25 Mart 2024 Pazartesi

Romeo ve Kırmızı Conversli Juliet

Böyle şeylerin kokusunu çabuk alırdım normalde ama benim bile fark etmem koca bir haftayı aldı. Diğerleriyse henüz farkında değiller, ama, serviste bir de aşk hikayesi var! Ucu yanık, kırık bir aşk hikayesi.

Asıl oğlan fena vuruk. Asıl kızsa fena depresyonda. Yani Romeo ve Juliet’imizin arasına bu sefer aileleri değil, hastalıkları girmiş (ki bazen bu ikisi aynı şey de olabilir). 

Gözümdeki ilk perde, Juliet’in zorunlu, biz diğer figüranlarınsa gönüllü zorunlu katıldığımız Badmington dersiyle açılıyor. Romeo bir strateji hatasıyla Juliet yerine benimle eşleşince alıyorum kokuyu. Aklı o kadar Juliet’te ki, top havalanıyor havalanıyor, bir türlü raketle buluşamıyor. Bu kadar atletik yapılı bir genç adam, hem de annesi yaşındaki benim, annesel bir koruma ve teşvikle attığım topları yakalayamasın! Olacak şey mi?!  

Topların düşe yazdığı alana kayınca gözüm, onu görüyorum. İçten kilitli bir trajedinin izlerini taşıyan, bembeyaz, anemik bir yüz. Bağbozumunda dalından henüz toplanmış kadar buğulu, üzüm karası gözler. O gözler ki, dünyayı görmüyor. Bakışları ayakkabılarının ucuna sabitlenmiş. Onunla birlikte ben de bakıyorum kan kırmızısı, bilekli, Converse ayakkabılarına. 

Ayak bilekleri. Kan kırmızısı. 

El bilekleri.

O bilekler ki, üzerindeki kalın yara bantlarını nerede görsem içimde kuzeyli rüzgarlar eser.

Kan kırmızısı bilekli Converse ayakkabılar bu haliyle gerçek bir metafor. Kanlı bilekler.. Elbet böyle şeyleri benden başka kimse fark etmiyor.. 

Aşkı da fark edemedikleri gibi.

Juliet kız, o kadar da güzel değil diyecek olsam, gülersin biliyorum; Aslı’yı görenler Ferhat’a “Bu mu Aslı?!” demişler de, Ferhat “sen bir de onu benim gözlerimle gör” diye cevap vermiş ya. O hesap.

Kızın hüznü fakat, çok güzel. Öyle güzel üzülüyor ki, yaraları öyle güzel duruyor ki üzerinde, içimin barbar kavimleri ateşin önünde dansa kalkıyor.. Bazı insana gülmek değil, üzülmek yakışıyor! Onca aktör ve aktris yoksa, yıllarca travmalı rolleri oynadıktan sonra komedide şansını denemeye kalkınca, neden silinip gitsin değil mi? 

Bazı yüzlere trajedyalar yakışıyor.

Romeo kendi içinde yanıp tükenen bir kandilken, Juliet, Juliet’liğinin farkında değil. Farkında olsa yüzü biraz olsun güler mi? Bileklerindeki yara izleri öpünce geçer mi? Aşk her şeyi iyileştirir mi?

Romeo’nun topları alanın bir köşesine yığılıp dururken ve Juliet’in kırmızı, bilekli, Converse ayakkabılarının önüne önüne düşerken, içimde bir annelik atağı yaşıyorum. “Git konuş onunla” demek istiyorum, “en kötü ne olabilir ki?”

Ama “konuşmaz benimle, rahatsız olur belki” diyeceğini de biliyorum. 

“O zaman uzaktan sev” diyorum, “bazı kavuşamayan şairlere göre, sevmelerin en güzelidir ne de olsa..”

Ama işte orada bırakamıyorum. Ben bu işe el atmazsam, rahat edemem :)

Bir haftamı alıyor. Yemekte yanyana oturmaları için, sporda birbirleriyle eşleşmeleri için, grup terapilerinde karşı karşıya düşmeleri için tüm ergonomik zekamı ve yeteneğimi kullanmam gerekiyor. Ama Voila! İşte konuşuyorlar! İşte Romeo’nun yüzünde bahar dalları. İşte Juliet ilk defa bakışlarını Converse’ten yukarı kaldırdı. İşte benim dışımda kimsenin bilmeyeceği bir haftalık yoğun emeğin mükafatı. İşte bir “merhaba”.

Masaldan burada çıkıyoruz. Gerisi onlara kalmış. Belki bir gün torunlarına “biz bir psikiyatri kliniğinde tanıştık” diye anlatacak, herkesten farklı bir hikayeleri olduğu için gururlanacaklar. Belki de merhabanın gerisi asla gelmeyecek. Önemli olan bu değil.

Bu masaldan çıkma zamanımız tam bu an. Bu nokta.