Ve üçlemenin sonuncusu; sakin gün.
Günün yarısını bahçedeki salıncakta kitap okuyarak geçirdim ve öğle uykusu denen ustalık sanatını icra ettim. Diğer yarısını ise, en son keşfettiğim şu bloğun içinde çok büyük keyifle gezinerek, sorduğu soruları düşünerek, hak vererek ya da karşıt duygular hissederek geçirdim.
Yıllardır yazan blogları böyle yıllar sonra keşfetmiş olunca da, ne bileyim, hem utanıyorum, hem seviniyorum, tuhaf bir duygu..... Sanırım iki aydır "her gün yazanlar" güruhuna eklenmiş kendisi de, o nedenle ilgini çekebileceğini düşünerek, paylaşmak istedim.
Şimdi ise, bir yandan Berlin tayfasının dönmesini "bekliyor", bir yandan da A Man in Full'u izliyorum. Erkek olmanın da zorlukları varmış hakikaten, testosteron da başa bela bir başka hormon aslında.......
Hormon bilimi hakkında ne kadar az şey biliyoruz ve üstelik, hayatımız üzerinde ne kadar büyük bir gücü olduğunun farkında bile değiliz! Bu beni biraz umutsuzluğa itiyor, belki de günün birinde, sis perdesi kalkınca, gerçekten sadece bir makine olduğumuzu fark edeceğiz.. Ve dışarıdan ufak bir müdahaleyle, onu azalt bunu arttır düğmesiyle, ne kadar çok şeyi değiştirebileceğimizi de keşfedeceğiz. Bu büyük bir devrim olacak mutlaka. İyi yönde mi, daha da kötü yönde mi; işte ondan emin değilim...