıyıya tutunabileceği, tırmanabileceği hiçbir yer de yoktu.... 

Silkelenip kuruyunca ve olayın şoku geçince, teşekkür etti :) Ellerimi yaladı, ben de ona "aaaah be kızım, dur daha kim bilir kaç defa totonu nelerden kurtarmam gerekecek..." dedim.. Çünkü öyledir bu işler işte, hep öyledir...... Bazen birinin yanımızda olup totomuzu kurtarması gerekir...

*

Bir zaman geliyor, tam hah şimdi hayatı anlar gibi oluyorum, en azından birkaç mekanizma nasıl işliyor öğrendim derkeeeeen, süreniz dolmuştur haydi yallah.........

Neyse bırakalım bunları da, senin için çektiğim fotoğraf ve videoyu ekleyeyim.. Sesi de aç.. Çok güzel değil mi? Gelsen giderdik, kenarında piknik yapar, ayaklarımızı Alplerden gelen tertemiz buz gibi suya sallardık.... Gelirsin belki...

17 Temmuz 2025 Perşembe

Manastıra kapanmak

Yaşadığım şehre yakın vipassana (sessizlik yogası) kampları arıyorum. Trenle 3 saat uzaklıkta bir manastırda buldum. Fiyatı tuzlu geldi. Kendime kızdım; cebimde akreple vipassana mı olur...? Ama zen meditasyonun bu kadar yüksek meblada sunulması da, ne bileyim..... İşin mantığına ters gibi geldi... 

Açtım booking.com'u, yalnız başıma, dağ tepelerinde, oda kahvaltı bir haftasonu bakınıyorum.... Manastıra kapanacağıma, dağlara açılayım....... Hem çok daha ucuz, hem de kapanmalı değil açılmalı bir aktivite...... 

Hoş insanın ikisine de ihtiyacı oluyor; manastıra kapanmak ve dağlara açılmak yani.... Birinden birini seçmek ne zor.

Sen hangisini seçerdin?

manastırın zen bahçesi

16 Temmuz 2025 Çarşamba

Güzel vakit geçirmek

Brownian, “amaç güzel vakit geçirmek” demiş de yorumunda, uzun konu.. Kısaca geçmek yerine blog postu yapayım dedim. 

Genel anlamıyla insan ilişkilerinde "birlikte güzel vakit geçirmek" hakikaten asıl amaç mıdır? Çünkü hiç öyle olduğunu düşünmemiştim ben. Amaç değil de, araçlardan biridir gibi gelir bana.. 

Biriyle güzel vakit geçirmek, birlikte anlamlı bir şeyler (sohbet olsun, ürün olsun, etkileşim olsun) yaratmak, bilgi ve deneyim alışverişi, hayatı farklı yönlerinden görebilme şansı edinmek vs.vs. gibi gelir bana insan ilişkilerinin araçları. Ama amaç; bence birlikte gelişmektir.. Yani salt iyi vakit geçiriyorum diye asla o ilişkiyi anlamlı bulmadım ben... Aksine, beni "dönüştürmüyorsa", vakit güzel geçmiş, ne işe yarar? Fazla Kafkavari..

Fakat Brownian'ın önermesi doğru da olabilir.. Çünkü düşündüm de misal annemle salt güzel vakit geçirmeye odaklı yaşamayı başarabilseydik, daha farklı olabilirdi ilişkimiz. Oysa o beni hayata başarılı bir şekilde yetiştirmeye uğraştı.. Yani amaç o kadar beni "dönüştürmek"ti ki, sırf bu nedenle, kendi başarı tanımımı bile ancak kırk yaşımdan sonra yapmaya cesaret edebildim... 

Belki de bu nedenle, 13 yaşında cesaret etmen gerekenlere 40 yaşında cesaret edince yani, ayağımın altındaki cam zemin yerle bir oldu ve tüm kavramlar ve karşıtları içiçe geçti.. Belki bu nedenle bu kadar karışığım; başarı ne, sevgi ne, şefkat ne, amaç ne, bu nedenle karman çorman.....

Bilmiyorum.

son çilekler artık...
çilekli mascarpone yaptım: çocuklara değil, çocuklarla :)

15 Temmuz 2025 Salı

Almak ve olmak

Dün analizden eve dönerken, sonunda cesaret edip fotoğrafını çektim:

Tam boyutları görülmüyor ama çok büyük bir ev ve mükemmel bir çim üzerinde mükemmel bir trambolin. Bir senedir haftanın en az iki üç günü ve farklı saatlerde önünden geçiyorum. Asla 1 adet bile çocuk görmedim bu bahçede, trambolin hep böyle, mükemmel ve yapayalnız, öylece duruyor... 

İki sene önce biz de ikinci el bir trambolin aldığımız için biliyorum, bu fotoğraftaki, trambolinler arasında en iyi marka ve uçuk bir fiyatı var. Bizimkisi ise, 3 çocuklu bir aileden, çocuklarının büyümesi ve ilgilerini kaybetmeleri nedeniyle hakikaten cüzi bir meblaya ikinci el olarak alındı ve yaz kış demeden her gün, komşu çocuklar ve ziyarete gelen arkadaşlarla birlikte üzerinde atlanıyor, zıplanıyor, amuda kalkılıyor, parande atılıyor, hiçbir şey yapılmayan zamanlarda toplaşılıp fısır fısır konuşuluyor, kitap alıp uzanılıyor, hatta bazen uyuklanıyor ve de horlanıyor :) Tepe tepe kullanılıyor yani... 

Altındaki çimler kurudu, üzerinde birkaç delik var ama buna rağmen, komşunun mükemmel trambolininden çok daha güzel, çünkü yaşama dahil.... 

Bazı insanlar da bu trambolinler gibi; kimi biblo gibi fabrika ayarlarında, kimindeyse yaşanmışlıkların izleri, gedikleri, yaraları.. Sence hangisi daha “güzel”?

14 Temmuz 2025 Pazartesi

Pazartesi Masalı - 29

Bu seferki bir “Çingene Masalı”ymış :)

29: Şeytanın Doğuşu

Yaşlı Baba, bir gece gördüğü rüyadan öyle çok etkilendi ki, aldı eline çekicini, o dünyayı gerçekten yaratmaya koyuldu. Bazı günler heyecan ve beklentiyle çalışıyor, o günü çok dolu ve üretken geçiyordu. Bazı günlerse hayal kırıklığı yaşıyordu; mesela tek boynuzlunun tek boynuzunu bir türlü yapıştıramıyor, öfkeleniyordu :)

Yine böyle hiçbir şeyi hayalindeki gibi yapamadığı bir gün, herşey gerçekdışı ve mantıksız göründü ve Yaşlı Baba öfkeyle çekicini fırlatıp attı. Çekicin denk geldiği kaya parçasından, şeytan oluştu..

Kıssadan Hisse :

Şeytan; hayal kırıklıklarımızdan, bıkkınlık ve çaresizliklerimizden doğar. 

Kendimizi sürekli olumlu hissetmeye zorlamak; hayal kırıklıklarımızı, üzüntümüzü, umutsuzluğumuzu bastırmamıza neden olur ve bunlar eninde sonunda öfkeyi yaratır. Hayal kırıklığımızın bizi ele geçirip “biz” haline gelmeden, onu anlamaya çalışmamız bu nedenle önemlidir.

Haftanın ödevleri

Hayal kırıklığını, üzüntünü ve öfkeni rahatça ifade edebildiğin bir alanın var mı?

Böyle bir alanın yoksa, olumsuz duygularını nasıl ifade edebiliyorsun? Öfke ile mi, savaşarak mı, kaçarak ya da görmezden gelerek mi, kendin de olumsuzluğu besleyerek (yangına körükle giderek) mi, başkalarından yardım isteyerek mi? Yoksa daha doğru bir bakış açısına kavuşabilmek için, biraz geri çekilebilmeyi başarıyor musun?

Kendine son derece anlayışlı bir anne ya da babaymışçasına mektup yaz. Bırak içindeki ebeveyn her şeyi; başarılarını, duygularını, gelişen yanlarını kutlasın (bak övünç değil bu dikkat! Kutlama). Bu mektubu bir zarfa koyup yapıştır ve en çok ihtiyacın olan zamanda aç. 

Aylin Balboa’nın ağaç evindeki masasının üstü nasıl böyle bomboş?!

Haftanın aydınlanması: 

Bak bu noktada ben Türkiyedeki sevdiklerimin, umutsuzluklarını arttırdığı halde, neden sürekli gündemi takip etme ihtiyacı içinde olduklarını sonunda anladım. Çünkü hayal kırıklığı ve öfkelerini özgürce, korkusuzca ve rahatça ifade edebildikleri bir alana sahip değiller......

Peki bunun ne kadarı dışımızdaki zorbalıkla, ne kadarı ise, kendimizi çekip doğru bakış açısına kavuşabilmek yerine, işte bu yukarıdaki 5 yararsız savunma yöntemini inatla kullanmamızla ilişkili? O alanı neden kendimiz açamıyoruz (sanatla, yazıyla, zanaatla, doğayla, gönüllü projelerle vs) da hep başkası bizim için açsın (misal yeni Atatürkler, yeni bir Baba, peygamber hatta Allah) biz de rahat rahat yürüyelim istiyoruz? Biz Türkler değişimin bizzat kendimizle başladığını anlamayı neden başaramıyoruz? Bir düşünmeli bunu..

Lütfen (sevgili kendim ve sevdiklerim) bir alan açalım kendimize..... Ve kendimizi o alana doğru, geriye çekelim. Çok geç olmadan yapalım evet..

13 Temmuz 2025 Pazar

Sakin geçen gün.

Ve üçlemenin sonuncusu; sakin gün.

Günün yarısını bahçedeki salıncakta kitap okuyarak geçirdim ve öğle uykusu denen ustalık sanatını icra ettim. Diğer yarısını ise, en son keşfettiğim şu bloğun içinde çok büyük keyifle gezinerek, sorduğu soruları düşünerek, hak vererek ya da karşıt duygular hissederek geçirdim. 

Yıllardır yazan blogları böyle yıllar sonra keşfetmiş olunca da, ne bileyim, hem utanıyorum, hem seviniyorum, tuhaf bir duygu..... Sanırım iki aydır "her gün yazanlar" güruhuna eklenmiş kendisi de, o nedenle ilgini çekebileceğini düşünerek, paylaşmak istedim. 

Şimdi ise, bir yandan Berlin tayfasının dönmesini "bekliyor", bir yandan da A Man in Full'u izliyorum. Erkek olmanın da zorlukları varmış hakikaten, testosteron da başa bela bir başka hormon aslında....... 

Hormon bilimi hakkında ne kadar az şey biliyoruz ve üstelik, hayatımız üzerinde ne kadar büyük bir gücü olduğunun farkında bile değiliz! Bu beni biraz umutsuzluğa itiyor, belki de günün birinde, sis perdesi kalkınca, gerçekten sadece bir makine olduğumuzu fark edeceğiz.. Ve dışarıdan ufak bir müdahaleyle, onu azalt bunu arttır düğmesiyle, ne kadar çok şeyi değiştirebileceğimizi de keşfedeceğiz. Bu büyük bir devrim olacak mutlaka. İyi yönde mi, daha da kötü yönde mi; işte ondan emin değilim... 

12 Temmuz 2025 Cumartesi

Tarlalarda geçen gün.

Bugün de, düne inat, 7 saat eve girmedim. Söz verdiğim gibi çiçek topladım.

Az söz, bol fotoğraf, bugüne şükür mahiyetinde..





11 Temmuz 2025 Cuma

Temizlikle geçen gün.

Günün tortusu 7 saat süren temizlik maratonuydu. Çıldırmış olmalıyım.. Eş zamanlı olarak, önce Peyami Safa'dan Dokuzuncu Hariciye Koğuşu'nu, sonra Stefan Zweig'tan Gömülü Şamdan'ı dinledim. 

İlki malum bizim öğrenciliğimizde ortaokul okuma listesinde ilk sıralardaydı - sadece okulu anımsattığı için değil, hakikaten kötü yazılmış, kesik bir kitap olduğunu düşündüm. Zweig ise, bu sıralar Yahudilik hakkında hakikaten içim hiçbir şey almadığı halde, dinletti kendini.. Belki de bedenen bir odaya sıkışmış olmanın haleti ruhiyesine karşıt, Şamdan'ın akıbetini takip etmek bana iyi geldi....

Gün bundan ibaretti. 

Yarın ev dışına çıkmaya söz veriyorum. 

Çiçek toplamak istiyorum tarlalardan..... 

Evet.

10 Temmuz 2025 Perşembe

Pencere

Ömrümüz pencere önündeki ebedi bir bekleyiş olsaydı ve durgun bir duman gibi orada hep kalabilseydik, alacakaranlık tepelerin eğimlerini hep aynı biçimde sızlatsaydı.. demiş Fernando Pessoa, elbette Huzursuzluğun Kitabı’nda, mümkün olsaydı şu adama bakarak, keşke bugün.



9 Temmuz 2025 Çarşamba

Neden?

Dün Meskalin 60 draje'de okudum: "şunun için yazıyorum; hayata yeni bir dil bulmak için, hayatın bu olmadığını bildiğim için." demiş Murathan Mungan. 

Malum "neden, ne için yazıyorsunuz?", yazan herkese sorulan bir sorudur, klişelerin en başıdır.. Tutup da duvar ustasına, usta niye duvar örüyorsun denmez halbuki..... Aramıza neden duvarlar örüyorsun hiç denmez, dayak yersin.

Yazmak çizmek, baştan tuhaf eylemler olarak düşünüldüğünden olsa gerek, "neden?" diye sorma ihtiyacı duyuyor demek ki karşı taraf....

Karşı taraf da okuyan izleyen taraf mı gerçekten emin değilim çünkü okuyan kişi durup "şimdi bu adam bunu niye yazmış" diye mi düşünür yahu? Ne demek istemiş der, ama neden yazmış....? Der mi?

Sanmam.. 

Hatta.. Asıl soru şu bence: "yahu sen neden yazmıyorsun? sen nasıl durabiliyorsun yazmadan?" 

sinirli bir mungan :)

8 Temmuz 2025 Salı

Rüya

Gece rüyamda ananemi gördüm. Daha doğrusu görmedim, duydum. Telefonla konuştuk çünkü. İnsanın 12 sene önce yitirdiği sevdiğinin sesini rüyasında bile bu kadar net hatırlıyor olması ne şaşırtıcı ve ne güzel.. 

Ananem bana "ne zaman geliyorsun?" diye sordu görüşmenin sonlarında, uyanmadan hemen önce ve ben de ona "bu sene geç oldu ananeciğim, seneye geleyim" diye cevap verdim.. Şimdi buraya yazalım bakalım, sen de hatırla mutlaka, eğer ölürsem "malum olmuş kadına" der, gülümsersin :) 

En fazla 1 senem kaldıysa gerçekten, hmmmm, acaba neleri tamamlamak isterdim hayatımda?

Açıkcası düşündüm, taşındım. Tuhaf ama... Yok aslında hiçbir şey... Olan biteni kabullendiğim, istediğim şekilde olmayanlara öfke yerine üzüntü duyduğum bir dönemindeyim hayat yolunun. Açık kalmış ve cereyan yapan masallarım yok.. Düşmanım yok. Alış verişte eksik para üstüm yok.. Borçlarım elbet vardır ama yıllar içinde kurun erimesiyle eminim karşı taraf için de önemsiz hale gelen borçlardır bunlar.. Bazı ilişkilerimde daha çok hamdım, bilmeden, istemeden hatalarım oldu ama yıllar içinde hayat bunları bana burnumu sürte sürte öğretti; çoğunu aynen karşı tarafa yaşattığım şekliyle yaşayarak empati geliştirmemi sağladı yani tahterevallinin her iki tarafında da bulundum ve bu şekilde denge noktasını az çok öğrenebildim... Öğrenemediğim de çok şey var ama en azından ucundan kıyısından niyetlendim diyelim.. Her şeye yetemedim, ki zaten kim yetebildi... Ama evet... Sanırım hazırım aslında, bu bir sene içinde ölmeye de hazırım, yaşamaya da.. Hangisi denk gelirse, kabul etmeye de.... Bakalım.... Seneye çıkabilirsem :) Yazarım yine bu konuda... Çıkamazsam da söz ver, bu yazıyı hatırlayıp "kadının içine doğmuş" diyip, güleceksin, tamam mı?

7 Temmuz 2025 Pazartesi

Mutluluk ve öfke

Bugün de küçük kızımın doğum günü :) 20 sene önce giden köpeğimin yerine, hayat bana onu 20 sene sonra aynı gün vermiş... Belki daha önce verseydi, bu kadar hazır olmayacaktım.....

Yazar komşum C. uğradı ve tüylü bir peluş hayvan armağan etti ona. Bayıldı bizimki, orasını burasını dişliyor, çıkan viyyk sesine meftun. Bana da tek kişilik pasta getirmiş "baksana aynı bizim kızın pasta hali" diyerek :)) Hakikaten öyle...

Biz de bu fırsattan istifade bir kahve eşliğinde psikanaliz yaptık birbirimize. Geçen haftaki öfke krizimi anlattım ve bana kendisinin BİLE öfkelendiğini söyledi. Evet hiç bağırma çağırma huyu yokmuş ama sesim tizleşiyor dedi.... 

Gülümsedim. 

Sesim tizleşiyor........

C.'nin öfkede geldiği son nokta.

Bazı insanları böyle, bazı insanları da öyle yapan nedir acaba bu öfke konusunda........?

6 Temmuz 2025 Pazar

Devam..

Pembe partinin 23. Saati bitti, daha birkaç saat aynen  devam ediyoruz.. Hayatta kalırsam yarın normal hayatla devam ederiz.. 

Yüzme ✔️

Mini burger partisi ✔️

Aburcubur ve açıkbüfe haribo eşliğinde Film gösterimi ✔️

Pijamalı fener alayı (köpek korteji ile) ✔️

Yastık savaşı ve gece boyu süren sohbetler ✔️

Açık büfe kahvaltı keyfi ✔️

Sıradaki aktivite: cam vazo boyama, mokteyl atölyesi

Alman istiklal marşı, annelere teslim ve kapanış, yığılıp kalış..

Eşim “acaba yaşlanınca, ne güzel günlerdi diye mi hatırlayacağız?” diye sordu…… Bilemedim.

5 Temmuz 2025 Cumartesi

Piiink

Bugün, durumlar feci pembe. 

         O nedenle bana az müsaade..

Ben koştura koştura hazırlanırken, sizleri gençliğimizin Aerosmith'i ile başbaşa bırakıyorum; Piiiiiink is my new obsession, yeah! :))


4 Temmuz 2025 Cuma

İkilik, tek tiplilik, içimizdeki kavgalar

Öğretmene düşen; kendisine emanet edilmiş çocuk topluluğundan, birbirinden farklı pek çok çocuk yetiştirmektir. Alışılmış ve yaygın yolu izleyip tüm öğrencilerini tek tip insan olarak eğitmekle karşılaştırıldığında, içlerinde ikilik yaratıp onları birbiriyle boğuşan iki insana dönüştürmek yanlışına düşmesi, daha bağışlanabilir bir davranıştır.

Rainer Maria Rilke - Çünkü zordur sevgi

Bu sıralar bunun üzerinde çok düşünüyorum......

3 Temmuz 2025 Perşembe

Yalnızlık ihtiyacı

Birlikte olmaktan asla sıkılmadığım tek insan yine benim.. Bu çok tuhaf. En sevdiğim insanlara bile, 72 saatin üstüne çıkıldığında, sürekli tahammül edemiyorum. Sizde de böyle bir durum var mı, yoksa bu benim nevi şahsıma münhasır tuhaflıklarım arasında mı?

Bunu hissettirmiş olacağım ki, bir sevdiğimden "sen bizden sıkılıyorsun, normal bu tabii.." ya da "biz geldiğimizde seni yoruyor rahatsız ediyoruz" gibi bir yorum alınca, üzüldüm. Öyle bir durum söz konusu değil çünkü.. Sadece, alıştığım sistem bu... Çocukluktan beri kendimle başbaşa saatlerce kaldığım, şartlar nedeniyle kalmak zorunda olduğum zamanlar oldu ve ben bu sisteme alışmışım.. Bünye istiyor.. 

Bakıyorum da, çocukken kardeşlerle büyümüş, ergenken arkadaşlarla yoğun zaman geçirmiş, üniversiteyi aile yanında ya da yurt, ev gibi ortamlarda yine başkalarıyla geçirmiş, sonrasında da hemen evlenmiş insanların beni anlamaması (çünkü bunların hiçbirini yapmadım), kendimle başbaşa kalma ihtiyacımı da kendilerine karşı bir eylem sanmaları aslında anlaşılır bir durum... Ama keşke benim onları anladığım gibi, onların da beni, bu şeklimle, anlamaları mümkün olsa.......

Nietzsche ile bitirelim: "Tek başınalık, içimizdeki kalabalığın sesini duyabilmek için bir gerekliliktir."

2024 Mallorca.

Orijinali ise, Caspar David Friedrich "Der Wanderer" :)


Hatırlatma için Ekmekçi Kız'a teşekkürler.

2 Temmuz 2025 Çarşamba

İsimler

Pazartesi Masalı'nda önerilen listeyi yaptım bu sabah. A4 beyaz kağıdına.. Hayat yolunda bana dokunan tüm insanları yazmaya başladım. Aslında fikrim önem sırası vermeden, rastgele, bilinçakışıyla yazmaktı isimleri, bir bir. Fakat yapamadım. En önemli insanı ilk olarak yazıp, en ortaya koyunca, yapamayacağımı anladım...

Benim zihnim rastgele değil sistematik çalışıyormuş demek ki.. Kategorilere ihtiyaç duyuyormuş.. Bu egzersizde ilk fark ettiğim bu oldu. Bir aile bir arkadaş bir hayvan gibi gidemedi zihnim, önce en yakınlarım, sonra bir dış halka diye gitti. halka halka genişledi isimler kağıt üzerinde.. Fakat, mesela taaa çocukluğumdan bir isim gelince, onunla aynı dönemde hayatımda olan önemli isimleri de düşünüp ekleme ihtiyacı duydum. Sonra annemin arkadaşları, aslında ne kadar tanımış olabilirim ki, ama yine de benim için önemli isimler... 

Aklıma gelen herkesi yazmadım, biraz hile yaptım - şimdilik - ve sadece önemli izler bırakanları yazdım. Bunlar arasında hepsini ya seviyorum, ya bir dönem sevdim ama bir şekilde koptu ilişkimiz.. Onları yazdım.. Bana kazık atan, sevgimi boşa çalan, samimiyetinin gerçek olmadığını fark ettiklerimi ise yazmadım hiç.. Yokmuş gibi davrandım - belki şimdilik -

Sonra yol fenerlerimi de yazdım yani bazı öğretmenlerimi, terapistleri, arkadaşlarımın annelerini ve bir şekilde bana yol göstermiş olan kişileri, hatta bu gruba en sevdiğim dört beş yazarı da ekledim. Müzikyen, ressam, sanatçı eklemedim ama, nedense onları o kadar önemli bulmadım. Yazarlar kadar "dokunmamışlar" demek ki bana...

Sonra, aklıma başka isim gelmez oldu.. Belki önü sonu toplasam 100 ya da 120 isim var beyaz kağıdın üzerinde ve beyaz kağıdın yarısı boş.... Bu boşluk garip şekilde, yalnızlık değil de, "ama gelecekte tanıyacaklarım var daha, onlara yer ayırmalıyım" hissi verdi bana.... Tuhaf olan, misal en ortaya ufak bir kalp ve içine C. harfi çizdim ya, çevresi tabii en yakın ruhlarla dolu ama orada bile boşluklar var! Orada bile daha "yer" var.....

Kağıda bakınca, şuna da şaşırdım. Sanki bir hiyerarşi var gibi kağıtta... C. harfinin üstündekiler gerçekten kendimden üstte gördüklerim, hayat öğretmenleri (en üst sağ köşede Dostoyevski'nin olması mesela, altında birkaç ünlü psikolog, kendi analistim) kendimle eşit paraleldeki isimler kadar hayatımda dominant olan figürlerin üstte oluşu ve bazı çok sevdiğim ama ilişkide daha dominant olduğum kişilerin hafif alt kısımlarda oluşu, bunlar çok ilginç geldi bana çünkü bilinçsiz bir şekilde doldurduğumu sanıyordum kağıdı... 

Sağ üst genelde toplumsal figürler, sağ yan ve sol yan aile fakat Almanya sağda, Türkiye solda, anane en üstte, ev hayvanları sağda, en yakın dostlar sağda, eski sevgililer, iş arkadaşları, uzak akraba ve tanışlar solda, alt taraf aslında ilkokul ve çocukluk dönemi, aileyakınları, öğretmenlerim, komşu teyzeler, annemin arkadaşları, evimize yardıma gelen teyze.... Hep bunlar aslında beni desteklemiş, arkamı güçlendirmiş figürler... Çok ilginç... Çocukluk arkadaşları da alt sol. Peki üst sol?

Belki üst sol, gelecek... Henüz bilmediğim insanlar.. Henüz tanımadıklarım... Büyük beyaz bir boşluk.....

Çok ilginç geldi bu bana. Sen de yapsana, belki yazarsın bana ya da bloğuna.... ilginç......

Görseli sadece ilk başladığım haliyle ekledim, sonrası bana kalsın şimdilik..... :)

1 Temmuz 2025 Salı

Ters çocuk

Ters doğmuşum ben :) Dünyaya totoyu göstererek çıkmak da bir “duruş” sonuçta. Ama, ters doğan ters olur derler, hakikaten ters biriyim.. Herkes Mersin’e, ben tersine durumları..

Bu sabah, tam kahvaltı tepsimi aldım oturdum çalışma/yeme/blog yazma masama, bildim bileli diyet yapan (ama aslında dünyayı devasa bir yemekhane gibi görüp, onun şusu bunun busu ünlü bilen ve yemek yerken orgazmik bir zevk duyduğunu söyleyip duran ve bence tombikliğin de gayet güzel yakıştığı, hayat ve sağlık doluysa ne yani?!) bir arkadaşım, bana “eziyete bak, ama bu sefer olacak!” diye bol yeşillikli, şu yumurtanın dikine dört parçaya bölündüğü klasik diyet kahvaltısı fotoğrafı yollayınca…. gülümsedim.

Çünkü ben de kendime yalnızken ve keyfetmek istediğim zamanlarda bu “diyet? No diyet no diyet!” tabağı hazırlarım - ki bu sabah tam da öyle bir sabah :)) Ve bu sabah önümdeki tabak bu:


Ne diyeyim bilemedim. İnsanların diyet (eziyet) tabağı ile benim keyiftabağım aynı yahu.. Bir terslik var diyorum ben :))

Tersin böyle olsun bebeğimmm :)))

Günü entelektüel anlamda boş geçmemek için bir alıntı: “İnsan kendini bildi mi, herşeyi bildi demektir.” - Şems-i Tebrizi