31 Ekim 2022 Pazartesi

Glück

Almanca'da Glück, hem şans hem de mutluluk anlamına geliyor. Almanlara göre, ikisi arasında bir bağ olduğu gibi, aslında mutluluk da gerçekten şans işi biraz (belki de tamamen?)

Bazı sabahlar mutlu uyanıyorum. 

Misal bu sabah. Enfes bir hava vardı dışarıda. Hazırlanıp, yürüyüşe çıktım. Kırmızı kulaklıklarımı taktım, play'e bastım. Yine Deniz'in podcastini dinliyorum. Sonra gözüm göğe takıldı. Bilirsin biz göğe bakanlar görürüz böyle şeyleri. Bulur bizi.

Fakat nasıl yavaş, telaşsız, sakin sakin süzülüyor.. Gri göğe inat, kıpkırmızı bir kalp.

İnsanı neredeyse aşka yeniden inandıracak..

Durup izledim bir süre. O kadar sakin ama bir o kadar da sanki nereye gittiğini biliyormuş gibi geçti ki üzerimden, bir an acaba balon değil de drone falan mı diye düşündüm. Fakat bildiğin uçan balondu, komşunun bahçesinden kaçmış. İki adım sonra iki ebeveyni bir doğum günü masası çevresinde, içi heliumlanmış onlarca kırmızı balonu bağlamaya çalışırken gördüm.. 

Biri ellerinden kurtulmuş, kaçmış işte. Uçarak kaçan balonlara zaafım olduğunu bilirsin, defalarca yazdım ve hattâ tüm uçan balonların önünde sonunda vardığı gezegen hakkında kısacık bir çocuk masalım bile vardı bir yerlerde.. 

Onu görünce işte, dedim ki bugün hakikaten mutlu bir gün olacak. Ama neden? diye sorarsan, bu kırmızı balon ayrıntısı dışında, spesifik bir neden söyleyemem... Mutluluk çünkü, uçan kırmızı balonlar gibi evet tamamen şans işi...

30 Ekim 2022 Pazar

Yek - 3

Bazen tek başıma olmak bana öyle iyi geliyor ki.. 

Bazen de gelmiyor.

Sarışını misal, bir akşam vakti, tek başıma görüyorum. Tek başıma seviyorum.

Çok sonra, eve geldiğimde ve fotoğrafı büyütüp ağacın ardındaki kadının yüzündeki tefekkürü gördüğümde fark ediyorum; aslında o anda hiç de tek başıma olmadığımı, tek başıma görmediğimi, sandığım gibi tek başıma sevmediğimi. 

Ve o kadının varlığına nedense, çocukça seviniyorum.

29 Ekim 2022 Cumartesi

Umut toplamak

Bulur beni. Bilirsin..

Bu sabah biraz çalışmak için ön bahçeye çıktığımda, bu yavruyu camın kenarında yerde buldum. Çalıkuşuymuş biliyor musun, şu ünlü çalıkuşu buymuş!



Baktım kaçmıyor, elime aldım, kanatlarını yokladım, ayaklarına baktım. Bir kırığı, yarası beresi yok. Büyük ihtimal camı görememiş, çarpmış ve yaşadığı şokla yerde oturup kalmış.. Umudu kırılmış belki de hayata karşı.. 

Göğsüme koydum, kazağımın yumuşaklığında ve sıcaklığında ısıttım biraz. Üstüme kaka yaptı. Aldırmadım. Göz göze bakıştık bir süre. Sonra masaya indirdim, önüne biraz kuş yemi koydum ama yavru olduğu için çok büyük geldi. Evde kısırlık bulgur varmış neyse ki, biraz ondan döktüm önüne. Birkaç damla su verdim. Masanın önündeki camları ardına dek açtım ama uçmadı. Kaçmadı. 


Üç saat boyunca öyle oturdu masada. İnsana Tanrıyı, ölümü ve aşkı düşündürürcesine. Ben de karşısına oturdum, ara sıra göz ucuyla ona bakarak, sessizce çalıştım. Üçüncü saatin sonunda ayaklandı, ufak bir uçma denemesi yaptı ama beceremedi, yeniden bahçeye düştü.. Sonraki 4 saat boyunca bahçede bir o yana bir bu yana yürüdü durdu.. Birşeyler eşeledi, biraz dinlendi. Umut topladı belki, yeniden inanma gücünü topladı.. 

Demin, yoğun bir kuş sesi duyduk birlikte. İkimiz de göğe baktık. Ben bakmaya devam ettim, o ise pırrrrrrrrrrr diye uçuverdi....... 

Günü Çalıkuşu'ndan bir alıntıyla bitirelim o zaman:

"Kalanlar unutursa, gidenler ölür esasen.."

28 Ekim 2022 Cuma

Tanrı, aşk, ölüm

Kahve serisi bitti, şimdi sıra çayda dermişim.. Yok değil, korkma. Biraz "düşünsel egzersizler" yapasım var, ayı bitirirken.

Zeynep Merdan'ın blog yazılarını ara sıra takip ediyorum, bazı yazıları üzerinde düşünülmüş, özenilmiş olduğu çok belli yazılar olduğu için, hoşuma gidiyor. 

Bugünkü yazısında bir insanı tanımanın en kısa / hızlı ve efektif yollarından birinin ona tanrı, ölüm ve aşk'ı nasıl tanımladığını / betimlediğini sormak olduğunu ileri sürmüş. Tanrı sonsuzluğa, ölüm karanlığa, aşksa hazza nasıl baktığını gösterir demiş. Kısmen katılıyorum, güzel sorular. Fakat tanrıyı sonsuzlukla değil adalet ve etiğe bakışla, ölümü karanlıkla değil de yaşam amacıyla ve aşkı da hazla değil tutkuyla ilişkilendirirdim ben. Mesleklerimiz farklı olduğu için, bu temalara yaklaşımımız da farklı olacaktır, kuşkusuz.. Fakat evet, tanrının, ölümün ve aşkın betimlenmesi bir insanı tanımak için hızlı ve efektif yollardan biri.

Bir diğeri de birlikte seyahat etmek ve içki masasına oturmak derler :)) Seç beğen al.

27 Ekim 2022 Perşembe

Kahve hikâyeleri - 8 ve son: Türk kahvesi

Ocaktaki cezvede, hiç acele etmeden, iki kişilik sade kahveyi pişiriyor. Bir yandan da ocağın yanında ayakta duran kız kardeşini dinliyor.

Yeter artık!” diyor, ondan yaşça oldukça genç olan kız kardeş. Öfkeli, kelimeleri aceleci, anlattığı hikâyenin başı sonu birbirine karışıyor. “Bir bitsin şu karantina, gideceğim dikileceğim karşısına!” diyor; upuzun parmaklı, bembeyaz, güzel elleri belinde. Ve simsiyah gözleri iki kor ateş, devam ediyor:

Bana baksana sen! diyeceğim, tam gözlerinin içine bakarak. Seni seviyorum! diyeceğim. Neyse ne, bir yolunu bulmak zo-run-da-yız diyeceğim!

Genç kız hızlı hızlı, hecelerin üstüne basıp, her bir duygunun altını iki defa çizdiğini belirtmek istercesine konuşurken; o, gözü kahve cezvesinde, hiç konuşmuyor..

Yeter artık!” diyor genç kız yeniden. “Nasıl göremez, nasıl sevemez, mümkün değil.. Taş mı bu adamın kalbi?

O zaman başını kaldırıyor, elâ gözleri iki dipsiz kuyu. “Seviyor... Senden bile çok seviyor da, sevdiği sen değilsin a benim saf kızım...” diyor, “O senden çoooook önce kaybettiği bir başkasını seviyor. Sen onun seni sevme olasılığını.. Bambaşka biri ise seni sevecek günün birinde; 
ve sen sevmeyi değil sevilmeyi seçeceksin..

İçinden geçenleri, dışına yansıtmıyor. Her kadının, bu gerçeği yaşamının bir yerinde kendi kendine öğreneceğini biliyor.. 

Çünkü:

"Herkes başkasını, başkasına yaşadı"
 - Küçük İskender.

Yine de bence, en âlâsı.. Sade Türk Kahvesi.
.. der ve bu seriyi de bitiririm. 
Umarım sevdin..

Yetmedi diyene;
Bir link. (Teşekkürler Momentos)
Bir link daha. (Teşekkürler 12. Kat)

26 Ekim 2022 Çarşamba

Kahve Hikâyeleri - 7: Uzun bardaklar

Espressolu kahveleri anlatırken, bardak boyunu esas aldığım bir sırayla gitmek istedim ve önce en ufak espresso bardağı, sonra klasik kahve fincanı derken sıra geldi ailenin uzun boylu akrabalarına.. Seç beğen al:

Sıcak ve uzun güzeller

Soğuk ve uzun güzeller

Bence bu uzun boylu güzelleri bize tanıtan Starbucks'tır, bilmem katılıyor musunuz? Halbuki bu uzun güzeller'e bence hakaret ediliyor starbucks'ta, aynen diğer kahvelere edildiği gibi.. McDonalds hamburgeri ile ne bileyim Austin, Texas'ın ortasında bir yol üstü lezzet lokantasında yediğin asıl hamburger arasındaki fark neyse, Starbucks Latte Macchiato'su ya da Frappe'siyle gerçekleri arasındaki fark o.. O kadar ciddi bir fark var evet. Maalesef. Ama Starbucks satıyor, üstelik dünyanın dört bir yanındaki yerel kahvecileri öldürme pahasına..

Neyse biz bundan bahsetmeyelim.

Biz uzun kahvelerin ne kadar seksi bir şey olduğundan bahsedelim:

link: badass_bnw in Paris ;)

Resme hiç durmadan ve hiç silmeden üç dakika içinde bir hikâye anlat dersen; bu kadın, mahkeme arasında adliyenin parkında zaman öldüren bir boşanma avukatıdır derim. Tabii ki boşanmakta olan bir başka kadını temsil etmektedir ve tabii ki erkek tarafını birazdan tarumar edecektir. Tek celsede ve yüklü bir tazminatla boşayacaktır çifti, asla bir dava kaybettiği görülmemiştir. Biseksüel olduğu herkesçe bilinmekte ve kabul görmektedir. Hakkında bilinmeyen gerçek ise, anne ve babasını çok küçükken bir trafik kazası sonucunda kaybettiği (ayağındaki ayakkabılar annesinin 70lerdeki gençliğinden kalma, sigara alışkanlığıysa babasından kalmadır), bu kazadan kendisinin burnu bile kanamadan çıktığı, o günden sonra babannesi tarafından büyütüldüğü ve bu babannenin hayattaki tek amaç ve isteğinin torununun mürvetini görmek olduğu ve eve sürekli görücülerin gelip gittiği ama kadının asla hiçbirine evet demediği ve demeyeceğidir.. Yine kimsenin bilmediği bir başka gerçek, bu kadının günün birinde Türkiye'de LGBT evliliklerini mümkün kılacak kanunun çıkarılmasında başrolü oynayacağı ve kanun çıktıktan bir ay sonra yıllardır birlikte yaşadığı Türkiye'nin en yetenekli kadın ceza avukatlarıyla evleneceği, birlikte iki tatlı çocuğa annelik yapacakları ve çok mutlu bir hayat sürüp 89 yaşında uykusunda, huzurla öleceğidir. 

Biiip 3dk bitti :) 

Silmeden. Düzeltmeden.

Fena olmadı sanki?

25 Ekim 2022 Salı

Kahve Hikâyeleri 6: Çocuk kahvesi

Sıradaki kahve aslında buydu:


Gel gör ki, çikolatalı sütü ne severim, ne de üzerine yazacak bir anım, söyleyecek bir sözüm var.. 

AMA.

Çocukluğumun en büyük keyiflerinden ve dedemin Alzheimer'a yakalanmadan önceki "gerçek dedem" olduğu yıllardan kalan tek tük hatıralarımdan biri de, onunla salonda karşılıklı kahve içmekti. 

Dedemin her kuşluk vakti sütlü kahve saati vardı. Paris Caddesi'ndeki evin TRT Binası ile Rus Konsolosluğu'na bakan yüzündeki büyük salonunun en uç köşesinde, sessizce ve zamanın sanki donup kalmış hissi verdiği bir sakinlikle yudumlardı bol sütlü, bol şekerli kahvesini. Mutlaka sigara da olurdu elinde. Tül perdeler iki yana çekilmiş, salonun yere dek uzanan, tertemiz silinmiş pencereleri iki yana açılmış, salon kapısı gizli bir görevdeymişizcesine sımsıkı kapanmış (ananem dumanın diğer odalara yayılmasına çok karşıydı) ve dedem bu sinematografik sahnenin en ucunda, incecik, upuzun, enfes bir adam. İnanılmaz yakışıklı ve karizmatik. Selânik göçmeni. Elâ gözlü, kır saçları geriye doğru biryantinli, sinekkaydı traşlı, dönemin modasına göre incecik kesilmiş bıyıklı.. Ve elleri.. Ah! Upuzun, kemikli, ince, çok güzel elleri vardı dedemin. Bir adli müfettişin titiz elleri. Ama aynı zamanda keman çalan eller.... 

O eller kahve fincanını kibarca tutuyor.

Ben bir yolunu bulur, karşısındaki koltuğa kurulurdum. Gözlerimi ondan ayırmadan sessizce otururdum. Kıpırdamaz, nefes bile almazdım; çünkü o sessizliği bozduğum an odadan kibarca atılacağımı ve günlük kahve keyfimden olacağımı bilirdim. Ben dedemin kahvesinden içiyorum sanarken, ananem "kahve içersen kara kız olursun" diye beni tehdit eder ve kahvesiz kahve yapmayı bir şekilde becerirdi.... Fincanları diğer blogta anlatmıştım, ona girmiyorum bile. Ama o kahvenin tadını unutamam... 

Yıllar sonra o tat bir kez daha karşıma, çok alâkasız bir yerde çıktı. Hamileydim ve asla kafeinli içecek içmiyordum (halbuki bir bardağa izin vardı) ve bir arkadaşım şunu yaptı bana bir gün: sıcak süt, malt kahvesi, biraz tarçın ve bal. Nasıl oldu bilmiyorum ama, içiyor olduğum sıvı mutluluk, dedemle içtiğim kahvenin aynısıydı.... Gözyaşları gözyaşları... Bir bardak daha lütfen... Yeniden gözyaşları.... 


Ve Tezer Özlü (Çocukluğun Soğuk Geceleri) yakışmaz mı şimdi bu yazının sonuna?

"Kadın fırınlı sobadan çıkarttığı közde sütlü kahve pişiriyor. Ve çocuğuz diye, bizlere vermiyor."

Bu düpedüz acımasızlıktır, ahlâksızlıktır, yasaklanmalıdır! 
Ya da, 
verdiğim tarifle ısıtılmalıdır çocukluğun soğuk tüm geceleri.. ;)

24 Ekim 2022 Pazartesi

Kahve Hikâyeleri - 5: Viyana Kahvesi

Ahhhh. Kim istemez ki şimdi Viyana'nın Murat Belge'nin değimiyle "Bermuda Şeytan Üçgeni" bölgesinin ünlü pastanelerinden birinde Sacher Torte yanında sıcacık bir bardak Viyana Kahvesi içiyor olmayı......? 

Ben şahsen istemem, ikisini de sevmiyorum :)) Oh yarasın löp löp et olsun mantığında değilseniz, size de önermem, fazlasıyla yoğun tatlar ikisi de. Hele bazen insan seyahatte bir güne her şeyi sığdırmak ve maksimum performansı almak istediğinde - Aman yarabbi, ne büyük hata - ünlü Schnitzelin üstüne bunları yemeye kalkınca, Almanca tabirle "Herzinfarkt" ve "Er/sie ist tot, Jim!".

Buna rağmen ısrar ediyorsanız, günah benden gitti.

"Bu kahve sade mi?" dedi, "bana biraz acı geldi de."
.
"Kasvettendir," dedim.
.
Suzan Defter. Ayfer Tunç.

Viyana da bana hep kasvetli gelmiştir, tevekkeli kahvenin üstüne kocaman bir şekerli yağ topu koymaları.......?!

23 Ekim 2022 Pazar

Kahve hikâyeleri - 4: Americano

Americano, geniş kupada servis edilen, sade ve hafif kahvelerden. Amerika'da aynı kahveyi Flat (Black) adı altında ve 2/3'lük su oranı sabit tutularak, üç kat (sözün gelişi değil, gerçekten 3 kat) büyük bardakta içiyorsunuz, yani boyut dışında başka farkı yok. 

Bu şekliyle içilen kahve, Espresso ile deneylerde başlangıç seviyesi diyebilirim. Americano; adıyla müstesna, kişiliksiz bir kahve. Genişliğiyle kendini "baskın" göstermeye özenmiş, içi boş bir kavram. Bunlar elbet benim fikirlerim, seveni de mutlaka vardır. Ama americano içeceğime tek espressoyu ufak fincanda içmeyi yeğlerim. Hayatın sade, küçük ama yoğun tatları.... Bunu konuşmuştuk; deneyim ve birikim arttıkça büyük ve gösterişli şeyler yerine küçük ve sade şeylere yöneliyor insan ruhu. 

Süt konusunu geçtik sanıyorum ;) Fakat yeri gelmişken, büyük bardakta hazırlanan americanoya (flat'e yani) su yerine süt koyarsanız, aynı kahve Amerika'da Flat White diye geçiyor. Fakat Avrupa'da bu noktada sofistike bir ayrım var, bir kere kocaman bardakta sütlü kahve içmek Avrupa'da kahve sanatına ayıp ve görgüsüzlük sayılıyor. Israr ederseniz, mutlaka Latte gibi köpüklü bir versiyon gelecektir önünüze. Ya da daha küçük bardakta gelen köpüklü sütle hazırlanmış 1/3 yerine 1/2 oranında espresso içeren Macchiato'yu tercih edebilirsiniz. Macchiato köpüğü de, Latte köpüğünden daha ağır, yoğun ve kıvamlıdır.

En sevdiğim değil ama sürekli gidip geldiğim, üstünden aşamadığım ve çevresinden de hiç dolaşamadığım bir yazar olan Pessoa'dan bir alıntı ve bir müzikle bitireceğim günü.

"Tam kırk yıldır bütün gününü neredeyse bir mutfakta geçiriyor. Boş zamanı pek olmuyor. Doğru dürüst uyku uyumuyor. Memleketine nadiren gidiyor. İçi hiç yanmadan, bir an bile düşünmeden yaşıyor. Ağır ağır kazandığı ve harcamaya niyeti olmayan parayı, ağır ağır biriktiriyor. Mutfağından bir daha gelmemek üzere ayrılıp, memleketi Galiçya'da satın aldığı toprağa yerleşmek zorunda kalsa, aklını oynatır."

Hillary Hahn son birkaç haftadır ilgimi aşırı derece çeken Amerikalı bir viyolonist. Bu yazıyı bitirirken tam 6.03'teyim.. İnanılmaz bir doruk! İşitsel klimax?

Kahve mi vurdu, müzik mi, yoksa zaten meyilli miydim, bilmiyorum..

22 Ekim 2022 Cumartesi

Kahve hikâyeleri - 3: Süt ortalığı karıştırınca..

Evet sanırım yavaş yavaş kahvenin (de) obsesif bir sanat alanı olduğunu anlamaya başladık.. 

Süt dişi bir madde. Espresso kesinlikle erkek. Espressoya süt girdi mi, iş karışıyor ve mide bozuluyor bence. Hele şeker.. dur ona henüz gelmedik; jonglörün hali hazırda oynadığı oyuna ilerleyen günlerde girsin bu üçüncü lobut.. Biz senle henüz o noktada değiliz.

Süt ve espresso illâ ki bir arada olacaksa, kaçarı yoksa, peki.... Yılgın bir hoşgörüyle, senin güzel hatırın için deneyeceğim.

Yağmur ince ince yağıyordu ve sen amaçsızca dolaşıyordun kentin Arnavut kaldırımı sokaklarında. Yollar da, içinde tuttuğun düşünceler kadar kıvrım kıvrımdı. Üşüyordun ve yalnızdın ve bir sokak köpeğininkiler kadar acıklıydı bakışların. O zaman gördün onu, incecik bir silüetti karşında; narçiçeği şemsiyesi, taba rengi pardesüsü, simsiyah topuklu ayakkabılarıyla adeta bir Lorraine Christie tablosundan çıkmışcasına.. Ya da seni emip o tabloya hapsetmişçesine..

Elinde değildi, aksini beceremezdin. Gözlerini ayırmadan takip ettin onu. Yürüdü, yürüdün. İnce ince yağmaya devam eden yağmur altında bir sokak köpeği kadar gariban ve tekinsizdin. İçgüdülerini takip ettin. Köşeyi hızla dönüp, karşı dükkana yöneldi birden. Kapıyı açarken o, ufak zilin çalışını sen hayâl ettin. Yedi saniye sonra tam onun tuttuğu yerden tuttun sarı pirinç kapıyı, sigarandan son bir nefes çekip hâlâ yanarken attın Arnavut kaldırımının kenarında biriken su kütlesine. Ufak bir cızırtıyla söndü anında. Duymadın. Fakat onun yerine ufak zili, bu sefer gerçekten, duydun. Önce saçlarını silkeledin elinle, karışık saçlarının her bir teli ayrı bir yöne dağıldı. Yaramaz bir oğlan çocuğu ifadesi verdi bu sana. Tam istediğin ifadeyi verdi. Yavaş yavaş ilerlerken satıcıya doğru, onun da yavaş yavaş önce nar çiçeği rengi şemsiyesini duvarın köşesine bırakmasını, sonra taba rengi pardesüyü çıkartmasını (Tanrım bembeyaz upuzun bacakları aklını başından aldı, nefesini kesti birkaç saniye boyunca..) ve tam sen onu artık bir yere oturacak sanarken, kıvrak bir devinimle tezgâhın arkasına geçip gözden kaybolmasını izledin.. 

Hepsi birkaç saniye içinde olup bitti.

Onu yitirdin.

Ve karşındaki yaşlı, asık suratlı, burnunun ucuna dek inmiş çerçevesiz okuma gözlüklerinin üstünden sana dik dik bakmakta olan tezgâhtarla gözgöze geldin. Birkaç saniye bakıştınız, zaman durmuşçasına. Sonra o "Evet?" dedi, sorar bir ifadeyle. O zaman fark ettin, bulunduğun yer ufacık bir kahve barıydı. Bir İtalyan kasabasının meydanıydı. Mevsimlerden sonbahardı. Ve Jose Carreras bir yerlerde En Aranjuez con tu Amor'u söylemekteydi. Ve sen, Cappuccino içmek isterken, yanlışlıkla Café Latte ısmarlamıştın..!

O günden sonra iflah olmadın :))

Kıssadan hisse: siz siz olun, espressoya süt eklemeyin. 

Evet, durum budur. Şimdi dağılabiliriz.

Yazdıran tablo: Suspended in Time
Lorraine Christie link

21 Ekim 2022 Cuma

Kahve hikâyeleri - 2: Romano

Bugün ayağa kalktıkça başım dönüyor, midem de pek iyi sayılmaz. Tansiyonla ilgili bir şey olabilir diye düşünerek, kendime bir Romano yaptım; ananem yapardı ve adına Romano demezdi elbette, farklı bir adı vardı ananemin dilinde ama bugün maalesef çıkartamıyorum. Ermenice'den köklenmiş bir ad olmalı - bilen hatırlayan varsa, kendine bir adı Romano olmayan Romano yapsın ve ananemi ansın.. Zira yapraklar yağmur damlaları kadar sık dökülüyor bugün..

Adı Romano olmayan, miktarı da Ristretto'ya daha yakın kaçmış bulunan Romanoyu içerken, Osmangazi köprüsünü Bursa'dan İstanbul'a gidiş yönünde geçmekte olan bir arkadaşla sohbet ediyordum ve onun da o taraftan geçerken köprüyü eğri görüp görmediğini sordum. Çünkü görsel bir illüzyon oluyor, belki dikkatini çekmiştir, köprü gerçekten eğri gözüküyor.. 

Bu köprüyü inşa eden ekipten Japon bir mühendisin intihar ettiğini duymuştum, Japonya'da bir görevi söz verdiği şekilde (tam ve mükemmel demek bu) yerine getirememek ya da borcuna sadık olamamaktan daha büyük bir suç yokmuş bu arada. Ama köprünün eğrilik illüzyonundan ötürü değil elbette, başka bir nedenden ötürü. Maalesef onu da çıkartamıyorum.

Görev aşkı, ne zaman ve neden yaşam aşkının önüne geçer? Bunu düşünüyorum.

20 Ekim 2022 Perşembe

Kahve hikâyeleri - 1: Doppio

Ben demiştim, benim gibilere işsiz uğraşsız kalmak yaramaz diye. Hastalığın 48. saatinde, aralıksız seyretmesi 19 saat süren bir diziyi bitirince, gözlerime acıdım ve biraz da kulaklarım çalışsın diyerek, uzun zamandır kullanmadığım storytel'i yeniden açıp, uzun zaman önce okuduğum bir kitabı (bir kış gecesi eğer bir yolcu, italo calvino) dinlemeye başladım. 

Bir yandan da elimdeki duble espresso bardağıyla oynuyorum..

Şöyle bir şeyler çalındı kulağıma, okurken fark etmediğim: "espresso makineleri, lokomotiflerle uzak akraba olmalarıyla övünür..

Artık makineler çok sessiz çalışsa da, eski zamanlara özgü o sesi duymayı sevenlerden misin sen de? 

Sırf o sesi duymak için gittiğim çok eski bir kahveci vardı. Şu kahvecilerin hepsinin kendini efendi ilan etmediği ve her şehirde bir sokağı ele geçirmedikleri zamanlardan kalma.. Eski bir sahibi vardı dükkanın; dirseklerine dek sıvanmış, jilet gibi ütülü bembeyaz bir gömleği vardı. Kıvırcık kır saçları, tepeden kel yumurta biçiminde kafası, burnunun ucuna indirdiği siyah çerçeveli kocaman gözlükleri vardı. Belinde siyah beyaz, küçük kareli bir önlük olurdu hep. Belden aşağısını bilmiyorum, hiç görmedim ama hayâl edebilirim. Siyah pantolon, pırıl pırıl parlayan siyah makosenler.. Levantendi. Çok kibar, efendi değil beyefendi bir adamdı... Nerden nereye....... 

O tetikledi. Bir süre kahve yazacağım sana. 

Umarım seviyorsundur..

Sevmiyorsan çayını alarak da okuyabilirsin, bence hepsi bir, süt ve şeker katılmadığı, özenle hazırlandığı, saygı ve sevgiyle sunulduğu sürece.. 

19 Ekim 2022 Çarşamba

Dil DNA gibidir

İzlediğim dizide söylendi bu.

Hakikaten öyle, kullandığı kelimelerden insanın sadece düşünce, inanç ve alışkanlıklarını değil, hatta belki onlardan daha bile doğru şekilde yaşını, eğitim durumunu, gelir düzeyini, büyüdüğü yöreyi, cinsiyetini tahmin edebiliriz kolaylıkla.

Sadece anadil için geçerli bu. Sonradan öğrenilen diller, elbise gibi üzerimize giydiğimiz kimlikler oluyor çünkü. Kendi seçimimizle kuşandığımız kimlikler gibi, sonradan, tasarlanmış.

Peki aynı anda çift-üç-dört dille büyüyen çocuklar?

Noam Chomski'yi sevgi ve özlemle anarken..

Ölmedi yahu, hayattayken ama 94 yaşının getirdiği sakinlik nedeniyle pek göz önünde değilken de anabiliriz büyük insanları, 

değil mi?

kızın bile "yaşlı" olduğunda....
Prof. Aviva Chomsky, 
Noam Chomsky'nin kızı.

Nasılsa hepimiz Noam'ı tanıyoruz diye, kızını koyasım geldi... :)

18 Ekim 2022 Salı

Wendy’li Covid

3. Covid.. 

Haydi bakalım. 

İnsan artık vücudum anladı öğrendi sanıyor ama her sefer ayrı yerden vuruyor yahu.. 

Ama iyi yanı, Mindhunter’ı keşfettim ve ilacı alıp 3 saat gözüm açıldığında binge-watching yapıyorum :) Ama şu gülüş, ah Wendy….. Ama yani!

17 Ekim 2022 Pazartesi

Bugün

Bugün hangi gün, biliyor musun? 

Bilmeyebilirsin. 

17 Ekim Kırlangıç Fırtınası'dır. İlki gelişlerinde yani 8 Nisan’da, ikincisi ise gidişlerinde yani 17 Ekim’de. Bugün artık gidiyorlar.. Kalıyoruz bir başımıza. Kış ve ben.

Foto: Yiorgoskouts by Shadows Magazine

16 Ekim 2022 Pazar

Yasaklı!

Hoşuma gitti, fotoğrafını çektim. Anneme yolladım. “Zehirli olmasa, bu canlı rengi insanın yiyesi geliyor” dedim..


Annemin cevabı:
“Güzel şeyler hep yasaklı” :)))

Kimin annesi?!

15 Ekim 2022 Cumartesi

Yapraklar dökülürken

Çok güzel değiller mi? 

1940'ın ikinci yarısı, büyük ananemle ananem. 

Bir ana ve tek kızı. 

1971'de ayrılmışlar.. 2013 Ağustos'unda yeniden kavuştular. 

Büyük ananemi hiç tanımadım ama öyküleriyle büyüdüm. Ananemse beni büyüttü.

Doğumgününü sorduğumda "annem yapraklar dökülürken doğdun derdi" diye cevaplardı hep.. Bugünlerde yapraklar dökülüyor.. İyi ki doğdun ananem......

14 Ekim 2022 Cuma

Eğer

Özlediysen.

Bunu dinle 

ve gözlerini de bundan ayırma derim.. 

Ben daha iyisini bulamadım.

13 Ekim 2022 Perşembe

Sangha

Sanskritçe'de "ortak bir ilgi, vizyon ya da amaç sahibi topluluk" anlamına gelen Sangha'nın, yani bir topluluğa ait olmanın, sosyal bir varlık olan insan için hayattaki en önemli oluşumlardan biri olduğu ileri sürülüyor.

Peki sen kendi Sangha'nı bulabildin mi?

Kendini çekinmeden olduğun gibi gösterebildiğin, kabul görebildiğin, sevgi alıp verebildiğin, saygı gördüğün, dinlendiğin, anlamaya çalıştığın ve çalışıldığın, onlarlayken kendini rahat, huzurlu ve mutlu hissettiğin, zorlandığın zamanlarda sana istediğin mesafeyi veren, desteğe ihtiyacın olduğunda kapısı ve kolları açık, sana ihtiyacın olan itici gücü gösteren ya da durman gereken yerde frenleyen o insan(lar)ı bulabildin mi?

Ait misin yani? Kendinden büyük bir oluşumun ufacık ama yine de özel bir parçası mısın? 

12 Ekim 2022 Çarşamba

Daha az ben - 2

Gel gel, sana bir sır vereceğim. Ama kimseye söyleme e mi ;)

Bugün dersi kırdım :) Yani projeyi. Daha başlayalı kaç gün oldu, 10 mu? Valla 10. günde pilim bitti. Ya susmuyorlar....! Kafam kaldırmadı, hastayım dedim işi 1 gün kırdım, pişman değilim. Tüm gün film izleyip pizza yemeyi planlıyorum. Hem de salondaki koltukta! Tüm kurallara aykırıyım bugün!

Karikatür: Mert Dolapçıoğlu

Uzun zamandır zoomda böyle bir sürü insanla toplanmamıştım, hamlamışım. Çok konuşuyorlar, herkesin bir derdi var ve herkesin bu derdini ilk planda ortaya atıp hemen anında çözme beklentisi var. Teke tek terapilerde yok böyle bir durum tabii, danışan istediği kadar konuşur, istemezse susar. Terapist genelde konuşmaz, dinler ama konuştu mu tam konuşur.. Daha düzenli bir ortam. Ama bu zoom, bu grup işi, bu her kafadan bir ses.... Önce ben, önce ben.. 

Biraz sessizliğe, sakinliğe ihtiyacım var bugün. Kimsesizliğe.. Bu temel bir insan hakkı değil midir?

Hak görmemişim ki, gizliden, saman altından, işi kırarak, yalan söyleyerek elde ettim bu hakkımı. Oysa insan dümdüz diyebilmeli: yoruldum. Biraz ara veriyorum..

Üstelik ben hak görmediğim gibi, diğerleri de kendilerini öne çıkarmayı ne büyük hak görüyorlar şu hayatta. Belki de bu nedenle işte, ben hak görmediğim için......

Ha günaydın C., anca mı uyandın, saat oldu orta yaş......

11 Ekim 2022 Salı

Nasihat

Bugün karşıma bu güzeller çıktı, senin de karşına çıksınlar istedim..




10 Ekim 2022 Pazartesi

sokak köpeği yavrusu, vb.

Ortak sevgi duyduğumuz birinin dünden beri yaşadığı çeşitli seri-şanssızlıklar sonucunda şu an içinde bulunduğu ruh halini tanımlarken "bir sokak köpeği yavrusu kadar acıklı durumda.." dedim, bu sabah, Oz'a. 

"55 tane benzetme yap deseler bu benzetmeyi bulamazdım" yazıp gülmüş zibidi.

E boşuna blog yazmıyoruz heralde..

bademcik ameliyatı sonrası açlıktan şairliği alevlenen 9 yaşındaki ben..

9 Ekim 2022 Pazar

Dönüşüm

Bir bar taburesi üstünde,

babamın öldüğü yaştayım.

Bu kısmı beni hep çok etkiliyor bu şarkının, ki Teoman'ı da şarkılarını da sevmem hiç.. Teoman da öyle diyor, ben diyor yanlış işler yaptım. Edebiyattı, yazmaktı benim asıl ilgim. Ben müzikten hiç anlamazdım diyor. Aslında ben paramparçayım demeye çalışıyor, ordan burdan sürekli değişen ve bir türlü doyuma ulaşamayan ilgilerimle kendimi oyalıyorum, dağınığım ben diyor. 

Bunu tabii açık açık demiyor da, Nilay Örnek'le yaptığı podcast söyleşisinin satır aralarında ve bu ayki Ot Dergisi röportajında diyor. 

Tuhaf şekilde, Teoman'la ilgili hep aynı şeyi düşünmüşümdür, bunu kendisinin de dile getirmeye başlaması, aslında üzerinde çalıştığına işaret.. Bakalım önümüzdeki yıllarda nasıl bir Teoman'a dönüşecek, yoksa benim hep benzettiğim ve hep korktuğum gibi, Anthony Bourdain gibi mi olacak onun da sonu..?

Göreceğiz.

EKLEME: hay asıl demek istediğimi demeden yolladım yazıyı. Teoman aslında enfes bir "varoluşçu psikoterapi" danışanı olmaya aday, keşke böyle bir talebi olsa iyi bir terapistten.. Şıp diye çözülecek tüm dertleri ama... İşte. Daha o noktaya varmasına zaman ve yol var sanırım.

8 Ekim 2022 Cumartesi

Issız adamS ve Jane

Deniz Özturhan güldürdü beni. Aşağı yukarı şöyle bir şeydi:

Bazı adamlar pek sever ya yalnızlıklarını yüceltmeyi, kıymetlendirmeyi, kendilerine karizmatik havalar katmayı.. Şöyle yalnızım, böyle kendimle başbaşayım, şöyle köklerim yok, böyle bağımsızım, aman da nasıl özgürüm.. Yazar dururlar.

Şimdi bu adamların bir de evde karıları, olmadı anneleri, o da yoksa onlara hizmet eden bir kadınlar orduları olur genelde. Bu kadınlar genelde evin tüm işini yapar, cumartesi alışverişe koşturur, çocukları yapar büyütür doyurur giydirir, adamın giysilerine kadar başucuna hazırlar, önüne rakı sofrasını koyar falan filan. Adam ama yalnızdır. Adam çünkü çok meşguldür kıymetli yalnızlığıyla. Öyle meşguldür ki kendi çevresindeki kalabalıkları göremez.. 

Sartre mesela bu adamlardan biri: "Tanrı insanın yalnızlığıdır" gibi büyük laflar edebilecek derecede yalnızdır yazar Sartre.. Fakat gerçek hayatta kendisi sevgiliden sevgiliye.. Sevgililer tarafından yalnızlığı giderilen Sartre da otursun yalnızlığını yazsın dursun.. Oh.

Bir de Jane'ler vardır bu yalnız adamların karşısında. Jane Austin misal. O da der ki: "Kadınların neden evlendiğini anladım. Yalnız kalıp kafayı dinleyebilmek için..."

Velhasıl-ı kelam sevgili arkadaşım, insanoğlunun yalnızım diyeninden korkun. Aynen "acaba deliriyor muyum?" diye düşünen insanın deli olmasının mümkün olmaması gibi (çünkü delilik zaten deliliği farketme yetisinin yitirilmesidir), yalnızlık da öyle, yalnızım diyen insan, yalnız falan değildir, burnunun ucunu göremeyen insandır. Net.

:)) Güldüm ve hak verdim doğrusu. Ben de ara sıra yalnızım yalnızım gurbet ellerde edebiyatı yaptım çok, özellikle kış aylarında.. Ama doğru, hangimiz gerçekten yalnız olabilme lüksüne sahibiz ki? En iyisi bakış açımızı değiştirip "kafayı dinleme" kısmına odaklanalım derim. Bilmem sen ne dersin?

Alakasız dipnot. Kim lan bu hayatımın erkeği?'ni ne özledik ama..!

7 Ekim 2022 Cuma

Nazar

Canım bugün bir şey yazmak istemedi.


Bezginim hayattan.
Halbuki, öyle de güzel ki kerata..

6 Ekim 2022 Perşembe

Dünya küçücük

Ne okuyabildim, ne dinleyebildim, ne izleyebildim bugün. Yeni proje çok yoğun. 

Ama çok güzel bir ayrıntı yakaladım.

Yeni projede dünya çapında bir ekiple çalışıyoruz. 12 kişiyiz ve aramıza Çin, Japonya, Myanmar, Rusya ve Ukrayna'dan (evet bu ikisi bir arada! çünkü isteyince olabiliyor işte!) arkadaşlar var.. Bu ekip farklı zamanı ve farklı mekanı tek bir bilgisayar ekranına sıkıştırmayı başardı..

Konuşurken dikkatimi çekiyor ve soruveriyorum: evinde papağan mı var Mai? Mai pırıl pırıl bir sıra inci gibi dişlerinin tamamını göstererek gülüyor: "hayır hayır dışarıdan geliyor..." 

Çünkü o Myanmar'da ve orada henüz muson mevsimi başlamamış, kuşlar ve tüm börtü böcek çılgınlar gibi ötüyor, güneş pırıl pırıl parlıyor, akşam yavaş yavaş iniyor.. Oysa bizde artık soMbahar kendini hissettirmeye başladı, son kuşlar göçüyor ve henüz daha sabahın öğlene koşturan saatleri.. Dünya diyorum, hem ne kadar büyük, hem de küçücük!!

Dünya diyorum, sadece Türkiye'den ve olaylarından ibaret değil, 
eğme başını!

bugün kendime aldığım güllerse Kenya'dan gelmiş!

5 Ekim 2022 Çarşamba

100 numaradan sonbahara dair sorular

100 numara - Ayak yolu - Abdesthane - WC - Tuvalet - Banyo -  Lavabo - Hela - Memişhane - Gusülhane -  Kenef.. neden tek odaya bu kadar çok isim verdik?

Akıl neden ya kaçarken, ya ..?

Felsefe açık havada, halk tuvaletlerinde mi tartışılırmış gerçekten?

Bedenimizdeki en rahatlatıcı his tuvalete çıkabilmek midir?

Çocuğumuz olduktan sonraki 2-3 sene boyunca, tuvalete asla tek başımıza giremeyeceğimizi büyüklerimiz bize neden anlatmaz? 

Tuvalet pandemide tek sığınağımız mıydı?

Banyo dolabının ulaşılamayan en üst gözünde çikolata zulasını gizleyen tek insan ben miyim?

Tuvalette geçen zamanlar, boşa geçen zamanlar mıdır?

Bu ve bunun gibi daha nice sorularımızı cevaplayan bir fotoğraf, tam tuvalette oturduğum yerden:


.. hayır bu yazıyı tuvaletten yazmadım ;))

4 Ekim 2022 Salı

Ördek yarışı

Münih’in hatırı sayılır sosyal yardım kuruluşlarından birinin her sene bağış toplamak için yaptığı eğlenceli bir ördek yarışı var. Dereye 2000 adet numaralanmış sarı plastik ördek bırakılıyor ve 3 saat sonra finish çizgisine ilk varan 20 ördeğe çeşitli ödüller veriliyor. Ördeğin tanesi 5 euro, çeşitli projelerde kullanılmak üzere güzel bağış toplanıyor.. Sonra tabii biz gönüllüler bir de dere boyu yürüyüp çalı çırpıya sıkışıp kalan tembel ördekleri topluyor, dereyi bulmak istediğimiz gibi temiz bırakıyoruz.

Bu sene nedense emindim, ördeklerimden birinden bir depar bekliyordum, içime doğmuştu, mutlaka bir ödül kazanacaktım. Sabah 11’den akşam 15’e çevremdeki diğer bahisçi dostlarımla laklak yapıp baya bir ördek takip ettim anlayacağın.. 

Ama sonuç (yine) menfi. 

Ördeğimi aldım eve getirdim, küvete koydum, karşılıklı bakıştık ve dedim ki:

Kumarda kaybettim.

Bu durumda..

Aşkta mı kazanacağım acaba?

Ördeğin cevabını hâlâ bekliyorum.

3 Ekim 2022 Pazartesi

Kadın olmak - 2

Bu sabah, henüz gün başlamadan, çok güzel bir metni, çok güzel bir kadının, çok güzel sesinden dinledim. Linki burada.

Sabahın erken saatleriydi, yeşil bir şeylere bakarak vitaminli suyumu içiyordum. Kulaklıklarımdan gelen yumuşak sese teslim olmuş, hiç bir şey yapmadan ve düşünmeden, onu dinliyordum. Önce gözlerim doldu, sonra aktı pıtır pıtır. Fakat bir şükran dolması (mercimek dolması der gibi - ille işi mizaha vuruyorsun C.) çünkü o metindeki "kadın nedir?" maddelerinin tamamına, evet tamamına sahip olduğumu fark ettim. Ben ki kendimi pek kadın gibi hissetmem aslında, daha ortalarda bir yerdeymişim gibi gelir. Fakat bu sefer, hiç eksiksiz, tam bir kadınmışım gibi hissettirdi bu metin bana.. Dünyayı kucaklayacak kadar büyük bir sevgi, şefkât duyabilmek.. Yumuşacık ama gerektiğinde çok güçlü olabilmek.. Acıyı kuşkuyu aşkı yalnızlığı onuru ama aynı zamanda sevinci ifade edebilmek.. Korkan birini gördüğünde tut elimi diye elini uzatmak.. 

Bir tür; kimliğimle, cinsimle kucaklaşma hali, bir şükür vesilesi, bir gurur anı oldu bu metni bu güzel sesten dinlemek. Ve büyük motivasyon oldu. Evet, hatam da var, kendi değerimi asla unutmamalıyım!

geleceğin güçlü kadınlarından biri olması için.. ona da unutturmamalıyım.

Diyorum ki, kadınsan, sen de dinlesene bi'.. Sana da iyi gelecek gibime geliyor, ne bileyim, mevsim geçişleri zorluyor ya bizi.......

2 Ekim 2022 Pazar

L.‘in Günü

Bugün de onun günüydü.. 

Onun kulağına doğduğu günden beri “You are my son. You are my sunshine!” diye fısıldıyorum.. Son-shine :) Kitch ama her sefer güldürüyor.

Pastası da hiç pastaneden alınmadı garibanın ya da şanslının, ama o da 6 yıldır her sefer - en nailed it! seferinde bile - güldürüyor. Çünkü 1 kilo çilek ve bin kilo anne sevgisi.. Keşke ve inşallah o da ilerde, sadece bunun için sever beni! 

1 Ekim 2022 Cumartesi

Kadın olmak diyorum, huuu, kime diyorum?

Türkiye'de tacize uğramamış kadın yoktur, dedi dinlediğim podcastin sivri dilli kadın komedyen konuğu. Türkiye'de tacize uğramamış çocuk ve erkek de olmayabilir diye düşündüm ben de.. Çünkü tacize uğramak bir nevi normalleştirildi yıllardır. Otobüste azıcık ellendiysen ne olmuş, öldürülmedin ya sonuçta.. Büyütme sen de canım. Herkes ellenir, herkes eller, eller eller.. Gözler gözler gözler.. falan. Hem ders olsun bu sana, bir dahakine sen de erkek arkadaşlarının önüne ya da arasına geçersin, korur onlar otobüs sapıklarına karşı seni yavrucuğum. Erkek arkadaşların olayı nedir zaten, kendi kız arkadaşlarını korumak. Haydi sil gözünün yaşını, bir çay koy da içelim..


Bu durumun normal olmadığını ben iki sene önce fark ettim diyeyim de gül. Almanya'da büyürken ya da büyüdükten sonra, kimse tacize uğramıyormuş sevgili dostlar! Bir "kız kıza çıktık" gecesinde 40 yaşımda öğrendim ben bunu.. Ayol otobüste ellenmiyormuş kimse diyorum! Daha büyüklerini zaten ağzıma alamadım da... Otobüs metaforuna çakılı kaldık işte. Ben şok, bunu bana fark ettirenler de şok geçirmeme ayrı şok, geçirdik.. 

Böyle şeyleri yaşamadan büyüyen kız çocukları varmış bir yerlerde.. Bunu normalleştirmek zorunda kalmadan kadınlığa adım atanlar varmış. Cinslerinden ve cinselliklerinden utanmayan, sürekli başına - üstelik genelde de en yakınındaki - erkeklerden bir felaket geleceği endişesiyle yaşamayan, kendilerini sakınıp kollamadan, sürekli bir yerden bir yamuk gelecek diye beklemeden rahatça hayatlarını sürdüren kadınlar varmış.. Ki bu satırları yazan kadın da en fazla işte otobüste bir defa ellendi (dersini aldı, erkek arkadaşlarının ortasına geçti bir dahaki sefere) daha büyük bir felaket yaşamadığı halde yani şok içinde.. Gerisini sen düşün..

Böyle Türkiye'de tacize uğramamış kadın yoktur demekle konuyu normalleştirmek dışında bir sonuç elde edilmiyor diyorum. Aksine, Türkiye'de taciz ciddi bir sorundur ve bunun aşılması için politikacılar, eğitimciler, medya, hepsi birlikte çalışmalıdır diyorum. Bıt bıt ötmek yerine diyorum, proje diyorum? Kızım sadece sana demiyorum, oğlum sana da diyorum, damat sen de anla.