19 Haziran 2025 Perşembe

Birde iki - 12

Bir “paylaşımım” olacak ama çok tatlı 🥰 

Bu ağacın adı “Floş Ağacı” ya da İpek Ağacı’ymış. Ben hayatımda ilk defa Antalya’da otelin bahçesinde gördüm. Sana da göstermek istedim bu güzelliği!


Endemik ağaçlardanmış ve “Maymun tırmanmaz” da denirmiş :)) Maymunu bırak kimsenin tırmanmaması için nasıl da evrimleşmiş dikenleri baksana:


Dikenler de yetmemiş, pek kıymetli tohumlarını yumuşacık pamuklara sarmış sarmalamış! Fırtınada yerlere dökülünce, hemen elime alıp inceledim, aslında öyle kolayca gagalanacak kırılacak bir kabuğu yok, çok sert bir tohum. Ama “anne ağaç” kıyamamış evlatlarına, koruma üstüne koruma yapmış! Ve belki de fazla koruma nedeniyle, kendi türünü tüketmiş! Tam bir “anlayana; hayat dersi”…….



İki tohumu cebe attım, botanikten anlayan birini bulur bulmaz vereceğim, kendime güvenmiyorum, beceremem ben bu aşırı hassas yavruları büyütmeyi :)) İddialı olanımız varsa birini yollayabilirim.

Bunlar da google’dan çiçekli hali ve meyve verip, o meyvenin pamuğa dönüşmesi ve tohumun etrafa yumuşakça taşınması için yaptıkları.. Bu arada pamuğu da o kadar yumuşak ki, tekstilde kullanılıyormuş..


17 Haziran 2025 Salı

Birde iki - 11

Dünkü öfke, bugün yerini neşeli bir arkadaşlığa bıraktı. Aslında beni öfkelendiren adamın goril davranışları değil, gayet sakin, huzurlu ve uyumlu ortamımızda kimsenin bu gorile karşı birleşmemesi, ortak düşman karşısında birlik oluşturmamasıydı.

Özetle: oluşturduk.

Goril alana girdi, böğürdü, biz iki kadın gözgöze gelip önce kıkırdadık sonra bildiğin güldük ve ben “kasabanın şerifi geldi” deyince de birden herkese sıçradı bu gülme hali.. Goril de öyle kalakaldı.. Günün geri kalanında herkes kankaya bağlamış, sohbet muhabbet gırla giderken gorilimiz de tek başına somurtarak oturmaktan sıkılıp çekip gitmişti.. 

Demek ki goriller bundan anlıyor, birinin cesaret edip işi mizaha dökmesi, gergin ortamı yumuşatması, sonra da gorili o neşeli çemberin dışına atıvermesi gerekiyor.. Darısı başımızdaki diğer gorillerin başına mı demeli ne demeli? 

Sence peki, sence ne yapmalı ki insanlar gorilin karşısında birlik olmanın önemini anlasınlar? Bu birlik ruhu, başka başka nasıl yaratılır sence?

15 Haziran 2025 Pazar

Birde iki - 10

Fazla inancın sonu da inançsızlığa varıyor, dedi, okuması için verdiğim kısa menkıbeyi tartışırken. Her sistemin sonu kaos ve anlamsızlık gibi görünüyor ona. Nihilizmi bu nedenle baştacı ediyor. 

Bense henüz birleştirme, tekleştirme, tamamlama ve bütünleşme aşamasında olduğum için, ateşli bir şekilde karşı çıkıyorum. Bu ateşimi seviyor, öyle diyor. Biraz da, şu yaşımda bana hâlâ ufaklık gözüyle baktığı için belki..

Nihilizmden sonra ne var peki, diye sorduğumda, bu nedenle, gülüyor. Bense herşeyin yeniden, en baştan başlaması, demesini umuyorum…

Demiyor.


Daha derin okumalı..

13 Haziran 2025 Cuma

Birde iki - 9

Siyah, uzun bir araçtayım. Yemyeşil, çam ormanı, upuzun bir yolda süzülüyorum. Solumda masmavi, uçsuz bucaksız, Akdeniz. Cenneti aramak anlamsız. Cennet bir an. O da bu an.

Bugün hakedilmiş bir “anın tadını çıkartmak”, yarın kaldığımız yerden devam :)

Dünyanın en güzel memleketi değil belki, ama benim için en güzeli, çoğumuz için olduğu gibi….

Hamiş. Haberlere bakmamıştım, bir nükleer savaşımız eksikti yahu.. Sinirlerim bozuldu. Tat bırakmadınız Allahın belaları…..

11 Haziran 2025 Çarşamba

Birde iki - 8

Dün babamla oturup beyaz şarap içerken ve ağır ağır inmekte olan günü - Ahmet Haşim’i de bolca anarak idrak ederken, çok mutlu hissettim ve dedim ki babama: “şimdi şurda ölsem, mutlu ölürüm”. Sonra işte hayatın belli yaştan sonra “tekrar” gibi göründüğünden, artık dünyayı az çok anladığın bir yaşı geçince, insanın bir tür huzur duyduğundan falan konuştuk. Babam “insanı çözdük, hayatın da bir anlamı yok” deyip güldürdü bizi, fakat aslında hayatın tek anlamının o an olduğunu, bu farkında olma, içinde olma, huzurda ve müteşekkir olma anı olduğunu düşünerek, kendi farklı dünyalarımızda bir araya geldiğimiz bu “temas” anlarına ait huzurla, mutlandık..

İnsanı ve hayatın anlamını çözmek mümkün değil. Zaten çözülse, sanırım kimse devam edecek gücü de bulamazdı. O bilinmezlik, hayatı yaşamaya değer kılıyor..

Ama yine de hepimiz için, hayat, kişiye özelve bazen birbiri içinde bütünleşmiş, biricik anlamlar bütünü. Hayatın anlamı yok diyenler, sadece göremeyenler.. 

Benim için anlam, ya da diğer değişle beni hayatta tutan gaye, ya da diğer değişle “tamamlanmayan liste” şu: 

1. Çocuklarımın kendi ayakları üzerinde durabilecek olgunluğa geldiğini görmek (kızım için buna ulaştım ulaşacağım çok az kaldı, oğlum için daha biraz var)

2. Kendimi törpülemek, yanlış ve eksik bulduğum yanlarımı düzeltebilmek (çok çalışıyorum ve çok yol aldım ama henüz hamım, özellikle öfkelenip ani tepkiler vermek sonra da pişman olmak konusunda, şefkat konusunda)

3. Yaşanılan anın keyfini çıkartmak, hakkını vermek (şahane bir gözlemciyim fakat gözlemlediklerimi aktarmam, bir anlama büründürmem, bir kolaj, henüz olmadı yapamadım, bu beni biraz üzüyor, izle izle eee sonuç? yani)

Evet bunlar önemli… Hayatın anlamı da, beni “şimdi ölmeyeyim aman, henüz bunlar tamamlanmadı” diye düşündüren ve hayatta tutanlar da bu üçü..

Sende neler eksik gibi duruyor henüz? Neyle bağlısın hayata?

9 Haziran 2025 Pazartesi

Birde iki - 7

Hayır hayır. Dünkü ikilemdeki doğru soru; Tanrı'nın var olup olmadığından ziyade, Tanrı'nın bir varlık mı, hâl ya da durum mu olduğu. 

Belki de.


"Bu resmi görünce hemen seni hatırladım" diye yollayan sevgili İ.'ye de, güzel görüşü için teşekkürler <3 Hakikaten ben de beni hatırladım :)

7 Haziran 2025 Cumartesi

Birde iki - 6

Okumamak.... da güzeldir aslında. Hayır bu cahillik mutluluk güzellemesi değil. Okumuşsun okuyacağın kadar, şişmişsin, tatlı tatlı sindiriyorsun, eline bir kitap dahi almadan bir ay bazen iki ay geçiyor ya hani... O dönemi diyorum. O da çok güzeldir..

İnsan okuduklarını her yerde görmeye başlar, malum algıda seçicilik.. Sanki birden tüm dünya sadece okuduğun o son metinlerden oluşmakta, baktığın her yerde o metinlerin yansımasını görmektesindir.. O ne güzel bir duygudur!

Kitap okumayı yemek yemeye çok benzetiyorum. Az yersen yetersiz, çok yersen de şişkinlik yapar. Yemek yemek gibi, kitap okunduktan ve bittikten sonra da bir süre durmak, dinlenmek, sindirmek gerekir. Onun da içindeki mini minicik vitaminler, mineraller, seni geliştirir, güçlendirir, senin aslında hayatta kalmanı, hayatın içinde kalmanı sağlar.. O nedenle ne oburluk yapmalı, ne iştahsızlık; tam kararında, tam ölçüsünde okumalı.... bence :)

Aynen yemek yemekte olduğu gibi, önemli olan miktar değil, yemeğin ve kitabın niteliğidir diyerek de bitireyim.. 

Ünlü "neşeli krep"im :))

5 Haziran 2025 Perşembe

Birde iki - 5

Dün kadın erkek arkadaşlıkları ve güven meselesini ele almıştım. Bugün, tabii meseleyi bir de tersinden ele alacağım: kocanızın ya da sevgilinizin yakın kız arkadaşları meselesi :))))

Sanırım Türk kadınları olarak, biz birbirimize de güvenmiyoruz, dolayısıyla kocamızı sürekli kontrol etme ve olası tehlikelerden koruma içgüdümüz çok baskın. Bakıyorum, genç nesil tabii biraz daha iyi bu konuda ama genellikle eşler birbirlerinin şifrelerini biliyor (özellikle istiyorlarmış hatta), telefonunu kurcalamayı falan hak görüyor.. 

Ben bunu assssla yapmadım kimseye ve bana da yapılmasını istemem. Saklım gizlim olduğu için değil, aksine, olmadığı için. Bana güvenilmesini nasıl istiyorsam, ben de karşı tarafa güvenmeliyim.. 

Eşimin en yakın arkadaşlarının çoğunluğu kadındır ve birebir gece de çıkarlar, görüşürler. Asla bunu engelleme ya da surat asma gibi bir duruma girmedim çünkü eşime ve arkadaşlarına güveniyorum ama sanırım asıl, kendime çok güveniyorum. Asssssla aldatılmam anlamında değil bu, tabii ki aldatılabilirim fakat aldatıldığımda, kendime güveniyorum. Bunu "kişisel almayacağıma", kendimde bir eksiklikten kaynaklanmadığını bileceğime ve bir sonraki adımı mantık çerçevesinde çok güvenli bir şekilde atabileceğime inanıyorum. Elbette duygusal anlamda zorlanırım fakat toparlarım! Dimdik de devam ederim.. Çünkü insanın hamurunda bu var yani eşim başkasına da aşık olabilir, ya da benden sıkılabilir, hayatına başka bir yön vermek isteyebilir... Bunlar insan doğasında olan şeyler... Ha keşke olmasa, insan sevgisini hayatının sonuna dek korusa, ama hayat bu.... Öyle bir durumda, saygı sevginin önüne geçebilmeli ve en önemlisi de kendine olan saygın, "bırakabilmeyi" mümkün kılmalı diyorum..

İşte bu bence "gerçek güven"dir: özgüven..... Ne olursa olsun, ben kendim devam ederim güveni...

Hal böyle olunca işte insan hakikaten aldatma konusuna farklı bakabiliyor. İnsanlık halidir diyebiliyor, affetmese de anlayabiliyor ve yolunu ayıracak gücü de bulabiliyor.. Herkes yapabilir mi hayır ama yapamayanın da arkadaşlarından, uzmanından bir destek alıp devam etmesi iyi olur kendisi için diye düşünüyorum.... Hayat bir erkeğe üzülüp de küsülemeyecek kadar güzel :)

Ben eşini kontrol etmeyen, onu sınırlamayan, rahat bırakan kadınların da genel anlamda daha mutlu ve huzurlu olduklarını düşünüyorum. Düşünsene, sürekli "acaba aldatılıyor muyum"un mental yükü yok, bu bile büyük kazanım. Ayrıca aldatırsa da aldatır yahu, ne yani, bu ne "bulunmaz hint kumaşıyım"cılık :)))) Kız çocuklarını da böyle "prensesiiiimmmm kıymetlimmmm" diye yetiştirmeye de karşıyım ha, sonra al işte sıfır duygusal dayanıklılık! Daha ilk "o kadar da prenses değilsin demek ki" noktasında çöküyor kızlar! Yapmayın Allahaşkına yahu, yapmayın bunu kızlarınıza... Ne oğlanlar paşa olsun, ne kızlar prenses, hepimiz insan olalım yeter bence.....  

Ne diyorsunuz?

Tatlı bitirelim bu konuyu:



3 Haziran 2025 Salı

Birde iki - 4

Dünkü yazıda, orta yaşlarımızdaki arkadaşlıkları ele almıştım. Grup arkadaşlığı ve birebir arkadaşlıkları yazmıştım ama bir de sanal arkadaşlıklar var.. 

Ben seviyorum sanal arkadaşlıkları. İsmini cismini bilmediğin biriyle bir sürü şey paylaşabiliyorsun. Fakat genellikle bir sınır oluyor bu tip ilişkilerde ve onun aşılmaması gerekiyor bence. Çünkü o sınır ihlal edilirse, gereğinden fazla şeyi aslında hiç tanımadığın biriyle paylaşmış oluyorsun.. Benim genel bir kuralım var; sanal ilişkilerde o çizgiyi aşmak istediğim an, o insanla yüzyüze görüşürüm. Eğer yüzyüze görüştüğümde de aynı sıcaklığı hissediyorsam, o zaman o insan artık "sanal"ı gider, "arkadaş" hanesine yazılır.. 


Sanal arkadaşlıklarda bu kuralı öğrenmeden önce, çok dilim yandı maalesef.. Bir sürü şey paylaşıp sonra "aaa hiç göründüğü insan değilmiiiiş"le kalakaldığım birkaç deneyim oldu. İnsanlar sanal ortamlarda göstermek istedikleri yüzlerini yazıp paylaşıyorlar ve asıl oldukları yüzü saklayabiliyorlar. Ama yüzyüze gelince, ortaya çıkıyor hanya da konya da.. 

İnsanlar gözlerimin içine bakıp bana asla yalan söyleyemez diyemem, söylerler. Ben kül yutmaz değilim pek, yutarım. Fakat içgüdülerim güçlüdür, bir iki sefer görüştükten sonra "içimde oturmayan bir şey var" hissi duyduğum an, artık uzaklaşıyorum çünkü o oturmayan şey "samimiyetsizlik" ve eninde sonunda beni zedeliyor.

Demek ki; grup olsun, tekli ilişkiler olsun, sanal olsun, benim için güven çok önemli.... Yarın oradan devam ederiz o zaman :))

1 Haziran 2025 Pazar

Birde iki - 3

Anne olmak dedim dün bu yazıyla. Zor dedim. Çocuk büyüdükçe de zorlaşıyor, dedim..

Hep böyle miydi sence? Yani doğal olan bir şeyi, biraz da biz, modern çağın kadınları, zorlaştırdık gibime geliyor. Çocuk sayısı düştükçe, çocuğa ilgi arttı mutlaka fakat bir noktada bu ilginin hastalıklı bir bağlılık halini aldığını düşünüyorum. 

Çocukluğumu hatırlıyorum da.. Ananem büyüttü beni ve benimle hiç oturup da oyun oynadığını hatırlamıyorum. O kendi dünyasında olurdu (bazen ev işleri ama genellikle sosyal aktiviteler) benim de önüme - hiç abartmıyorum - bir kutu düğme atardı ve ben saatlerce o düğmeleri bir ileri bir geri iteler, evcilikler, düşsel hikayeler, maceralar yaşardım..... "Anane sıkıldım...", "Sıkı can iyidir, kolay çıkmaz.", "Peki..." Gider bahçede zaman geçirirdim, karıncaları izlerdim... Acıktım desem zeytinyağlı yeşil börülce yemeği... 

Şimdi düşününce, börülce yiyen, peki diyen, rüya gibi çocukmuşum :)))) Ama bence asıl iş bende değil, ananemin rahatlığındaymış.. "Çocuğa yetebiliyor muyum, sevgimi hissettirebiliyor muyum, ona iyi bir eğitim veriyor muyum, doğru besliyor muyum? Börülce yer mi?" gibi bir derdi yoktu ananemin... Çocuk doğal bir koluydu hayatın ama çocuğu merkezine almamıştı hayatının. "Merkezde" değildim ama çok sevildiğimi, özen gösterildiğimi hissederdim yine de......

İşte doğru olan annelik tarzı bence bu..

"İki kalp arasında en kısa yol: Birbirine uzanmış ve zaman zaman ancak parmak uçlarıyla değebilen iki kol" - Cemal Süreya.

İstediğim, ama sık sık girdiğim endişe bulutları altında asla yapamadığım annelik de bu..... Gördüğün gibi; yine bir ikilem, yine ben ortasında.....

Ananemin "sedir"i.. Karaburun.
3 yaş civarı, yıl 1982 olsa gerek..