Avludaki karaağaç, belki de, benim için, yaşamımın bu dönemi için bir simge. Capcanlı, gözümün tam önüne konmuş bir metafor. Kapkara bir karaağaç. Belki yirmi metre vardır boyu. Yaşı kim bilir kaçtır.. Karaağaçlar 1000 seneye yakın yaşar, demek ki en az 200 senedir burada, bu bahçede. Bahçe bahçe değilken bile, o vardı..
1000 sene yaşadığını düşünsene. Yani yaşam dönemi birbiriyle hiç çakışmayan ortalama 11 farklı insanın tüm ömrünü ya da ortalama bir hesapla bir insandan doğacak 33 nesli doğumundan ölümüne görmek demektir bu!
Bir an durup, herkes 30 yaşında 1 tane çocuk yapsa.. ama bazıları 0 bazılarıysa 2, 3 çocuk yapacaktır, o zaman kaç insanı tanır bu ağaç diye hesaplamaya kalktım, içinden çıkılamaz, hesaplanamaz bir matematik problemi gibi göründü bu bana. Akıl almaz bir rakam! Bıraktım.
Ama bırakamadım da.
Ağaca baktıkça, onun tüm bu hareketsiz, sakin bilgeliğinde, bu matematiksel kurgunun gölgesini görüp durdum. Bu ağaç için herbirimizin ne kadar önemsiz, geçici bir detay olduğumuzu, tarih boyunca bu ağacın hepimizden çok daha önemli bir konumda olduğunu düşündüm.
Ve bir gün, bir densiz gelip kesiveriyor onu. Kendi doğrusu içinde "kuruduğuna" ya da "yaşlandığına" kanaat getirebiliyor, tehlikeli bulabiliyor kendi yaşam ortamı için, ya da sadece o an o ağacın yanlış yerde olduğuna, ya da gereksiz olduğuna inanabiliyor. Sanırım hayatı, mekanı sahiplenme algısı ve tarihle ilgili sorunum da tam olarak burada başlıyor: Kimin doğrusu, kimin gerçeği..
Halbuki bu ağacın kesilmesi, tıpkı birdenbire kesiliveren güzel bir metin gibi. Hani tam ş