31 Ocak 2024 Çarşamba

Savunma

"Öyle anlar oluyor ki yazmaktan utanıyorum.

Yazmadığımda ise (iki yıl sürdürmeyi başardım) iç-denge diye adlandırdığım, o kafamda mı, yüreğimde mi olduğunu bilmediğim bir denge bozuluyor ve çevreme karşı kırıcı, hattâ saldırgan oluyorum.

Bunu da hiç sevmiyorum.

Yazdığımda, bu, bir ölçüde geçiyor.

Belki, yazarken, kendimi kırdığım ve kendime saldırdığım için."

Ferit Edgü, 25 Ekim 84, Kanlıca ("Her şeyin sonundayım - T.Ö. - F.E. mektupları")

30 Ocak 2024 Salı

Geçiyor.

Günlerim endişe, yorgunluk ve sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi, güzel şeyleri bulmaya ve yazmaya çalışmakla geçiyor. Oysa bu bloğa kişisel yazmayacaktım.. 

Ama buz pateninden, şarkılardan, filmlerden söz ederken - ki aslında hepsi de geçen haftaya ait, yedekler stoğundan otomatik yolladığım günle alâkasız yazılar - sanki başka bir evrende, başka bir hayatta gibi hissedeceğim oyununu oynuyorum. Sen de yiyorsun sanki..

Dün Oz bana "sen küçük, basit ve aşırı güzel detayların kraliçesisin!" dedi..

Düne dair tek güzel şey buydu aslında. Ha bir de H.'nin "dur arıyorum" deyişi ve "azgın teke sendromu" denen bir şeyi anlatıp, beni kahkahalarla güldürüşü. 

Bu zor günler de geçecek elbet. Yine güzellikler olacak, sonra yine zorluklar, yine güzellikler, yine.. Hayat böyle çünkü. Ama ne bileyim, geçerken de birşeyleri alıp götürüyor sanki........

29 Ocak 2024 Pazartesi

Rakı sofrası

Alkolle çok aram yok, rakı hayatımda 1 defa içtim, balık yemeyi de geçen sene bıraktım ama bugün şöyle bir masa özlemi içindeyim nedense;

"Mezeler, içkiler, ara sıcaklar, balıklar, ülkenin geleceğine dair endişeler...." :)) Mahir Ünsal Eriş, Gaip.

Meze dünyanın en güzel beslenme şekli değil mi ama?! Sanırım ben hayatımı ölene dek aynı vejeteryan meze ve meyve tabaklarıyla geçirebilirim... Usanmam. 

Ama sanırım mezede ve meyvede sevdiğim şey, ufak ufak lokmalarla yenmesi, yavaş yenmesi, sohbet ede ede yenmesi, yani kısacası "sosyal" yenmesi.... Sanırım yemek benim için öncelikli olarak sosyal, sonra bedensel bir ihtiyaç... Tuhaf.

Bu sofradan benim en çok sevdiklerim / hani yapıp da davet etmek istersen ;))

Ispanak borani (sırrı: azıcık kişniş)

Kerevizli ege ezme (sırrı: azıcık yeşil elma ve limon)

Pancar ezme (sırrı: dereotu ve toz ceviz içi)

Haydari (sırrı: nanenin yanına azıcık da fesleğen)

28 Ocak 2024 Pazar

Satılık 36 numara patenler, bir daha hiç giyilemeyecek*

Günün olayı; alınıp 1 defa giyildikten sonra 6 sene boyunca yüzüne bakılmayan buz patenlerimin devir teslim töreni oldu. Ayakları benimkilerle aynı numara olan, 9 yaşında bir kız çocuğuna satıldı patenlerim. Çünkü evet, bu sene soğuk gittiği için donan derenin üzerine çıkıp patinaj edesim hiç olmadığı gibi, bu yaşımdan sonra da bir defa daha olacağını hiç sanmıyorum..

* Hemingway'i sevgiyle anmayalım mı?

27 Ocak 2024 Cumartesi

Pörsük

Pazartesi markete gelen çiçeklerin satılmayanlarını Cuma sabahı çöpe atıyorlar, çünkü Cuma akşamı ikinci dağıtım yapılıyor ve yeni çiçekler geliyor. Çöpe atmadan önce, bu çiçekleri marketin çıkışına "isteyen alsın" diye koyuyorlar.

Bu beni mahvediyor.. Müstakbel sahiplerini susuz bir kova içinde beş gün boyunca bekledikleri için, daha açmadan pörsümeye başlayan ama tam da bozulmayan, daha goncayken ölmekte olan çiçekler bunlar.. Belki "mükemmel" değiller ama bir zamanlar en az diğer çiçekler kadar umut doluydular. Doğadaki türdeşlerinden farklı olarak; sadece açma, çevrelerini mutlu etme, ölme döngüsü içindeki "kesilmiş çiçek demetleri"... Açamadan ölmek.

Çiçeği koparmaya bile kıyamazken, sırf bu nedenle, eve buket buket çiçek getiriyorum Cuma sabahları...... Çünkü, potansiyeline ulaşamadan hayattan kopartılan çiçekler (ve aslında insanlar) beni mahvediyor...... Bu düşünceyi kaldıramıyorum.

Ve eve gelip suya kondukları an hızla açmaları... (Hele bir de sürpriz güneşi buldularsa!) Minnet mi, şükran mı, kısacık yaşamlarının birden anlamlanması mı, yaşayamadıkları ömrü dolu dolu yaşama azimleri mi...

Bu konuyu terapiye götürmeliyim. Evet.

26 Ocak 2024 Cuma

Saltburn izlenmeye değer mi?

Bence değmez. Fakat irkiltme / öğürtme / rahatsız etme faktörü nedeniyle, belki de tam aradığın filmdir, bilemem. Hafif telenovela havası var, fakir ve aşağılan gencin uzun dönemli intikam planları artık çiğnene çiğnene öğüttüğümüz temalardan ama Saltburn'ün bu kadar tartışılmasına neden olan farkı şu; bir iki sahne gerçekten fazla abartılı: banyo ve mezar sahnesi.. Bir de son sahnede Berry Keoghan'ın çıplak dansı da oldukça açık ama oldukça da komik. Genel anlamda protagonistimizin "değişim" süreci işlendiği için, bir "tersine(?) bildungsfilm" olarak (var mı böyle bir şey, bildungsroman misali? yoksa ben mi kelime uyduruyorum yine?) ilgi çekici ama sonu belli, pek "akıl ya da dikkat" isteyen bir film değil, izlemezsen de hiçbir şey kaybetmezsin. (Hatta zaman ve mide esenliği kazanabilirsin..) 

Aslında potansiyelinde çok daha karanlık bir film olabilecekken, bence yönetmenin fazla aydınlık havasının etkisiyle, film resmen hiçlenmiş.. Yer yer Wim Wenders'in sahnelarini anımsattı renklerin ve kameranın kullanımı. Ama Lars von Trier yapsaydı bu filmi, gündeme otururdu kesinlikle. Yazık olmuş..


Bir de Berry Keoghan ileride kesinlikle Elon Musk'ı oynayacak, yazmadı deme. Bu ne benzerlik, şimdiden?! 

25 Ocak 2024 Perşembe

Kapı ve mınekiş

Kiremithanem'de görünce merak etmiştim. Dün eşimle izledik. Bu kültüre çok yabancı, anlar mı ki diye düşündüm ama ikimizin de hoşuna gitti. 

Mardin'den Berlin'e göçen Süryani bir aile. Filmde kullanılan sarının kırk tonundaki renkler çok güzeldi; Mardin'in ışığını ve mimarisini zaten çok severim, çok da özlemişim. Bizim Alman büyülendi tabii. Mutlaka gidelim diye tutturdu.

Bir sonbaharda belki...

Mojo listemde "bir ülke filmi izlerken, o ülkenin mutfağından bir şeyler ye" maddesi de var. Filmden önce, bölge yemeklerinden mınekiş yani zahterli pide ile tabule ısmarladık eve. Mınekiş muhteşemdi:

Tabule ise iyi değildi ama evde de çok kolay yapılabilir bir dahaki sefere. Fotoğraf ve tarif Arda'nın Mutfağı'ndan. Tabak da tabakmış, değil mi sence de? ;)



ve yanına da elbette nane çayı <3

Bu "film ve ülke mutfağı" işini 3 sene önce de yapıyordum ben! Araya hayat girince unutuyorum zevk aldığım şeyleri. Mojo listem sayesinde yeniden başlamak gerçekten çok iyi geldi.. Doğrusu bu ya; bu liste bana çok iyi geldi! :)

24 Ocak 2024 Çarşamba

Mektup arkadaşı

Tezer diyor ki Ferit'e bir mektubunda: "Severek mektup yazılan bir insanın bile olması ne büyük olay, söylenen her sözcüğün anlaşılmaktan öte, yaşandığını, dahası sözcüklere bile gerek olmadan yaşandığını bilmek, güç gibi yalınç bir olgu değil, varolmak gibi bir şey. İşte, yalnız kalınca varolduğumu hiç algılamıyorum." 

İnsan varoluşunu sorgulamaya başladıysa, bir dostla mektuplaşmaya zaman ayırmalı.

Tezer ile Ferit'in mektuplaşmaları gibi olmalı bu mektuplar. Düşündürücü, sorgulatıcı ama dostça, samimice, tanık olduğumuz çağın üzerimizdeki izlerini paylaşmak amacıyla.. 

Yavaş yavaş, tatlı tatlı yazmalı ona ve ondan gelen zarfı, heyecanla ama içindeki kağıdın ucunu dahi incitmeden, bir bıçakla nazikçe açmalı, bazen pullarını suyla yumuşatıp çıkartmalı ve biriktirmeli..

Bugün uzuuun uzun, saatlerce mektup yazdım. Bir ara yağmur yağdı yan penceremde. Bir ara güneş göz kırpar gibi oldu. Bir ara çayım soğumuştu, yeniledim. Ama saatlerce kalkmadan yazdım. Akşam evden çıktığımda, güzel bir pul alıp, gönderdim mektubumu. Muhatabı eminim şaşıracak ve  sevinecek, o ânı düşünmek beni mutlu ediyor..

Alâkasız Fotoğraf: Malawi'de çekmiştim. Yıl 2009. Dünyanın en fakir yerlerinden biri, ama sunduğu dostluklar onu hatıralarımda bir cennet yapmaya yetiyor..

23 Ocak 2024 Salı

Puslu

Bugün; 

Konusu St Petersburg'ta geçen bir şeyler okumalı, 

    Tchaikovski'den bir violin konçertosu dinlemeli,

        sıcak ve baharatlı bir şeyler içmeli, 

               renkli battaniyelere sarınmalı,

                       mavi hayallere kapılmamalı.


ben hep gençlere meyletsem de, babam Itzhak Perlman'a ait versiyonu yollamış,
eh.... haklı :) 
ekledim..

22 Ocak 2024 Pazartesi

Yaz geliyor! :)

21 Aralık'taki en uzun geceden sonra, gündüzler yavaş yavaş uzamaya başlıyor fakat bu sabaha dek bu hissedilecek düzeyde değildi. Bu sabah evden çıkarken yine zifiri karanlık olmasına rağmen, 3-4 dakika sonra doğudan gelen pembelik beni şaşırttı ve çok mutlu etti! Demek ki en zor kısmı atlattık..

Mojo listeme "gündoğumunu izlemeyi" koymadığımı hatırlatan ve eklememi önerenler oldu ve haklılar, gün doğumunda insanı mutlu eden bir sihir var. Fakat ben özellikle koymadım, çünkü gün hakikaten "doğabiliyorsa", yani güneş azıcık da olsa pembeleştirebiliyorsa, asla kaçırmam, her gün izlerim. Okul yolu üzerinde böyle bir şansım var. Her sabah bu manzaraya sahibim:

Sadece bazı günler ya da hatta haftalar, güneş doğmuyor. Siyah başlıyor, gri geçiriyor, siyah bitiriyoruz günü.. Bu mojomu çok dibe çeken bir durum olsa da, ara sıra şu manzaraya geri kavuşunca, insana "eşeğini kaybedip geri bulma" hissiyatı verdiği için, sanki çok daha değerli oluyor... Bu sabah gibi.

21 Ocak 2024 Pazar

Yaşamın anlamına dair arayışlar, bölüm 3625187

Akşam yavaştan inerken, dişleri takırdasa da dağdan ayrılmak istemeyenler burada mı? Yılın ilk kayağıydı bugün. Güneşli ama buzzzz gibi keskin dağ havası, yanaklarımızı elma elma yaptı.. 

Ebeveynlik; yeteneğini ve bilgini çocuğuna aktarmak ve dünyanın bir tık olsun ileti gitmesine katkıda bulunmak mıdır? Yoksa sadece birlikte eğlenmek için mi yapılır çocuk? Sanki sadece ebeveynliğin değil, yaşamın da anlamı bu iki sorunun cevabı arasında gizli..

Cevabım da sanki şu; önce yeteneği aktarır / görevini yaparsın, sonra o yeteneği kendi keyfin için de kullanır, yaşamı yaşanılır kılmak için, eğlencenin dibine vurursun. Emeksiz keyif olmuyor...

Günün en "gönlü kala kala vazgeçmek" bilgeliği ise, en küçüğümüzden: "Biz bir takımız anne. Birimiz yorulunca diğerlerimiz de kaymayı bırakmalı.."

Sen ne zaman büyüdün de benimle takım oldun, bacaksız?

20 Ocak 2024 Cumartesi

İstanbullu hikayeler

Dinlediğim kitapları Goodreads'e yazmıyorum. Sanırım biraz suçluluk duygusuyla ilişkili; okuma organı gözdür, kulak değil diye bildiğim ve tembelliğe kaçtığımı düşündüğüm için. Okunanlar hanesine yazamıyorum ve dinlenenler hanem de, çok nadir kitap dinlediğim için, yok. Bu sene olsun.

Çünkü güzel bir kitap dinledim.

Osman Balcıgil’i Suat Derviş’i anlattığı İpek Sabahlık’la tanımış ve Hakkı Devrim’in tarihi biyografi kitaplarındaki tadı aldığım için, sevmiştim. Bu sefer İstanbullu hikayeler’ini dinledim. Gözlerimi de kapattım. İstanbul’u düşündüm ;) Martı seslerini, kızılın başka hiçbir şehirde olmayan kırk tonunu, poyrazın denize verdiği o kurşunî tonu ve içinde yaşayan, bu kente rağmen bu kentte yaşayan sevdiklerimi.. En çok da onları çünkü bir kenti o kentteki insanlar nedeniyle özümser ve severiz..

İstanbullu Hikâyeler naif ve hafif bir kitap. Gediklipaşa Çadırcılar Çeşmesi, Çiçek Pasajı, Adalar seferi yapan Güzelhisar Vapuru.. Hele de o; Hayri Bey ile Müfide Hanım’ın hikayesi…. Aaaah ki ne ah!

Dedenin dizine oturmuş, göğsüne başını koymuş, hikayelerini dinler gibisin… Öyle bir tat. 

Çok sevdim. İşleyen organ göz yerine kulak olsa da….

19 Ocak 2024 Cuma

Aranan şarkı bulundu!

Dün sabah bir de baktım whatsapp'ımda bir link. Ne varsa blogdaşlarda var! Ters Pabuçlar'a minnetle (beynim kısa devre verecekti az kaldı..)

TRT3'te dinlediğim buydu işte...

Tezer'le bitirelim o vakit: "Evin karşısındaki yüksek dağlara bakıyorum, ama hem senin yüzünü görüyorum, hem de pipo tütününün kokusunu duyuyorum". ("Her şeyin sonundayım" - Ferit Edgü'ye Mektuplar 1966-1985).

renk kombini mi yapmışım?!

18 Ocak 2024 Perşembe

Yaşam treni

Acaba insanlar en çok neden korkar?.. Herhalde her şeyden çok, yeni bir adım atmaktan, kendi söyleyecekleri yeni bir sözden korksalar gerek... 


Suç ve Ceza, Dostoyevski.


17 Ocak 2024 Çarşamba

Senden başka

Yusuf Nalkesen’in güftesiyle; 

Sevdiğim inan sözlerime, 
senden başkası yok içimde, 
senden başkası girmedi kalbime, 
seni her gördüğümde yüzüne bakmasam da,
başımı kaldıramasam da, 
senden başka kimse yok içimde.. desem belki yaşın tutmaz, 600’den fazla eseri olan bestekârı bilmezsin (ne acı),


ama Erkin Koray’ın kendine özgü o naif gitar nağmelerinin daha ilk notalarını duyduğunda ve “İnaaaaaaaaan” diye başlasam, hemen anlarsın: “Seni her gördüğümde”dir bu.

Dün kulaklığımda TRT 3 çalarken, Türkiye saatiyle 9.15 civarı, Bob Dylan’dan hemen önce ve Sezen’in Beni Yak’ının orijinal Yunan versiyonundan (!) hemen sonra bu şarkıyı bambaşka bir dilde ve bestede dinleyip aşık oldum. En son birkaç saniyede “sürpriz” Erkin Koray’ın sesiyle “senden başka” mısraları da duyuluyordu bu versiyonda. 

Kimdir nedir bunu çalan, kaçırdım, anlayamadım ama o andan beri aklımdan çıkmıyor! Internette bulamadım, yayın akışını da, arşivden dinleyi de beceremedim. Ama bulursan…… dinle işte…

Aklım gitti. Öyle güzeldi! 
Keşke yeniden dinleyebilsem..

15 Ocak 2024 Pazartesi

Kışı sevme ânı

Üç kadın, bir masa, bir buçuk şişe Sauvignon ve sıcacık bir sohbet. Hepimiz kalın kalın kazakların altında, çizmelerin içinde, kesici soğukta, kesilmeyen bir halka..

Bu kadınlar (bir an) bana kışı sevdirecek mi ne?!

İyi ki varlar, iyi ki!


Kışın en güzel yanı; bize şefkât duygusunu yeniden hatırlatması….

Yazı özleme hakkı

Bu sabah uyandığımda "15 Ocak'tan 20 Şubat'a dek, yılın en korkunç ayı başladı işte" diye düşündüm.. Kışı hiç sevmiyorum, hiç... Kış da beni sevmiyor işte, bunu kabul edelim, rahatlayalım. Yoksa neden bunca zorlaması...?

-5 derecelik bu öğle sonrasında, yazı özleme hakkım olmalı, değil mi?



14 Ocak 2024 Pazar

Özgürlük

1 tanecik günümü telefonumu kapatarak yaşamak istiyorum. Kimseye nerede olduğumu söylemeden ortalardan kaybolmak, kimseyle iletişim kurmadan sadece doğayı, şehri ve kendi iç sesimi dinlemek. Beni diğerlerine bağlayan tüm iletişim aletlerini kapatarak, kendimi dünyaya kapatarak...

13 Ocak 2024 Cumartesi

İç sesi susturma yöntemleri - 2

Bu sıralar beni kısırdöngülerimden çıkartan, gece 3'lerde uyanıp kurarken rahatlatan ve yeniden uyutan bir müzik... Sona Jobarteh ve grubu.. Özellikle Gainaako (24.40'ta)..


Kora çok güzel bir enstruman değil mi...?
Cora çok güzel bir isim değil mi?
Afrika tüm sesleri ve kokuları ile çok güzel bir kıta değil mi?

12 Ocak 2024 Cuma

Errrkek olmak

Her ne kadar "gender neutral" yaklaşmaya çalışsan da, feminen ve maskülen yanlarımızın dengesi hepimizde farklı, o nedenle "kız ve erkek çocuk arası farklar" bazı çocuklarda daha belirgin. Bazı oğlanlar daha yıkıcı maskülen bir enerjiye sahip ve bazı kızlar daha onarıcı feminen enerjiye sahip ya da tam tersi ama herkeste bu iki enerji de var. Kiminde bastırılmış ve örtülmüş, kiminde daha dengeli ve bütünleyici.

Meslek hayatımda ne zaman cinsel kimliklerle, roller ve beklentilerle çalışsam, Yin ve Yang örneğini veririm. Kimi insan Yin'dir yani sembolün siyah yarısı; feminen yarısı ve daha edilgen, sakin, durgun, sessiz, içe dönük ama aynı zamanda onarıcı, düşünen, yapıcı. Kimi insan ise Yang yani beyaz yarı; maskülen, aktif, sıcak, dominant, dışa dönük, görünür, yüksek sesli ama aynı zamanda yıkıcı, tepkisel ve zararcı. Ama nasıl Yin ve Yang'te siyahın içinde bir beyaz, beyazın içinde bir siyah nokta varsa ve bu bir çemberin mutlak bütünlüğünde bir sembolse, insanın da içinde dominant bir Yang ya da Yin olsa bile, karşıtı olan bazı noktalar da vardır ki, kişiliğini dengeli bir şekilde taşıyabilsin.

Geçenlerde oğlumu daha iyi anlayabilmek için izlediğim "Beyond men and masculinity"de de bu durum ele alınıyordu. Erkekler, diğer erkeklerin korkusundan, gruptan atılma, statükonun riske girmesi ve homofobi gibi korkular nedeniyle, sürekli kendilerini bastırdıklarını ve "feminen" tabir edilen duygusal boşalmayı yaşayamadıkları için, biriktirip biriktirip öfke nöbeti şeklinde dışa vurduklarını belirtiyorlar; ki bence de doğru.

Tezer Özlü de demez mi hem: ""Erkekler, çoğunlukla toplumun istediği gibi davranıyorlar. Kadınlar, alışılagelmiş kalıplara karşı daha çok direniyor. Kadınların dünyalarını görebilmek daha kolay. Erkekler, her zaman üstlerine düşen rolü oynamak zorundalar" diye... (Yeryüzüne Dayanabilmek İçin)

Bir şeyler değişiyor.. 1950lerdeki babalar otorite sembolüydü, çocukla yüzgöz olmazlardı. Bizim babalarımız öpen, seven babaydı. Eşlerimiz bez değiştiren, kanguruda taşıyan, ergen kızına ped alabilen babalar ama yine de babalık rolünü bu kadar esnetebilseler de, iş adamı rolünde ya da özellikle diğer erkeklerle olan arkadaşlık ilişkilerinde çok tutucular hâlâ.. 

Instagram'da #nogay diye bir hashtag varmış, iki erkek birbirine şefkat gösteriyor ya da insani bir söz, iltifat ediyorsa hemen "Dostum, #nogay ama iyi ki varsın" gibi etiketler ekleme ihtiyacı içine giriyorlarmış ki diğerleri "hüooop bu ne, bizi homo sanmasınlar" demesin.. Ne acı, bu kadar kendini sürekli savunmak, feminen enerjiden bu kadar korkmak ve sürekli bir saldırganlık, itiş kakış, statü sağlamaya, otorite kurup bunu devam ettirmeye çalışmak... Hakikaten sinir yapar insanda...

Errrrkek adam olmak... Ne yıkıcı ve ne kadar filmlerle dizilerle, sosyal politikalarla besleniyor bu hâl. 5 yaşındaki çocuğunu "hocam homo mudur nedir? sen bunu bir düzeltsen" diye bana getiren baba vardı; nedeni de çocuk arabayla topla oynamıyormuş, "tavşancığı"nı elinden bırakamıyor, parmak emiyormuş.. Böyle babam olsa ben parmak değil tüm kolumu emmeye çalışırdım heralde.... Çocuğu değil de babayı çalışmıştım ama mesleğin çok başındaydım, çok da etki edememiştim. Unutamadım o çocuğu.... Sonraki yıllarda çok ergeni "düzeltmem" için getirdiler ama çoğunlukla kendileri "düzelip" döndüler çok şükür :) Bir şeyler değişiyor evet. Ama çok yavaş ve kimseye yetmiyor... 

11 Ocak 2024 Perşembe

Küçük Bayan Kararsız

Roger Hargreaves'in bu "Küçük Bay / Bayan" serisi cep kitaplarını, 7-8 senedir, evdeki üç dilin hangisinde bulursam bulayım, hemen alıyor ve çocuklarımın "Masumiyet Müzesi" için biriktiriyorum. Küçük çocuklar için yazılmış olsa da, beni de güldüren, cep boyutunda, esprili, resimli ve tatlı mı tatlı kitaplar bunlar..

Dün Kararsız Kasım'dan girdik ya, aklıma geldi, es geçmek istemedim. Hayatımda önemli bir yer kaplıyor bu küçük kitaplar.. 

İnsan olarak bir çok ve karmaşık özelliklerimiz, kişilik yapılarımız var ama karikatür sanatçıları gibi bunları tek bir "bize özel"e indirirsek, ben ne olurdum acaba diye düşünüyorum bugün :) Küçük Bayan Sabırsız? Küçük Bayan Gözlemci? Küçük Bayan Fazla Sorgulayan?

Zor bir soru değil mi? Düşünmesi keyifli ama.... Kendin için ya da çevrendekiler için dene istersen. Tatlı bir düşünce egzersizi...

9 Ocak 2024 Salı

Kek kokusu

Yoğurmanın sağaltıcı etkisi diye bir şey olsa gerek..  

Hamarat bir kadın değilim ama ara sıra kek kokusu duymak istiyorum evde.. Tüm küçük burjuvacıklar gibi ben de, evde yemek kokusundan - hele insanın giysilerine sinmiş olanından - tiksinirken, kek kokusundan acaip keyif alıyorum. Kek demek çünkü, evde mutlu bir dişinin varlığı demek. Sen eve geldiğinde seni özlemiş olan bir dişil gücün, kuşatan, sağaltan, yatıştıran etkisi demek. Sıradan bir günde, aklına esti diye kek yapacak kadar hayatı seven birinin, seni de sevmesi olasılığına karşı duyduğun umut demek.. Anne demedim, annesiz olabilirsin, acıtabilirim istemeden.. Kadın da demedim çünkü bazı erkeklerin içlerindeki dişil gücü dışa vurmaktan çekinmemeleri, hemcinslerinin ve toplumun baskısına aldırmamaları ne güzeldir.. Dişil gücün; o, yaratan, koruyan, seven, büyüten, onaran enerjisinden bahsediyorum.. Kadın, erkek ya da diğer; fark etmez.



Köstebek pastanın tarifi burada. Küçük çocuklarla birlikte yapmaya uygun (ve doğrusu tek başına yapmaktan daha eğlenceli). Yoğun kakaolu, kararmaya yüz tutmuş muzları da değerlendirebileceğin, kreması pek ağır olmayacak bir kek yapmak ve missss gibi kokutmak istersen evi; durma derim. 

Hamiş. vişnelisi hafif bir ekşimsilik dengesini de sağladığından, daha da güzel oluyor.

8 Ocak 2024 Pazartesi

Vlatko & Miroslav & Tezer

Balkanlardan en sevdiğim bu ikili, senede 1-2 konser için biraraya geliyorlar ama ben bir türlü zamanında yakalayamıyorum. Instagram vs kullanmadığım için zaten haberim olmuyor, web sayfalarını da yönetemiyorlar pek, konserler bittikten sonra, iş işten geçtikten sonra haberini yazıyorlar. Bu ikisini canlı izlemeyi çok istiyorum.... Erken haber almanın bir yolu olsa.... 


Tezer okuyorum. Bu ay Tezer okuyacağım.. Önüm arkam sağım solum Tezer olsun istiyorum. Onun yazdıklarından, kendi yaşadıklarımı anlamak istiyorum.. Şunları okumak istiyorum işte: "İnsanın dostları neredeyse, vatanı da orası oluyor.." u, ya da "insanın tek bir yaşamı var, her şeye yetişemiyor.." u...

Sonra da sanırım Tezer'in bahsettiklerini ve biraz Dostoyevski, biraz Kafka, biraz da Pavese'yi  okuyacağım bir süre. Evet. Böyle yapacağım.

7 Ocak 2024 Pazar

Memento mori

Eskiden insanlar yanlarında sürekli onlara ölümü ve dolayısıyla hayatın biricikliğini ve sonu olan kısıtlı bir süreç olduğunu hatırlatacak nesneler taşırlar ve bu nesnelere Memento Mori (ölümü hatırla) derlermiş. Bir kurukafa ya da ufak bir kemik parçası, bir kum saati ya da solmakta olan bir çiçek bu nesneler arasında en çok rastlanılanlarmış.

Eski insanlar derken büyükbabalarımızı kastetmiyorum, antik roma çağı ile hıristiyanlığın ilk yüzyıllarına, özellikle "veritas" dönemine yayılan bir zaman diliminde yaşayan insanlardan bahsediyorum. 90'ların metal müzik akımında da bu memento moriler sıkça kullanılmıştı.. Son zamanlarda pek yok ortada kurukafalar. Bence memento moriler yine günlük yaşam içinde olsa fena olmaz, zira çoğumuz asla ölmeyecekmişiz gibi bomboş, amaçsız, hiçbir şeye önem vermeden yaşıyoruz... Sahi bu durumda, gerçekten yaşıyor muyuz?

Şaşırdığım varoluşçu terapi uygulamalarından birinde "Ben öleceğim, sen öleceksin" kalıbının iç ses olarak tekrarlanması istenir. Gün içinde mesela çocuğuna bakıp "sen öleceksin" demek, "ben öleceğim" demek ve "fakat şu anda yaşıyoruz" demek.. Bu sayede "anda kalmak" ve o anın hakkını vererek yaşayabilmek amaçlanır. İlk başta yaparken çok zorlandım. İnsan çocuğuna bakıp, içinden "sen öleceksin" diye tekrar ederken, bu cümleye nefesini uydurmaya falan çalışırken, fark ediyor o anksiyeteyi... Bir evlat kaybı çünkü, olabilecek en korkunç şeylerden biri.. Fakat bu olacak. O da ölecek, ben de öleceğim, umarım ben ondan önce ölürüm, ama sonuçta öleceğiz. Zamanla, bu egzersizi yaparken, endişelenmek yerine rahatladığımı fark ettim. Çünkü ölüm korkusu, aslında sadece, "yaşayamama" korkusu.....

6 Ocak 2024 Cumartesi

Orijinal Ferdi Tayfur üzerine..

Arabeskçi Ferdi Tayfur'un bir de orijinali vardır, bilir misin? Yani arabeskçinin babasının, oğluna ismini verecek kadar hayranı olduğu, bir orijinal Ferdi Tayfur daha vardır. Ben Mine Söğüt'ün yazdığı Adalet Cimcoz Biyografisi sayesinde tanıdım bu öz hakiki 1. Ferdi Tayfur'u. 

Bilmiyordum ikincisinden 180 derece farklı bir orjinal Ferdi Tayfur olduğunu..

Alman bir anne ve Türk asker bir babadan olma, Adalet Cimcoz'un ağabeyi, son derece iyi eğitim almış, birçok lisan bilen, entelektüel, sinema yönetmeni ve seslendirme sanatçısı, sonradan uyuşturucu nedeniyle kendini tüketen ve bir ruh hastanesinde vefat eden orijinal Ferdi Tayfur'u, Mine Söğüt "Fotoğraflarda Adalet Cimcoz'un yanında gördüğüm ama üzerinde farklı bir ışık olan, çok yakışıklı bir genç adam" diye tanıtınca ;) merak edip araştırdım. 

Aynı sevgili Mine Söğüt, kitabında Adalet Cimcoz için birkaç defa "çok güzel bir kadın değildi.." demiş bir araştırmacı yazarımız, ki kendisine de "çok güzel bir kadın değildir.." diyenler oluyor; fakat tuhaf olan, ben Adalet'i de Mine'yi de güzel buluyorum :) Çünkü birbirine benzeyen, kaşı yapılı, burnu çekili, dudağı dolgulu milyonlara benzemiyorlar - neyse bu ayrı bir konu ve ben "güzel uzmanı" değilim. 

Beni düşündüren şu oldu. Arabeskçi Tayfur'un babası meyhane önünde bıçaklanarak öldürülmeseydi ve küçük Ferdi bu nedenle ilkokulu bırakıp duvar ustalığı üzerinden arabesk krallığına oynamamış da eğitim almış, sıradan bir vatandaş olabilseydi, biz hâlâ bugün Ferdi Tayfur dendiğinde Lorel ile Hardy'yi seslendiren, Türk sinemasına Hulusi Kentmen'i kazandıran entelektüel ve yakışıklı birini mi düşünecektik... 

O vakit; hay bin kunduz!

5 Ocak 2024 Cuma

Elena Sabe

Dünkü alıntı çok satan bir romanın uyarlaması olan "Elena Sabe"dendi. Şu sıralar Netflix'te ya da Mubi'de izleyebilirsin. Ağır bir film, özellikle Parkinson + ya da MS hastası yakınları için zor olabilir. 


Başroldeki Mercedes Moran enfes bir oyunculuk gösterisi sunuyor.. Öyle ki, diğer filmlerini merak ettim, izlemek istedim. Birkaç filmi daha var böyle ağır karakter analizi içeren..


Eniştem bu hastalıktan vefat etti, tedavisi olmayan kas hastalıkları (MS ve Parkinson + gibi) yaşayan insanların psikolojisi ve kişiliği çok değişiyor. Büyük bir umutsuzluk ve öfke duyuyorlar hayata karşı ve bunu da en yakınlarına yansıtıyorlar.. Bu her iki taraf için de çok zor bir hastalık..

Teyzem bire bir bu süreci yaşadı. Kendisi de 74 yaşında olduğu için, enişteme sürekli bir bakıcı tutulduysa da (son zamanlarda hiçbir kasını hareket edemez, burundan beslenir hale gelmişti) teyzem de hep yanındaydı. Hem sorumluluk ve sevgi, hem tükenme ve öfke.. Teyzem o dönemde ne kadar büyük bir ağırlığın altında olduğunu anca eniştemin vefatından bir sene sonra anlamıştı.. 

Bu işlerin doğrusu nedir bilmiyorum. Felç, MS, Parkinson + ya da Alzheimer gibi hastalıkların yani.. Bu hastaların bakımı evlerinde aile bireylerine mi bırakılmalı, yoksa onlar bu işin altına gönüllü giriyor olsa bile (ki çoğu zaman öyle, çünkü sevgi insana her şeyi, kendinden vaz geçmeyi bile yaptırıyor), bu ağırlığı onlardan gerekiyorsa zorla alıp, onların da içinin sineceği uzman bir ekip, bir klinik tarafından mı yapılmalı? Çok ağır konular bunlar.... Çok.

Yaşayan bilir ancak..... 

4 Ocak 2024 Perşembe

Minnet hüznü

Rita, Parkinson + hastası olan annesi Elena'nın tedavisinin devlet tarafından karşılanması gerekirken, doktorun el yazısını okuyamayan memurun 1 yerine 7 yazması sonucu bu tedaviyi alamayacağını fark ediyor. Sekreterler bu yanlışı düzeltemeyeceklerini, en baştan kayıt olunup yeniden doktor randevusu alınması gerektiğini söyleyerek Rita'yı bürokrasinin çıkmaz sokaklarına atacakken, doktor kapıda beliriyor ve kağıttaki rakamı düzeltiveriyor.

Kendini her şeyi en baştan göğüslemeye alıştıran Rita, bunun karşısında gözyaşlarına boğuluyor... Onu ağlarken gören erkek arkadaşı, annesi Elena'ya "ne oldu?" diye soruyor. Elena sakince: "hiç. sadece bize iyi davrandılar.." diyor.

Minnet hüznü diye bir kelime yok, ben uydurdum. Ama duygusu var.. Yaşamışsındır mutlaka, oturmuş şükretmeyle karışık bir boşalma yaşamış, hüngür hüngür ağlamışsındır.. Ya da burnunun ucu sızlamış, boğazına bir yumru takılmış, gözlerin nemlenmiş ve içinden güçlü bir minnet, bir teşekkür geçmiştir.. Olmuştur mutlaka.

Neden bu duyguyu tam anlatan bir kelime yok ki?

3 Ocak 2024 Çarşamba

1 Saatte Felsefe: Schopenhauer

Bugün güne Storytel'deki "Philosophy in an hour: Schopenhauer"ı dinlemekte başladım. Gerçekten derlemeyi çok detaylı ve eğlenceli bir şekilde yazan Paul Strathern, son derece elegant ve açık bir dille seslendiren Jonathan Keeble, birlikte çok güzel bir iş çıkartmışlar. Bildiğimiz tanıdığımız, tarihin en pesimist düşünürlerinden Schopenhauer'a bambaşka bir yönden yaklaşmış bu derleme.. Hakikaten yer yer kahkaha attığım, yer yer "Felsefeci olmasa, şahane bir kara-komedyen de olabilirmiş" diye düşündüğüm Schopenhauer'ı Strathern gerçekten alışık olmadığımız, farklı bir açıdan ele almış. 1 saat 20dk'lık yoğun bir derleme de olsa, insanın aklı asla kayıp başka yerlerde dans etmiyor; dikkatini yitirmeden, keyifle dinlenen bir derleme..

Schopenhauer'ı bir "insan" olarak ele alıp; takıntılarını, korkularını, özlemlerini de anlatıyor ve insana "bunları ben de düşünmüştüm" hissiyle birlikte, ona empati duyma şansını veriyor. Schopenhauer'ı kendinden sonraki pessimizm ve nihilizm akımlarına etkisini de düşünerek "fazla ciddi" okuduğumu fark ettiriyor bana..

"Bu yaşında hâlâ ünlü olamadığı için sıkıntı duyan Schopenhauer, bu meseleyi kendi insiyatifine almaya karar verdi" :))) Muhteşem. Strathern'i tarih derlemelerinden tanıyoruz (The Medici bunların en ünlüsü sanırım), fakat 80 yaşındaki bu çok yönlü araştırmacı yazarın 1 saatte felsefe serisi tek kelimeyle: enfes!


"Bir insana dair duygularınızı gerçekten anlamak istiyorsanız; ondan beklenmedik bir şekilde gelecek bir mektuba vereceğiniz tepkiyi düşünün.." - Schopenhauer.

2 Ocak 2024 Salı

Okul yolu

Dünya çok adaletsiz bir yer kuzucuklarım..... *

Bazılarınız böyle götürülüyor okula; kar kıyafetleri, botlar ve bir ayakkabı fiyatına eşdeğer su geçirmez çanta kılıfları ile..



Bazılarınız böyle gidiyor.. Paltosuz ve terlikle..  

Kars

Üstelik okumaya da en çok onun ihtiyacı var, çünkü okul bir kurtarıcı olabilir onun için.. 

Meraklısına: 


Meraklısına 2: Okul yolu belgeseli trailer.


* Kuzucuklarım; Adile Naşit'in ne çok sevdiğim, bir gün benim de adımı söyleyince ne çok heyecanlandığım o güzel "masal saati"ydi, yaşı tutanlar? <3 

1 Ocak 2024 Pazartesi

Büyülü bir başlangıç

Hermann Hesse'nin Boncuk Oyunu'nda çok güzel bir çift dize vardır: 

"Çünkü bir büyüyü içerir her başlangıç.. 
Durma ey gönül, veda et, kavuş esenliğine

2023 ile birlikte veda ettiğim bazı "şey"ler oldu; artık işlevini yitiren ama yine de sıkı sıkı tutunduğum alışkanlıklar, konfor alanları, ilişkiler, inanç ve düşünceler.. Bunları artık geride bırakmanın zamanı gelmişti ve tuhaf ama hiç birinin arkasından da hüzün duyacağımı sanmıyorum. Aksine, geride bıraktıklarıma neşeyle el sallayıp, yeni bir enerjiyle yoluma devam etmeye hazır hissediyorum. Artık hayatın önüme yepyeni güzel insanlar, yeni ve keyifli deneyimler, tatlı heyecanlarla dengeli huzur ve neşe çıkarmasını istiyorum, buna hazırım ve açığım..!

Hoş geldin 2024!

en sevdiğim, "büyülü" bahçelerimden biri <3