9 Haziran 2025 Pazartesi

Birde iki - 7

Hayır hayır. Dünkü ikilemdeki doğru soru; Tanrı'nın var olup olmadığından ziyade, Tanrı'nın bir varlık mı, hâl ya da durum mu olduğu. 

Belki de.


"Bu resmi görünce hemen seni hatırladım" diye yollayan sevgili İ.'ye de, güzel görüşü için teşekkürler <3 Hakikaten ben de beni hatırladım :)

7 Haziran 2025 Cumartesi

Birde iki - 6

Okumamak.... da güzeldir aslında. Hayır bu cahillik mutluluk güzellemesi değil. Okumuşsun okuyacağın kadar, şişmişsin, tatlı tatlı sindiriyorsun, eline bir kitap dahi almadan bir ay bazen iki ay geçiyor ya hani... O dönemi diyorum. O da çok güzeldir..

İnsan okuduklarını her yerde görmeye başlar, malum algıda seçicilik.. Sanki birden tüm dünya sadece okuduğun o son metinlerden oluşmakta, baktığın her yerde o metinlerin yansımasını görmektesindir.. O ne güzel bir duygudur!

Kitap okumayı yemek yemeye çok benzetiyorum. Az yersen yetersiz, çok yersen de şişkinlik yapar. Yemek yemek gibi, kitap okunduktan ve bittikten sonra da bir süre durmak, dinlenmek, sindirmek gerekir. Onun da içindeki mini minicik vitaminler, mineraller, seni geliştirir, güçlendirir, senin aslında hayatta kalmanı, hayatın içinde kalmanı sağlar.. O nedenle ne oburluk yapmalı, ne iştahsızlık; tam kararında, tam ölçüsünde okumalı.... bence :)

Aynen yemek yemekte olduğu gibi, önemli olan miktar değil, yemeğin ve kitabın niteliğidir diyerek de bitireyim.. 

Ünlü "neşeli krep"im :))

5 Haziran 2025 Perşembe

Birde iki - 5

Dün kadın erkek arkadaşlıkları ve güven meselesini ele almıştım. Bugün, tabii meseleyi bir de tersinden ele alacağım: kocanızın ya da sevgilinizin yakın kız arkadaşları meselesi :))))

Sanırım Türk kadınları olarak, biz birbirimize de güvenmiyoruz, dolayısıyla kocamızı sürekli kontrol etme ve olası tehlikelerden koruma içgüdümüz çok baskın. Bakıyorum, genç nesil tabii biraz daha iyi bu konuda ama genellikle eşler birbirlerinin şifrelerini biliyor (özellikle istiyorlarmış hatta), telefonunu kurcalamayı falan hak görüyor.. 

Ben bunu assssla yapmadım kimseye ve bana da yapılmasını istemem. Saklım gizlim olduğu için değil, aksine, olmadığı için. Bana güvenilmesini nasıl istiyorsam, ben de karşı tarafa güvenmeliyim.. 

Eşimin en yakın arkadaşlarının çoğunluğu kadındır ve birebir gece de çıkarlar, görüşürler. Asla bunu engelleme ya da surat asma gibi bir duruma girmedim çünkü eşime ve arkadaşlarına güveniyorum ama sanırım asıl, kendime çok güveniyorum. Asssssla aldatılmam anlamında değil bu, tabii ki aldatılabilirim fakat aldatıldığımda, kendime güveniyorum. Bunu "kişisel almayacağıma", kendimde bir eksiklikten kaynaklanmadığını bileceğime ve bir sonraki adımı mantık çerçevesinde çok güvenli bir şekilde atabileceğime inanıyorum. Elbette duygusal anlamda zorlanırım fakat toparlarım! Dimdik de devam ederim.. Çünkü insanın hamurunda bu var yani eşim başkasına da aşık olabilir, ya da benden sıkılabilir, hayatına başka bir yön vermek isteyebilir... Bunlar insan doğasında olan şeyler... Ha keşke olmasa, insan sevgisini hayatının sonuna dek korusa, ama hayat bu.... Öyle bir durumda, saygı sevginin önüne geçebilmeli ve en önemlisi de kendine olan saygın, "bırakabilmeyi" mümkün kılmalı diyorum..

İşte bu bence "gerçek güven"dir: özgüven..... Ne olursa olsun, ben kendim devam ederim güveni...

Hal böyle olunca işte insan hakikaten aldatma konusuna farklı bakabiliyor. İnsanlık halidir diyebiliyor, affetmese de anlayabiliyor ve yolunu ayıracak gücü de bulabiliyor.. Herkes yapabilir mi hayır ama yapamayanın da arkadaşlarından, uzmanından bir destek alıp devam etmesi iyi olur kendisi için diye düşünüyorum.... Hayat bir erkeğe üzülüp de küsülemeyecek kadar güzel :)

Ben eşini kontrol etmeyen, onu sınırlamayan, rahat bırakan kadınların da genel anlamda daha mutlu ve huzurlu olduklarını düşünüyorum. Düşünsene, sürekli "acaba aldatılıyor muyum"un mental yükü yok, bu bile büyük kazanım. Ayrıca aldatırsa da aldatır yahu, ne yani, bu ne "bulunmaz hint kumaşıyım"cılık :)))) Kız çocuklarını da böyle "prensesiiiimmmm kıymetlimmmm" diye yetiştirmeye de karşıyım ha, sonra al işte sıfır duygusal dayanıklılık! Daha ilk "o kadar da prenses değilsin demek ki" noktasında çöküyor kızlar! Yapmayın Allahaşkına yahu, yapmayın bunu kızlarınıza... Ne oğlanlar paşa olsun, ne kızlar prenses, hepimiz insan olalım yeter bence.....  

Ne diyorsunuz?

Tatlı bitirelim bu konuyu:



3 Haziran 2025 Salı

Birde iki - 4

Dünkü yazıda, orta yaşlarımızdaki arkadaşlıkları ele almıştım. Grup arkadaşlığı ve birebir arkadaşlıkları yazmıştım ama bir de sanal arkadaşlıklar var.. 

Ben seviyorum sanal arkadaşlıkları. İsmini cismini bilmediğin biriyle bir sürü şey paylaşabiliyorsun. Fakat genellikle bir sınır oluyor bu tip ilişkilerde ve onun aşılmaması gerekiyor bence. Çünkü o sınır ihlal edilirse, gereğinden fazla şeyi aslında hiç tanımadığın biriyle paylaşmış oluyorsun.. Benim genel bir kuralım var; sanal ilişkilerde o çizgiyi aşmak istediğim an, o insanla yüzyüze görüşürüm. Eğer yüzyüze görüştüğümde de aynı sıcaklığı hissediyorsam, o zaman o insan artık "sanal"ı gider, "arkadaş" hanesine yazılır.. 


Sanal arkadaşlıklarda bu kuralı öğrenmeden önce, çok dilim yandı maalesef.. Bir sürü şey paylaşıp sonra "aaa hiç göründüğü insan değilmiiiiş"le kalakaldığım birkaç deneyim oldu. İnsanlar sanal ortamlarda göstermek istedikleri yüzlerini yazıp paylaşıyorlar ve asıl oldukları yüzü saklayabiliyorlar. Ama yüzyüze gelince, ortaya çıkıyor hanya da konya da.. 

İnsanlar gözlerimin içine bakıp bana asla yalan söyleyemez diyemem, söylerler. Ben kül yutmaz değilim pek, yutarım. Fakat içgüdülerim güçlüdür, bir iki sefer görüştükten sonra "içimde oturmayan bir şey var" hissi duyduğum an, artık uzaklaşıyorum çünkü o oturmayan şey "samimiyetsizlik" ve eninde sonunda beni zedeliyor.

Demek ki; grup olsun, tekli ilişkiler olsun, sanal olsun, benim için güven çok önemli.... Yarın oradan devam ederiz o zaman :))

1 Haziran 2025 Pazar

Birde iki - 3

Anne olmak dedim dün bu yazıyla. Zor dedim. Çocuk büyüdükçe de zorlaşıyor, dedim..

Hep böyle miydi sence? Yani doğal olan bir şeyi, biraz da biz, modern çağın kadınları, zorlaştırdık gibime geliyor. Çocuk sayısı düştükçe, çocuğa ilgi arttı mutlaka fakat bir noktada bu ilginin hastalıklı bir bağlılık halini aldığını düşünüyorum. 

Çocukluğumu hatırlıyorum da.. Ananem büyüttü beni ve benimle hiç oturup da oyun oynadığını hatırlamıyorum. O kendi dünyasında olurdu (bazen ev işleri ama genellikle sosyal aktiviteler) benim de önüme - hiç abartmıyorum - bir kutu düğme atardı ve ben saatlerce o düğmeleri bir ileri bir geri iteler, evcilikler, düşsel hikayeler, maceralar yaşardım..... "Anane sıkıldım...", "Sıkı can iyidir, kolay çıkmaz.", "Peki..." Gider bahçede zaman geçirirdim, karıncaları izlerdim... Acıktım desem zeytinyağlı yeşil börülce yemeği... 

Şimdi düşününce, börülce yiyen, peki diyen, rüya gibi çocukmuşum :)))) Ama bence asıl iş bende değil, ananemin rahatlığındaymış.. "Çocuğa yetebiliyor muyum, sevgimi hissettirebiliyor muyum, ona iyi bir eğitim veriyor muyum, doğru besliyor muyum? Börülce yer mi?" gibi bir derdi yoktu ananemin... Çocuk doğal bir koluydu hayatın ama çocuğu merkezine almamıştı hayatının. "Merkezde" değildim ama çok sevildiğimi, özen gösterildiğimi hissederdim yine de......

İşte doğru olan annelik tarzı bence bu..

"İki kalp arasında en kısa yol: Birbirine uzanmış ve zaman zaman ancak parmak uçlarıyla değebilen iki kol" - Cemal Süreya.

İstediğim, ama sık sık girdiğim endişe bulutları altında asla yapamadığım annelik de bu..... Gördüğün gibi; yine bir ikilem, yine ben ortasında.....

Ananemin "sedir"i.. Karaburun.
3 yaş civarı, yıl 1982 olsa gerek..

30 Mayıs 2025 Cuma

Birde iki - 2

Kendim ateş gibi canlı ve hareketliyken, sakin ve yavaş insanlara özeniyorum dedim ya dün.

Aslında itiraf edeyim: sakinlikten de sıkılıyorum, bir süre sonra (depolarım dolunca) "huzurdan öleceğiz yahu" hissi geliyor ve bir hareket, bir umut, bir canlılık arıyor ruhum. 

Güleceksin ama haklısın, ben her şeyi Dostoyevski'ye bağlayabilirim şu hayatta. Ama ne yapayım, ikilikler denince Dostoyevski'ye gitmez mi tüm yollar? Bak o da Tolstoy gibi geriye dönük, durgun bir enerji ile, Turgenyev gibi ileriye dönük hareketli bir enerji arasında durur ya hep.. Bir ona, bir öbürüne, tatlı tatlı salınır durur bilirsin..


Dostoyevski yazdığında o tatlı salınım çok doğal gelse de, doğrusu, dengesi işte bu! desek de, gerçekte yetişkin insanların çoğu için, salıncak korkutucu bir imgedir. "Birinden birini seç, en kötü seçim bile, seçim yapamamaktan iyidir" der dururlar.. Kutuplaşamayanı bazen rahat bırakmazlar.. İki arada bir deredeliklere güvenemez, "adamın sabit bir fikri bile yok" derler.. 

Salıncaktakiler, salıncakta olmayanlara güvensizlik verir, salıncaktakiler ise yerdekileri sabit fikirli ve muhafazakar bulurlar.. Dostoyevski romanlarında olduğu gibi, birden fikir değiştirenler, birden karşı kutba geçenler, rahatsız eder toplumun sabit noktalarını... Korkutur..

Demek ki, sabit durmak ve salınıp durmak, hayatın çözümsüz ikilemlerinden biri.. Doğrusu ne o zaman? Ya da ortası ne bu işin? Dengesi ne? 

Bence üçüncü, dördüncü değişkenleri ekleyerek bulabiliriz bunu: zaman ve durum değişkenlerini. Kısaca: durumdan duruma bağlı olarak, zaman zaman kutup değiştirerek yaşamak. Bazen idefix gibi inandığımız doğrunun peşinde, ağır ve inatçı. Bazense rüzgarda bir yaprak gibi uçuşkan, hafif.

Şairin "Sincap Ciddiyeti" dediği, tam da bu olsa gerek......

28 Mayıs 2025 Çarşamba

Birde iki yazıları

Dün Yaşamın Tortusu'na yazdım, Neslihan'ın davetiyle, ikizler ayı boyunca "İkide bir" yazıyoruz. Güzel.

Peki ben ne yapacağım? İşi biraz bulandıracağım :))

"İkide bir" yazılarının benim için anlamı şu: "İki" yönü olan yazılar yazmak. Yani dün evet dediğime bugün hayır diyen yazılar, dün bir tarafını tartışırken, bugün diğer tarafını tartışacağım yazılar ;) Yani "Birde İki", "Bir içinde iki", "İkilem" yazıları.

Bunu yapmamın iki nedeni var; iki günde bir diğer bloğa yazacaksam, buraya enerjim kalmaz hergün yazmaya amaburayı bırakmak da istemiyorum bu bir... 

İkincisi de; bence hayat; büyük üstad Dostoyevski'nin de inandığı, yaşadığı ve yazdığı gibi, birbirine denk en az iki yönü olan (ki bence bunu çok rahat çok boyutluluğa çıkartabiliriz) bir hâl, bir durum, bir kavram, bir duygular ve anlayışlar bütünü. Dolayısıyla bugün evetse, yarın neden hayır olmasın? 

Burada yanar döner bilinen ama belki de hayatın dinamiğine bu nedenle en hakim burç olan ikizler burcuna da bir selam yollayarak, sizi bir gün orada tartıştığımın ertesi gün burada diğer açıdan tartışmasına davet ediyorum :) Yorumlara da açıyorum, bakalım neler olacak :))

27 Mayıs 2025 Salı

Mutlu etmek, mutlu olmak

"Hem anneni mutlu edip, hem de kendine ait bir hayatı yaşayamazsın." dedi dinlemekte olduğum terapist, danışanına. 

Danışan uslu uslu dinledi.

Halbuki benim zihnimdeki danışan, tam o noktada: "mutlaka bir seçim yapmak zorunda mıyım?" diye sorardı.. 

26 Mayıs 2025 Pazartesi

Pazartesi Masalı - 22

22: Yaratık

Bu haftanın masalı çok anlamsızdı; sanırım Kurtlarla Koşan Kadınlar'daki masallara özenilmiş fakat masal çok kısa ve özet mi geçilmiş, kurgu mu yok edilmiş bilemedim (mavi kurdele metaforu çok eksik kalmıştı mesela) yazarın elinde patlamış. Dolayısıyla buraya taşımayacağım fakat mesaj iyiydi.

Haftanın mesajı: 

Aşk ile incinmekten korkma. Aşkı arıyorsan, ondan kaçma, hayallerinin gerçekleşmesi olasılığından kaçma. Aşkı gerçekten hissetmek için kalbimizi açmalı ve karşılığında kırılabilme riskini de kabul etmeliyiz. İncinebilir olmamız, insan olmanın bir parçasıdır.

Haftanın görevi:

Aşk ya da diğer yakın ilişkilerinde, incinmemek için "kaçındıklarını" düşün, buna değer mi? Hayatı hissedebilmek için, olumsuz duygulardan kaçma, incinmek, üzülmek de hayata dairdir ve seni "mutluluk"tan çok daha fazla yontar, şekillendirir, olgunlaştırır.

Dünyayı olduğu gibi sevmelisin. 

"Yağmuru seviyorum diyorsun, yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun. Güneşi seviyorum diyorsun, güneş açınca gölgeye kaçıyorsun. Rüzgarı seviyorum diyorsun, rüzgar çıkınca pencereni kapatıyorsun. İşte beni sevdiğini söylediğinde, bunun için korkuyorum.." - Anonim - denmiş ama Rûmi'den de okumuştum ben ;)

25 Mayıs 2025 Pazar

Yaşamın anlamı

Haftayı Zweig ile kapatalım.

"Hayatın kendisini, anlamından daha çok sevin."

demiş ama kendisi yapmış mı, hayır..


Video: Annemler sabah bu videoyu yolladılar. "Balonla mı uçuyorsunuz?" diye sordum, "Sabahın 5'i yahu, otel odamızın penceresinden izliyoruz" dediler.. :) Bak onlar mesajı ne güzel almış....