Dün aslında hissizliğe övgü diye başladığım yazı, beklenmedik, tuhaf bir yere gitti. Su gibi yön değiştirdi ve bunu fark ettiğimde engellemedim. Yazıyı bitirirken, ağlıyordum.. Bugün sabahtan beri Marina ile Ulay'ın ilişkisi ve sanatı hakkında bulabildiğim her şeyi okudum, izledim.
Dün çok ayrıntılı yazmak istemedim, sen oku, sen düşün istedim benden ayrı bir şekilde. Marina ve Ulay'ın aşktan sanata ilişkileri, Çin seddi'ni iki karşı yönden yürüyüp ortada buluşacak ve törenlerle evlenecekken, araya giren bürokratik engeller, yıllarca beklemek, bu arada birbirlerinden uzaklaşmaları sonucunda, yine de Çin seddinin 2000km'sini yürüyüp, sonucunda da ayrılmalarını izledim, okudum. Daha sonra yirmi sene boyunca birbirlerini görmeyişlerini..
Ve MOMA'daki "Artist in present" projesinde aslında Marina karşısına oturup kalkan tüm o insanlara tepki vermeden "orada bulunmak"ı sergilerken, içten içe Ulay'ı beklediğini hissettim. Ve Ulay'ın ona haber vermeden gelişini, karşısına oturuşunu, Marina'nın gözlerini açışını, hiçbir surette tepki vermeyecekken Ulay'a gülümseyişini, ellerini uzatışını, Marina ağlarken orada olan herkesin ve ekranın öbür yanında benim de ağlayışımı.. Çünkü diyor ya: insani şeyler bunlar....
Bugünü buna ayırmak istedim. Ayrılıklar, ömür boyu bitmeyen özlemler, içe atılan umutlar, kavuşmalar.
İlk video - MOMA'daki o an. Aşkın sanatı, ayrılığın ve kavuşmanın sanatı ve insanlarda yarattığı tepki:
İkinci video: "Sen benim hayatımdın....." (please dont go away...)